Bir pazartesi çalışmam gerekirken bunları yazmam gerektiğini hissettim.
Dün birtakım kabuslar gördüm.
Önceki gece "Introduction to Literary Theory" (Edebi Teoriye Giriş) ile ilgili 39 dakikalık bir video dinledim, Yale Üniversitesi'nden bir profesörün dersleriydi bunlar. Hepsini dinlemeyi planlıyorum şimdi. Bilinçaltından bahsetti ilk derste, Marx, Nietzsche ve Freud. Ben de bundan herhalde çok etkilenmiş olmalıyım ki kirli bilinçaltım ortaya çıktı, gece bir sürü kabus gördüm.
Neler olabilir insanın hayatında? Neler kötü gidebilir, hepsi ordaydı. Yalnızlık, tek başınalık, ailesizlik, hiçbir bağa ve hiçbir desteğe sahip olmamak.
25 yaşında annemi kaybettiğimde bunun çok küçük bir yaş olduğunu düşünmekteydim. Halbuki şimdi biliyorum, hiç de küçük değilmişim. O zaman öyle gelmişti, çocukluğuma dönmüştüm, sonra ergen oldum, sonra olgunlaştım. 5 yılımı aldı hepsi, ağlama ve ilgilenilmeme krizleri derken.
Her şeyi eleştirel bir biçimde inceledim, düşündüm. Her şeye şüpheci yaklaştım. Ama şimdi daha yeni yeni öğreniyorum, kendime şüpheci yaklaşmayı. Hep doğruları söylediğimi düşündüm ama bilinçaltım belki de başka şeyler söylüyordu. Kendimi en düşkün ve düşmüş hissettiğim zamanlarda hatalar yaptım, hiçbir hatam affedilmedi. Ben de kendimi affetmedim, ama haklı gördüm bazen. Ama affetmedim.
Affetmediğin her şey omzuna yük olacak, dedi bana mavi gözlü bir hayalet. Babamdan sonra en çok sevdiğim ikinci mavi gözlü dev.
Hiç bu kadar umutlanmamıştım. Hiç bu kadar tanımamıştım kendimi. Hiç bu kadar büyümemiştim.
Tüm krizleri geçirdim, içime döndüm. Düşündüm düşündüm. Bir günüm geçmedi düşünmeden. Zannettiler ki benim tuzum kuru. Tuzum kuruydu ama hep sıkıntılarım vardı, ruhsal yahut parasal. Hiçbir zaman ayağımı yorganıma göre uzatamadım. Hep de maddi konularda garip tartışmalara girdim. Hamdım, oldum, piştim. Ama aslında pişmeyi hiç istemiyorum. Ben hep çocuk kalmak istiyorum, hep bir çocuk kadar neşeli, sevilen ve şımartılan. Ve de ne yapsa affedilen. Ama aslında kendime artık çocuk olmadığım gerçeğini söylemem 5 senemi aldı. Annem öldüğünde çocukluğum da ölmüştü, hepimizin çocukluğu ölmüştü. Acı ve tatlı anlarıyla hepsi bitmişti ama biz aslında annemizle bağımızdan kaynaklanan çocukluğumuz hiç bitmesin isterdik, çünkü bize başka kimse o korunma hissini veremezdi. Her ne kadar insanlara bu yükü yüklesek de ne bu sorumluluğu taşımak isterdi insanlar, ne de taşıyabilirlerdi. Aslında biz bu sorumluluğun kimseye verilemeyeceğini anladığımız zaman bir krizin içine girdik. Kime dönecektik? Kimden yardım isteyecektik? Kim bizi karşılıksız sevecek ve kim bize karşılıksız her şeyini verecekti? Kim kendinden önce bizi düşünecekti hayatta annemizden başka? Cevap çok soğuk ve tatsızdı: Hiç kimse. O zaman dedik, kendimizi düşünelim, sevdiklerimizi düşünelim, anne olalım, baba olalım, aile kuralım... onlar da oldu olmadı, yarım kaldı vs. En sonunda kaldık mı bir başımıza, o zaman anladık işte, annenin ölümü çocukluğun bitişiymiş ve çocuk olmak için her ne kadar sevmek ve vermek gerekse de... işte hiç olmadığımız kadar bir başımızayız bu hayatta. Ama ne hayat abartılacak bir oyun, ne de ölüm korkulacak bir son. Her şey devam ediyor tüm güzelliği, çirkinliği, bilinçliliği ve bilinçaltıyla... kimi zaman bir kabus kimi zaman ise bir rüya bu dünya.
