Ana içeriğe atla

Kısa Hikayeler

Anneme Göndermediklerim

Anneme binlerce mektup yazdım. Hiçbirini göndermedim. Email yazdım, Word’de bir şeyler yazdım, şiir yazdım, blog yazdım, öykü yazdım. Hiçbirini ama hiçbirini göndermedim. Halbuki elektronik postaya da alışmıştı. Ona tüm bu güzel şeyleri göndermek yerine sadece şikayetlerimi, hastalıklarımı, gözyaşlarımı ve pişmanlıklarımı gönderdim. Neden hayatımın güzel detaylarını göndermedim? Neden ona yaratıcılık atölyesinde yazdıklarımı göndermedim. Bilmiyorum. Halbuki bana her şeyi yaz, demişti.

Her şey o baharda oldu. Bir Nisan akşamı...

Annem gizlice günlüğümü okumuş muydu bilmiyorum. Ama ilkokul defterlerimi atmamıştı. Odamı bir depo olarak kullanıyordu. Birçok şeyin yeri değişmişti ama mahremlerin değişmemişti. Mahremlerden kastım elbette günlükler, mektuplar ve şiir defterleriydi. Saklanan resimler. Benim icatlarım. Gizlilerim saklılarım. Ne kadar çok çalıştığım, kese kağıtlarında aynı cebir sorularını bu küçük şehirden kurtulmak için binlerce kez çözdüklerim. Ama kimse bilmesin. Kimse duymasın. Onları saklamıştı.

Bir bahar akşamı annem Harbiye’de yolunu kaybetti, polisler bizi buldular. Ablama sarıldı ve ona ‘beni kurtar’ dedi.

Bu şehir Orta Anadolu’da yer alır. Zümrüt gözlü Ganime’nin yani anneanemin şehridir burası, o elalem ne der diye bir gün bile parlak düğmeli hırka giymemiştir. Kahverengi veya siyah renktir giydikleri. Kırmızı mı? Haşa. İşte tam da bu yüzden annem yıllar önce anneannemi benimle bir hırka bir etek almaya göndermişti. Anneannem ne de olsa hiçbir şeyi beğenmeyecekti ve ben onunla saatlerce gezmek zorunda kalacaktım. Bin bir senedir dul kadın, ne derlerdi yahu! İlahi anneanne. Gençliğinde “aman bu kızın gözleri ne güzel!” demesinler diye gözlerini kaldırımdan kaldırmaktan korkan anneannem... 

Yıllar sonra yani tam iki nesil sonra ben de yürürken gözlerimi yerden kaldırmaktan kaçındım. Çünkü gözlerimi kaldırır kaldırmaz laf yiyordum. Bir gün amcam sen nasıl yürüyorsun öyle, karşıya bakmadan?” dedi. Anladım o zaman nasıl bir yerde büyüdüğümü. Çok cesur olmamalıydı kadınlar bu şehirde. Çok fazla gösteriş yapmamalılardı. Yoksa rahatsız edilirlerdi, adları çıkardı. Sonra kimse onları almazdı, üstüne üstlük onların kızlarını da kimse almazdı, hem de onların kızlarının kızlarını da kimse almazdı. Belli de olmaz, parası ve güzelliği varsa belki de alırlardı. Para ve güzellik her şeyi aklardı.

Kışın Ramazan pidesi kokardı. Tahin pekmez yerdik annemle. Çok severdik. Üç gün oruç tutardık. Onun ülseri vardı, kanser geçmişi vardı, her şeyi vardı onun. Migreni, başağrısı... Yorgundu ama çok çalışırdı. En çok da sabahları beni uyandırmaya uğraşırdı. Ben de inadına uyanmazdım. Her çalışmadığım gün bana ‘seni buradan sanayiden birinin oğluyla evlendireyim, çalışma otur’ derdi. Korkardım. Bu evlenme fikri beni çok ürkütürdü. Sabahları erken kalkınca neden bilmem erkeklerden tiksinirdim. Hiç doğru düzgün erkek arkadaşım yoktu. Önce feminist, sonra inektim. Her ikisi de hakaret sayılıyordu, biz ortaokuldayken.

