Bu çok enteresan bir soru.
E ne var yani insanlar burdan oraya gidiyorlar, bunun neyini çalışıyorsun? diyenini bile duydum.
Bu bence garip bir soru ama cevap verilmesi gereken bir soru aynı zamanda. Nedense insanlar hep zayıf olanın yanında yer almak ister ama bir türlü rahatlarından vazgeçemezler ya. Bencil olduğumdan mıdır nedir, zayıfların yanında yer alıp aslında çok etliye sütlüye de bulaşmadığım için biraz da göç çalışıyorum.
Aslında babaanne tarafım Bulgaristan göçmeni, 1. Dünya Savaşı'nın sonunda geliyorlar, dedelerimden biri Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşüyor. En yakın arkadaşım Selanik göçmeni, muhacir, idi. Sarışın ve yeşil gözlü idi. Onunla ikimiz en ön sırada oturduk 7 sene boyunca. Annesi Almanya'da büyümüştü, ev ekonomisi okumuş ve yine Selanik göçmeni olan fakat biraz geleneksel sayılabilecek bir kayınvalideye gelin gitmişti. Ağbimin en yakın arkadaşı olan Ömer Ağbi'nin babası bize her seferinde Almanya'dan kiloyla çikolata getirirdi, her çeşidinden... en güzellerinden. Annemin bazen Roman hastaları olurdu, paraları olmazdı, üstleri başları dökülürdü, bir tanesi tavukkarası yüzünden kör olacaktı. Annem çok üzülürdü. Bazen ağlardı hastaları için. Ama o kadar çok tavukkarası vakasıyla karşılaşmıştı ki artık insanların umutsuzlukları karşısında bir sigara yakıyordu.
Sabahları saat 10.00 gibi 11.00 gibi Türk kahvesini içiyor sigarasını yakıyordu. O zamanlar daha içerde içme yasağı yoktu tabii ki.
Annemin hastaları hep küçük köylerden gelirdi. Ona doktor bey derlerdi, küçük köylerden büyük şehre doktor için gelen hastalar.
Herkes bir yerden bir yere hareket ediyor evet bunun ne önemi var değil mi?
Üniversitedeki en yakın arkadaşımın halası ve halasının eşi de Almanya'ya göç etmek zorunda kalmışlardı. İdeolojileri yüzünden.
Hepimiz göçmendik sonuçta. Ben Kayseri'den İstanbul'a göç etmiş ve bir hayli afallamıştım ilk senemde. İstanbul'da büyümüştüm, kendi başıma ailemden habersiz bir sürü haylazlık ve yaramazlık yapmıştım. Geceleri eve geç gelip bizimkileri endişelendirmiştim. Orda kendi hayatımı kurup özgüvenimi kazanmıştım. Orda yalnız yaşamaya alışmıştım. Kendi programımı kendim yapmaya başlamıştım. Bu özgürlük çok hoşuma gitmişti.
İlk en büyük kültür şoklarımı ise galiba Danimarka'da Aarhus'ta yaşamıştım, 6 ay boyunca orda kalmıştım. Kadınlarla erkeklerin kayıtsız şartsız eşitliğine ve kadınların özgürlüğüne hayran kalmıştım.
Bir daha da yerimde duramadım, hep göç etmek istedim, hiçbir yere sığamadım, hala da göçmenim, İtalya'daki 3. oturma iznimi aldım. Birer senelik veriyorlar her seferinde, yeniliyoruz, gecikmeyle de olsa yeniliyorlar. Schengen ülkelerinde özgürce dolanabiliyoruz, İsviçre'ye giderken bana oturma iznin var mı diye sormadılar, pasaportuma bile bakmadılar. Çünkü ne kara kaşlıyım, ne kara gözlüyüm, ne tehlikeli bir şeyler yapabilirmiş gibi bakan bir suratım gözlerim var... Ufak tefeğim, pek zararsız görünüyorum. Çok kadınsı da görünmüyorum. İstediğim zaman kayboluyorum, istediğim zaman bağırıyorum, istediğim zaman kikirdiyorum. Kimsenin dikkatini çekmiyorum. Gayet rahat bir yabancı damgası yemeden yaşıyorum. Ne dini kimliğim ne ulusal kimliğim çok güçlü. Sanki her yerde yaşayabilirmişim gibi geliyor.
Bir yandan da unutmadan... niçin göç çalışıyorum?