Dün birtakım kabuslar gördüm.
Önceki gece "Introduction to Literary Theory" (Edebi Teoriye Giriş) ile ilgili 39 dakikalık bir video dinledim, Yale Üniversitesi'nden bir profesörün dersleriydi bunlar. Hepsini dinlemeyi planlıyorum şimdi. Bilinçaltından bahsetti ilk derste, Marx, Nietzsche ve Freud. Ben de bundan herhalde çok etkilenmiş olmalıyım ki kirli bilinçaltım ortaya çıktı, gece bir sürü kabus gördüm.
Neler olabilir insanın hayatında? Neler kötü gidebilir, hepsi ordaydı. Yalnızlık, tek başınalık, ailesizlik, hiçbir bağa ve hiçbir desteğe sahip olmamak.
25 yaşında annemi kaybettiğimde bunun çok küçük bir yaş olduğunu düşünmekteydim. Halbuki şimdi biliyorum, hiç de küçük değilmişim. O zaman öyle gelmişti, çocukluğuma dönmüştüm, sonra ergen oldum, sonra olgunlaştım. 5 yılımı aldı hepsi, ağlama ve ilgilenilmeme krizleri derken.
Her şeyi eleştirel bir biçimde inceledim, düşündüm. Her şeye şüpheci yaklaştım. Ama şimdi daha yeni yeni öğreniyorum, kendime şüpheci yaklaşmayı. Hep doğruları söylediğimi düşündüm ama bilinçaltım belki de başka şeyler söylüyordu. Kendimi en düşkün ve düşmüş hissettiğim zamanlarda hatalar yaptım, hiçbir hatam affedilmedi. Ben de kendimi affetmedim, ama haklı gördüm bazen. Ama affetmedim.
Affetmediğin her şey omzuna yük olacak, dedi bana mavi gözlü bir hayalet. Babamdan sonra en çok sevdiğim ikinci mavi gözlü dev.
Hiç bu kadar umutlanmamıştım. Hiç bu kadar tanımamıştım kendimi. Hiç bu kadar büyümemiştim.
Tüm krizleri geçirdim, içime döndüm. Düşündüm düşündüm. Bir günüm geçmedi düşünmeden. Zannettiler ki benim tuzum kuru. Tuzum kuruydu ama hep sıkıntılarım vardı, ruhsal yahut parasal. Hiçbir zaman ayağımı yorganıma göre uzatamadım. Hep de maddi konularda garip tartışmalara girdim. Hamdım, oldum, piştim. Ama aslında pişmeyi hiç istemiyorum. Ben hep çocuk kalmak istiyorum, hep bir çocuk kadar neşeli, sevilen ve şımartılan. Ve de ne yapsa affedilen. Ama aslında kendime artık çocuk olmadığım gerçeğini söylemem 5 senemi aldı. Annem öldüğünde çocukluğum da ölmüştü, hepimizin çocukluğu ölmüştü. Acı ve tatlı anlarıyla hepsi bitmişti ama biz aslında annemizle bağımızdan kaynaklanan çocukluğumuz hiç bitmesin isterdik, çünkü bize başka kimse o korunma hissini veremezdi. Her ne kadar insanlara bu yükü yüklesek de ne bu sorumluluğu taşımak isterdi insanlar, ne de taşıyabilirlerdi. Aslında biz bu sorumluluğun kimseye verilemeyeceğini anladığımız zaman bir krizin içine girdik. Kime dönecektik? Kimden yardım isteyecektik? Kim bizi karşılıksız sevecek ve kim bize karşılıksız her şeyini verecekti? Kim kendinden önce bizi düşünecekti hayatta annemizden başka? Cevap çok soğuk ve tatsızdı: Hiç kimse. O zaman dedik, kendimizi düşünelim, sevdiklerimizi düşünelim, anne olalım, baba olalım, aile kuralım... onlar da oldu olmadı, yarım kaldı vs. En sonunda kaldık mı bir başımıza, o zaman anladık işte, annenin ölümü çocukluğun bitişiymiş ve çocuk olmak için her ne kadar sevmek ve vermek gerekse de... işte hiç olmadığımız kadar bir başımızayız bu hayatta. Ama ne hayat abartılacak bir oyun, ne de ölüm korkulacak bir son. Her şey devam ediyor tüm güzelliği, çirkinliği, bilinçliliği ve bilinçaltıyla... kimi zaman bir kabus kimi zaman ise bir rüya bu dünya.
Yorumlar
Yorum Gönder