Tüm bunları yazmak isterdim anneme. Ama yazmadım. Şimdi yazsam... da göndersem. Ama şimdi uzaktayım. En güzeli gidip onu görmek olurdu herhalde. Bir defa daha bakmak evine, şehrine, şehrinin yüzüne. Bir şehrimizi bir de annemizin yüzünü unutmazmışız, öyle der şair. Ne de olsa büyüdüğüm şehir, ne de olsa çocukluk, gençlik ne de olsa o kuru soğuklar ve rüzgarlar. İçimize işleyen. Laf olmasın diye yanımda yürütmediklerim, laf olmasın diye elini tutmadıklarım. Laf olmasın diye konuşmadıklarım. Aptal demesinler diye sustuklarım. Elalem ne der diye giymediklerim. Yahu aradan iki nesil geçmiş ben annemi geçememişim. Bunu da çok geç anladım.

Sonra annem geri dönmek istedi şehrine. Biz aslında yanımızda kalsın istedik, ama evi ordaydı, dönmek istedi. Ancak evinde rahat ediyordu. Hastaneleri de sevmiyordu, zaten yılları hastanede geçmişti.

Bir gün birisi elime iman kitabı tutuşturdu. Ben de kitap kurduyum ya okuyacağım. Annem sordu kaç defa ‘nerden buldun?’ diye. Okuyayım istedim. Okutmadı. Çok sinirlendi. İmandan bahsediyordu kitap. Kolay okunur şekilde yazılmıştı. Annem sağ olsun o gün beyin yıkamasından kurtuldum. Tabii kitabı okusaydım nerde olurdum kim bilir, çünkü ben inanırdım ve severdim ruhani ve muhafazakar şeyleri. Severdim mesela birçok kurala uymayı. Birleştiremezdim okuduğum Rus klasikleriyle bizim yaşadığımız hayatı. Bir E dergisi vardı, muhteşem bir Edebiyat dergisiydi. Ağırdı biraz dil olarak ama artık dağıtmaz oldular. Onu okur ve anlamaya çalışırdım lisedeyken. Tabii Sevgi Soysal son noktayı koydu her şeye. Artık sonsuza dek Sevgi Soysal’ı sevecektim.

Annelere sadece iyi şeyler söylenmeli, o yüzden söyleyemedik.

Aşk illaki koynuna alıp yatmak mıdır? Yoksa aşk asla olamayacağımız bir insana duyduğumuz o inanılmaz sevgi, hayranlık, özlem ve ihtiyaç mıdır? Benim aşkım böyleydi. Böyle kaldı. Ve gittikçe de büyüdü. Hiçbir zaman azalmadı. Tante Rosa’yı çok sevmiştim oysa annemden çok farklıydı. Ben ikisine de aşıktım. Birisi çekip gitmişti her fırsatta. Diğeri ise asla ama asla çekip gitmek istememişti. Ne annesini, ne ailesini, ne başını duvardan duvara vurmasına sebep olan kızını, kimseyi terk edememişti. Hastalarını da terk etmemişti. Yorulmaz olur muydu? Geceleri ameliyat yapardı rüyasında, o eski katarakt mercekleri kayardı, kabusa dönüşürdü rüyalar. Bir uyku ilacı alır yatardı.  

Ona anlatmak isterdim neler yaptığımı, nelerle uğraştığımı, nelere ağladığımı ve sevindiğimi. Ona yalanlar söylemek isterdim, gerçekleri de söylemek isterdim. Konuşmak isterdim. Söylemedim. Gerçi bir iki yalan söyledim. Doktoraya kabul etmişlerdi beni Amerika’dan. Gerçi yalan da değildi. Etmişlerdi ama burssuz. Gidemezdim. Çünkü anneme veda etmem gerekiyordu.

Konuşmaz olmuştu artık. Gözleri mutluydu, gülümsemesi ise her zamanki gibi çok güzeldi. Beni öptü kazandığımı duyunca. Giderayak onu sevindirmek istemiştim.

O zamandan beri anneme hiçbir şey göndermedim. Ama çok yazdım. Zannetmeyin ki yazanlar, konuşanlar ve ağlayanlar gerçekten her şeyi hissediyor. Aslında sadece ifade etmek istiyorlar, o yüzden zannediyoruz ki en büyük acıyı onlar çekiyor. Yokluk ve özlem ve aşk belki de bunlara izin vermeyecek kadar derin olduğu zaman insan suspus olur, konuşamaz da hatırlamaz da... Belki de delirir.