Hakları daha az olanları, azınlık olanları, farklı görünenleri, görünüşleri ve aksanları yüzünden yargılananları, savaş yüzünden kaçmak zorunda kalanları, cinsel tercihi veya dini yüzünden mülteci olmak zorunda kalanları... ezilenleri, kaybedenleri, yeni umutlara sarılanları, evleri olmayanları, bundan 50 küsür sence önce Almanya'ya gidip yıkık dökük yerlerde 4-5 kişi aynı odada (kümes kadar küçük bir alanda) kalanları seviyorum, takdir ediyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda kıyımdan kaçanları, Sovyet Rejimi'nde baskıdan kaçanları, Afrika'da savaştan kaçanları, açlıktan kaçanları düşünüyorum ve onları destekliyorum.
Hep ezilenin yanında mı yer aldım?
Bir gün komşumuzun kızı benim bebeklerden birinin kafasını kırdı. Aslında kendisi öksüz ve yetimdi ve komşularımız tarafından evlat edinilmişti. Ona kötü davranıyorlardı. Şiddet uyguluyorlar ve sindiriyorlardı. Ben, o bebeğimin kafasını kırınca balkona çıktım, nasıl yaparsın? der gibi bağırdım. Komşular duydular. Ve eminim ki o gece ona çok kızdılar. Kendimden nefret etmiştim çocuk halimle. Şimdi daha çok nefret ediyorum. Neden yapmıştım? Neden onu kaba saba bulmuştum? Neden onunla yalnızlığım için oynuyor ama bir yandan da ona tepeden bakıyordum? Bunların hepsini zaman zaman düşündüm.
Onun yanında yer almadım, güçlünün yanında yer aldım, güçlünün zayıfı ezmesine izin verdim. Bir bebek kafası için ... üç beş kuruş için. Bir daha istesem bir daha sahip olabileceğim bir şey için...
Ben aslında hep zayıfın yanında yer almadım.
Sokaktan topladığım kediler ne fayda verir ki, kimisine bakamadım, kimisini başkasına verdim.
Ama zayıfın yanında yer almayı babamdan ve annemden öğrendim. Babam hep yardımda bulundu başkalarına, annem de. Annem parası olmayan hastalarından az para alırdı ya da almazdı. Ne verebilirlerse, bu kadar paramız var, derlerse onu alırdı.
Zayıfın yanında yer almak isterken bir yandan da bizi güçlünün yanında yer alacak şekilde yetiştirdiler (Burda şunu demek istiyorum: Bize sağladıkları olanaklara göre bizim seçme şansımız yüksekti, istediğimiz yerde yer alabilirdik, ama asla haksızlığa gelemeyen bir yapıda yetiştik. Çünkü babam da annem de haksızlık karşısında aslan kesilirlerdi, tarafsız kalamazlardı).
Ama ben bu 1 Mayıs'ta da güçsüzlerin yanında, işçilerin çalışanların ezilenlerin göçmenlerin yanında yer almak isterim. Ben yine de hakları daha az olan ve yetersiz olan ve ayrımcılığa uğrayan, hor görülenlerin yanında yer almak isterim. Her ne kadar sicilim bir tatlı su balığı kadar apak olsa da, her ne kadar kalemimin dışında bir silahım olmasa da ben şimdiye kadar düşünceleri yüzünden kaçan ve öldürülenlerin yanında yer almak isterim. Şiddete uğrayan kadınların ve adamların yanında. Bangladeş'te fabrikaları yakan işçilerin yanında yer almak isterim. Üç beş kuruşa insanları çalıştırıp, ölümüne çalıştırıp, üzerinden kar yapıp, onları bir fabrikaya tıkıp, yanmalarını izleyecek kadar gaddar olanların yanında değil... o fabrikaların sağlıklı olmadığını bile bile kar etmek için insanların ölümüne göz yumanların yanında değil. Farklı düşünüyor, farklı hissediyor diye itilip kakılanların yanında yer almak isterim, itip kakanların yanında değil.
Ben bu 1 Mayıs'ta göçmen veya göçmen olmayan, masamı yapan, bilgisayarımın parçalarını birleştiren, kotlarımı boyayan, kimyasal ürünleri koklayarak boya üreten, benim gündelik hayatımda işime yarayan tekstilden tut, endüstriyel her türlü malzemenin, makinenin üretiminde el emeği göz nuru ile çalışıp yıllarını saatlerce aynı işe vakıf etmiş olarak, emekli olmuş, gözüne yüzüne parçalar sıçramış endüstrinin inkişafı* ile fakirleşmiş ama dürüst ve çalışkan bir hayat sürmüş herkesin yanında yer almak isterim.
*Annem tezini gözdeki yabancı cisimler üzerine yazmıştı. Endüstrinin inkişafı ile ülkemizde bu vakalar da artıyor, demişti. Daha o zamanlar bir sürü vaka gelirdi ona, gözü kör edecek kadar büyük veya zararlı parçaların saplandığı gözlerden o cisimleri çıkarmak için uğraşırlardı.
