Ana içeriğe atla

Sanallıkta Var Olup Gerçekte Eriyip Yok Olmak


Bugün bir fikir geldi aklıma ki bu herkesin aklına gelmiş olan bir fikir ve eminim üzerine birçok şey de yazılmıştır. 
Kendimizi nasıl var ettiğimizi düşünmeye başladım. 
Şunu anladım ki kendimiz (bir varlık ve bütünlük içeren ruh-beden bütünü olarak) sınırılı varlıklarız. Kendimizi var edeceğimiz alanlar da sonsuz olmakla beraber sınırlılar. Freud'a göre üç tane algı vardır: Ben kendimi nasıl algılıyorum? Başkaları beni nasıl algılıyor? Benim asıl olan halim... Benim öz'üm. Facebook, twitter ve bunun benzeri siteler daha çok beni başkalarının nasıl algıladıklarıyla ilgili, aslında facebook köy'e geri dönüşü sağlıyor. Her ne kadar şehir tartışmaları da olsa, her yiğit meydanda bir kere boy göstermek, her hatun bir kahve yapıp bakın bu da yaptığım kahve, bakın bunlar da marifetlerim diye sergilemek istiyor. Orda var olmak insanın diğer yönlerde var olmasını sınırlıyor, çünkü bunun getirdiği çabuk ve geçici doyum hep tadımlık olduğundan ben bu ego tatminini yeterli bulmuyor ama ondan daha ötesine geçmek için de bir adım atmayı gerekli bulmuyor. Çünkü aslında artık sosyal medya hayatımızın büyük bir bölümünü kapsıyor. Ve burda var olmak aslında var olmakmış gibi geliyor insana. 
Esnek insan gücü olarak yol alıyoruz, boy alıyoruz, para nerdeyse oraya akıyoruz. Kapitalin gittiği yere emek gücü gidiyor. Emek gücünün olduğu yere kapital gidiyor (Robin Cohen). İlişkiler uzak, aileler, dostlar geride kalıyor. Kendimize yollar çiziyoruz, o yollardan ilerliyoruz ve bu arada bağlantılarımızı sanal ortamda sürdürmeye devam ediyoruz. Ama anneannemizin elini öpemiyoruz, en fazla ona sesimizi gönderiyoruz. Sevgilimizin simasını bulanık bir şekilde görebiliyoruz, ama dokunamıyoruz. Japonlar dokunma hissi uyandıran bir program keşfetmişler ki sevgililer birbirlerini öpebilsinler diye... İşte bu hallerdeyiz. Amerikalılar el ele tutuşmaya gülüyorlar, kol kola girmek de saçma. Yan yana yürümekte sorun yok. Sokakta öpüşmeler İspanya ve İtalya'da. İngiltere'de pek olmaz öyle şeyler sanki... hani burda herkes mesafelidir, özel hayatını açık etmek istemez gibi. Türkiye ayrı mesele, orda olur ama büyük şehirlerde yoksa gözden ırakta olur ancak. İşte buna garip bir boyut ekleniyor, yanındaki kıymetleniyor, geçmişindeki sanki uzak ve sanki sen ona sosyal medyada dokunabiliyorsan gerçekten dokunuyormuşsun gibi oluyor. Ama bu insanın bir dostunun evini ziyaret etmesine benzemiyor. O dostunun gözünün içine bakmaya ve ona ayrıca varlığınla destek olmaya denk gelmiyor. 
İnsanın yalnızlaştığı bir dünya var. 
İnsanın yalnızca var olmak için imaja, makyaja, görüntüye, sunuma, alkışa, sahte sahnelere ihtiyacı olduğu bir dünya. Hepimiz sahte sahnelerde beğenilmek ve hünerlerimizi sergilemek istiyoruz ama aslında bu toprağa dokunmak olmuyor, bu ağaca dokunmak olmuyor, bu kendi varlığına yeni bir şekil vermek yahut onu eğitmek ve rafineleştirmek olmuyor. Bu bir kısır döngü, devam ediyor. Çünkü imajlar, resimler, varlık kaygısı tükenmiyor...
Bu sonu olmayan bir var olma durumu... 
İnsanı daha çabuk ve daha kolay bilgileri en kısa zamanda sindirmeye, aslında insanın içindeki o ilkel ben'e hitap ediyor. 
Aslında insana çabuk ulaşmak istediği yere en kısa yoldan nasıl ulaşılacağını gösteriyor ama insana bir çözüm sunmuyor. Kafayı daha çok karıştırıyor, kafayı daha çok çalıştırıyor kimi zaman. Umut vadetmiyor, çünkü o insan biliyor ki bir bilgisayarın karşısında bir insan neyi değiştirebilir. Bu Afrika'ya yıllardır yapılan yardımlarla aynı etkiyi uyandırıyor... 
Biz de işte o sevdiğimiz ve özlediğimiz insanlara ne kadar sanal olarak yakın olmaya çalışırsak çalışalım, veya topluma kendimizi o sanal ortamlardan ne kadar tanıttığımızı düşünürsek düşünelim, gerçekten de varılan nokta sonuçta belki de kendimizden uzaklaşmak ve karşı taraf ile aramıza mektupların, el tutuşmalarının, kokunun, sanatın, ruhun, gerçekliğin, samimiyetin girmediği ... sadece ama sadece kontrol mekanizmasının işlediği herkesin kendini, birbirini, başkalarının kendi hakkında ne düşündüğünü kontrol ettiği, yani herkesin hem kendi hayatının hem başkalarının hayatının ajanı olduğu çarpık bir sistem ortaya çıkıyor. Özgürleşmek erteleniyor. 
Özgürleşmek başka bir zamanda konuşulacak bir konu. 
Faydaları yok mu? Var fazlasıyla var, fakat her şeye her zaman herkese sahip olma ulaşma ve yarışma ve kendini başkalarıyla karşılaştırma, özellikle de benim gibi 30 yaşına gelenler için inanılmaz bir sorun. Her ne kadar gerçeklik sorunsalının her imajın arkasında yer aldığını bilen şüpheci ve sorgulayıcı bir varlık olsa da insan... 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s