Ben hep yazdım. Ama hiç yollamadım. Bazen elektronik postasına girip bana gönderdiği emaillere bakıyorum. Herkese benden konuşmuş, insanlar söylüyorlar. Evet ona hiçbir şey yollamadım. Yolladığım kartlar için ‘biraz klişe olmuş ama olsun, hatırlaman önemli’ diye cevap vermişti bir defa. Sonrasında çok yazdım. Çünkü başka kimseyle konuşulmazdı bunlar, psikologlarla bile. Herkes pragmatik bir şekilde bakacaktı bu aşka. Diyeceklerdi ki ‘annen de gitseymiş ya Tante Rosa gibi?’ Ne yazık etmiş. Ya da diyeceklerdi ki ‘sen annenin yarısı kadar olamadın? Bak en eski jenerasyondan bile beter yaşamışsın.’ Ben bunları duymam, kim ne dediyse duymam.

Kurar kurar dururum geçmişi, kafamda anılar birikir, değişir, canlanır, solar. Dört mevsim gibi geçer her şey, sonra tekrar kar yağar tekrar soğuk olur, tekrar sadece üç gün oruç tutarız, geç yatar ve Parliament sinema kulübünden bir film izleriz. Kim erken yatarsa ona film anlatılır ertesi gün. Ara sıra da TRT2’nin gece yarısı Avrupa filmleri. Çok ağlarım o sahibi tarafından öldürülen köpeğe.  Ben ağlarım ama annem ağlamaz artık filmlerde. Bir sigara yakar. Yakma, derim. Duymaz beni. Bu sigara tek lüksüm, der.

Karanlık bir bulut gibi çöktü üzerimize gidişin, ne yapacağımızı bilemedik. Ben ilk başta çok korktum. Çünkü yoktun. Sonra kurdum kurdum kurdum, yeniden seninle dünyamızı. Artık çoktun.



Bir gün belki seni dışarı atarlar

Bir gün belki seni de dışarı atarlar, farkında bile olmazsın. Senin yazdıklarını silerler. Seni karalarlar. Kadınsın diye alay ederler. Gruba dahil etmezler. Biraz güçlüysen ezersin, biraz duygusalsan üstüne gelirler. Işte böyle, kadın gibi ağlama derler. Karı gibi gülme, karı gibi yürüme, derler. Sonra da atarlar üstüne her şeyin günahını. Suçlarlar seni. Kendini kötü hissettirirler. Kendini suçlu bulmaya başlarsın her şeyde. Sendedir suç. Yeterince uğraşmamışsındır, istemeden yapmışsındır, eğer birini yeterince sevmiyorsan suç sendedir. Sevgi yenilenemeyen bir hücrem midir?

Nedir bu evin hali böyle? Bu yemek neden böyle tuzlu olmuş? Neden anneme kötü davrandın? Neden kızkardeşime surat astın? Tüm erkekler korkar güçlü kadınlardan, güçlüden kastım kaslı falan değil. Paralı değil. Bilgili ve sabırlısından korkarlar. Akıllısından korkarlar. Aşığından bile korkarlar. Aşık kadın korkulu şeydir. Oooh köşe bucak kaçarlar aşık olanından. Çünkü karşılık veremezler, halbuki aşka karşılık aşktır. Korkaklık değil.  

Belki de o yüzdendir senin dişiliğin ve duyarlılığın sağolsun, benim aşkımı bu kadar insaflıca karşılayan bir başkası olmamıştı. Saatlerce kollarıma alırdım uyuturdum seni, başını okşardım. Yatmadan önce öper koklardım. Güzel kuşum benim. Nasıl bir aşktı aramızdaki. Sen gözyaşlarımı silerdin. Beni anlardın. Kadınlığımı, kadınsızlığımı, insansızlığımı ve yalnızlığımı. Her şeyimle anlardın beni. Anlamaya çalışmana bile gerek kalmazdı.

Bir gün seni de dışarı atarlar. Nasıl olsa zayıftır derler. Sesini çıkaramaz. Yalnız bir kadın, derler. Bağlantıları da yok. Hani o Türk dizilerindeki gibi babası ünlü bir işadamı değil, mafya da değil. Eyvah, yandın. Baban memur mu dedin? Emekli asker mi? Yok öğretmen mi? Onlara saygı kaldı mı ki canım? Kimin kime saygısı kalmış ki yalnız başına bir yerlere tutunmaya çalışan kadına saygı olsun? Tek bir şey var, isim yapmalısın. Isim yaptıktan sonra işin kolay her iş böyle. Ama çok da isim yapma, o zaman yine seni ya dışarı ya da içeri atarlar. Hainler dışarı atar, cahiller içeri.