E ne var yani insanlar burdan oraya gidiyorlar, bunun neyini çalışıyorsun? diyenini bile duydum.
Bu bence garip bir soru ama cevap verilmesi gereken bir soru aynı zamanda. Nedense insanlar hep zayıf olanın yanında yer almak ister ama bir türlü rahatlarından vazgeçemezler ya. Bencil olduğumdan mıdır nedir, zayıfların yanında yer alıp aslında çok etliye sütlüye de bulaşmadığım için biraz da göç çalışıyorum.
Aslında babaanne tarafım Bulgaristan göçmeni, 1. Dünya Savaşı'nın sonunda geliyorlar, dedelerimden biri Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşüyor. En yakın arkadaşım Selanik göçmeni, muhacir, idi. Sarışın ve yeşil gözlü idi. Onunla ikimiz en ön sırada oturduk 7 sene boyunca. Annesi Almanya'da büyümüştü, ev ekonomisi okumuş ve yine Selanik göçmeni olan fakat biraz geleneksel sayılabilecek bir kayınvalideye gelin gitmişti. Ağbimin en yakın arkadaşı olan Ömer Ağbi'nin babası bize her seferinde Almanya'dan kiloyla çikolata getirirdi, her çeşidinden... en güzellerinden. Annemin bazen Roman hastaları olurdu, paraları olmazdı, üstleri başları dökülürdü, bir tanesi tavukkarası yüzünden kör olacaktı. Annem çok üzülürdü. Bazen ağlardı hastaları için. Ama o kadar çok tavukkarası vakasıyla karşılaşmıştı ki artık insanların umutsuzlukları karşısında bir sigara yakıyordu.
Sabahları saat 10.00 gibi 11.00 gibi Türk kahvesini içiyor sigarasını yakıyordu. O zamanlar daha içerde içme yasağı yoktu tabii ki.
Annemin hastaları hep küçük köylerden gelirdi. Ona doktor bey derlerdi, küçük köylerden büyük şehre doktor için gelen hastalar.
Herkes bir yerden bir yere hareket ediyor evet bunun ne önemi var değil mi?
Üniversitedeki en yakın arkadaşımın halası ve halasının eşi de Almanya'ya göç etmek zorunda kalmışlardı. İdeolojileri yüzünden.
Hepimiz göçmendik sonuçta. Ben Kayseri'den İstanbul'a göç etmiş ve bir hayli afallamıştım ilk senemde. İstanbul'da büyümüştüm, kendi başıma ailemden habersiz bir sürü haylazlık ve yaramazlık yapmıştım. Geceleri eve geç gelip bizimkileri endişelendirmiştim. Orda kendi hayatımı kurup özgüvenimi kazanmıştım. Orda yalnız yaşamaya alışmıştım. Kendi programımı kendim yapmaya başlamıştım. Bu özgürlük çok hoşuma gitmişti.
İlk en büyük kültür şoklarımı ise galiba Danimarka'da Aarhus'ta yaşamıştım, 6 ay boyunca orda kalmıştım. Kadınlarla erkeklerin kayıtsız şartsız eşitliğine ve kadınların özgürlüğüne hayran kalmıştım.
Bir daha da yerimde duramadım, hep göç etmek istedim, hiçbir yere sığamadım, hala da göçmenim, İtalya'daki 3. oturma iznimi aldım. Birer senelik veriyorlar her seferinde, yeniliyoruz, gecikmeyle de olsa yeniliyorlar. Schengen ülkelerinde özgürce dolanabiliyoruz, İsviçre'ye giderken bana oturma iznin var mı diye sormadılar, pasaportuma bile bakmadılar. Çünkü ne kara kaşlıyım, ne kara gözlüyüm, ne tehlikeli bir şeyler yapabilirmiş gibi bakan bir suratım gözlerim var... Ufak tefeğim, pek zararsız görünüyorum. Çok kadınsı da görünmüyorum. İstediğim zaman kayboluyorum, istediğim zaman bağırıyorum, istediğim zaman kikirdiyorum. Kimsenin dikkatini çekmiyorum. Gayet rahat bir yabancı damgası yemeden yaşıyorum. Ne dini kimliğim ne ulusal kimliğim çok güçlü. Sanki her yerde yaşayabilirmişim gibi geliyor.
Bir yandan da unutmadan... niçin göç çalışıyorum?
Hakları daha az olanları, azınlık olanları, farklı görünenleri, görünüşleri ve aksanları yüzünden yargılananları, savaş yüzünden kaçmak zorunda kalanları, cinsel tercihi veya dini yüzünden mülteci olmak zorunda kalanları... ezilenleri, kaybedenleri, yeni umutlara sarılanları, evleri olmayanları, bundan 50 küsür sence önce Almanya'ya gidip yıkık dökük yerlerde 4-5 kişi aynı odada (kümes kadar küçük bir alanda) kalanları seviyorum, takdir ediyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda kıyımdan kaçanları, Sovyet Rejimi'nde baskıdan kaçanları, Afrika'da savaştan kaçanları, açlıktan kaçanları düşünüyorum ve onları destekliyorum.
Hep ezilenin yanında mı yer aldım?
Bir gün komşumuzun kızı benim bebeklerden birinin kafasını kırdı. Aslında kendisi öksüz ve yetimdi ve komşularımız tarafından evlat edinilmişti. Ona kötü davranıyorlardı. Şiddet uyguluyorlar ve sindiriyorlardı. Ben, o bebeğimin kafasını kırınca balkona çıktım, nasıl yaparsın? der gibi bağırdım. Komşular duydular. Ve eminim ki o gece ona çok kızdılar. Kendimden nefret etmiştim çocuk halimle. Şimdi daha çok nefret ediyorum. Neden yapmıştım? Neden onu kaba saba bulmuştum? Neden onunla yalnızlığım için oynuyor ama bir yandan da ona tepeden bakıyordum? Bunların hepsini zaman zaman düşündüm.
Onun yanında yer almadım, güçlünün yanında yer aldım, güçlünün zayıfı ezmesine izin verdim. Bir bebek kafası için ... üç beş kuruş için. Bir daha istesem bir daha sahip olabileceğim bir şey için...
Ben aslında hep zayıfın yanında yer almadım.
Sokaktan topladığım kediler ne fayda verir ki, kimisine bakamadım, kimisini başkasına verdim.
Ama zayıfın yanında yer almayı babamdan ve annemden öğrendim. Babam hep yardımda bulundu başkalarına, annem de. Annem parası olmayan hastalarından az para alırdı ya da almazdı. Ne verebilirlerse, bu kadar paramız var, derlerse onu alırdı.
Zayıfın yanında yer almak isterken bir yandan da bizi güçlünün yanında yer alacak şekilde yetiştirdiler (Burda şunu demek istiyorum: Bize sağladıkları olanaklara göre bizim seçme şansımız yüksekti, istediğimiz yerde yer alabilirdik, ama asla haksızlığa gelemeyen bir yapıda yetiştik. Çünkü babam da annem de haksızlık karşısında aslan kesilirlerdi, tarafsız kalamazlardı).
Ama ben bu 1 Mayıs'ta da güçsüzlerin yanında, işçilerin çalışanların ezilenlerin göçmenlerin yanında yer almak isterim. Ben yine de hakları daha az olan ve yetersiz olan ve ayrımcılığa uğrayan, hor görülenlerin yanında yer almak isterim. Her ne kadar sicilim bir tatlı su balığı kadar apak olsa da, her ne kadar kalemimin dışında bir silahım olmasa da ben şimdiye kadar düşünceleri yüzünden kaçan ve öldürülenlerin yanında yer almak isterim. Şiddete uğrayan kadınların ve adamların yanında. Bangladeş'te fabrikaları yakan işçilerin yanında yer almak isterim. Üç beş kuruşa insanları çalıştırıp, ölümüne çalıştırıp, üzerinden kar yapıp, onları bir fabrikaya tıkıp, yanmalarını izleyecek kadar gaddar olanların yanında değil... o fabrikaların sağlıklı olmadığını bile bile kar etmek için insanların ölümüne göz yumanların yanında değil. Farklı düşünüyor, farklı hissediyor diye itilip kakılanların yanında yer almak isterim, itip kakanların yanında değil.
Ben bu 1 Mayıs'ta göçmen veya göçmen olmayan, masamı yapan, bilgisayarımın parçalarını birleştiren, kotlarımı boyayan, kimyasal ürünleri koklayarak boya üreten, benim gündelik hayatımda işime yarayan tekstilden tut, endüstriyel her türlü malzemenin, makinenin üretiminde el emeği göz nuru ile çalışıp yıllarını saatlerce aynı işe vakıf etmiş olarak, emekli olmuş, gözüne yüzüne parçalar sıçramış endüstrinin inkişafı* ile fakirleşmiş ama dürüst ve çalışkan bir hayat sürmüş herkesin yanında yer almak isterim.
*Annem tezini gözdeki yabancı cisimler üzerine yazmıştı. Endüstrinin inkişafı ile ülkemizde bu vakalar da artıyor, demişti. Daha o zamanlar bir sürü vaka gelirdi ona, gözü kör edecek kadar büyük veya zararlı parçaların saplandığı gözlerden o cisimleri çıkarmak için uğraşırlardı.
Yorumlar
Yorum Gönder