Oysa o adımı bile bilmezdi. Sadece cismimi bilirdi. Kim olduğumu ve ne yaptığımı… hangi ideolojiye sahip olduğumu bilmezdi. Konuşmazdık öyle çok. Sadece sevgi sözcükleri fısıldardık birbirimize. O kadar zamanı birlikte geçirdiğimiz halde. Bazen işten yorgun gelir uyuyakalırdım. Bir bakmışım o da benim yanıma kıvrılmış. Benim güzel ve tatlı sevgilim. Ne kadar cefakarsın. Senin kadar olamadım ben. Belki de asla olamayacağım. Kurtarsaydın sen beni zalimlerin elinden bir eve kapatsaydın, güvende olayım diye, ben sana hainlik ederdim. Sen hiç etmedin. Bana hep teşekkür ettin. Zor günümde yanımda durdun. Bana destek oldun. Belki de bu hayattaki en saf aşklardan birisidir benimki. Senin hakkında bir gün bile kötü bir şey düşünmedim. O sokaktan aldığın adamla yattığında bile. Seni affettim. Tamam sonrası pek iyi bitmedi, hamile kaldın ve ben seni suçladım. Kavga ettik. Üzdüm seni. Ama küçüksün bilemezsin diye düşündüm. Üzgünüm miniğim, kırdım seni.

Her gün aynı terane. Bir politikadır almış başını gidiyor. Kadın başı ezme politikası. Hele kültürlüyse, hele üç beş kelime edebiliyorsa, hele ki kalabalıkları etkileyecek yetkiye sahipse, hele yazarsa, doktorsa, avukatsa, akademisyense, hele anneyse ve çalışıyorsa, her şeyi derler arkasından. Affetmezler. Kararlar. Kurtulmak için. Bir gün seni de dışarı atarlar. Çemberin içindeymişsin dışındaymışsın bakmazlar. Etki alanın ne kadar büyürse o kadar suçlarlar. O kadar karalarlar. Sen etki alanın kadar tehlikelisin, evde kal, derler. Ev senin yeni korunağın olsun, çocukların tek sevincin. En büyük sevinçtir çocuk çocuk olmasına da, yahu yeter mi bir hayata?

Bir gün belki seni de dışarı atarlar sevgilim. Seni destekleyen bir kadın çıkmaz ortalığa. Bir erkek çıkmaz. Bir insan çıkmaz. Seni destekleyen sadık bir kopek çıkar belki. Ama bir gün dedim ya seni de dışarı atarlarsa… ne yaparsın? Soğukta, tek başına, öylece. Alıştın artık rahata, bir daha geri dönemezsin sokaklara. Benim küçük sevgilim. Sana özgürlüğünü versem, bir kere yara aldın, artık bir daha zor olur toparlaman. O yüzden vermiyorum sana özgürlüğünü. O yüzden sana eşit davranmıyorum, ben özgürüm sen değilsin biliyorum. Ama inan hep seni sevdiğimden hep seni korumak istediğimden.

İçim dışım bu zırvalarla doldu artık. Özgürlük mü eşitlik mi sorusuna her ikisi de demeye gerek yok. Bunlar birbirlerini tamamlayan şeyler. Sence bir gün beni de atarlar mı dışarı, ya da içeri? Kurallara karşı konuştum diye, dine karşı konuştum diye kadın oldum diye, dişli çıktım diye. Onlar da işbirliği yaparlar mı? Bana karşı cephe alırlar mı? Beni indirmeye çalışırlar mı? Görevimden, yerimden, yurdumdan ve ailemden ederler mi? Yüzyıllar içinde gelmişim Macaristan’dan Bulgaristan’dan buralara. Belli ki atılmışım örselenmişim yüzyıllarca. Demek ki her yerde bir alçak sayılmışım yahut boyun eğmemiş bir isyankar olmuşum. En son gele gele işte üç nesildir bu topraklardayım. Beni de burdan atarlar mı? Yakarlar mı kayıtlarımı, nerden geldiğime kim olduğuma dair? Ben de o kalabalıklara karışır mıyım? Hiç kimse olur muyum? Laz kızı derler mi bana da? Bir kadının aşçı, bir erkeğin şef olduğu gibi; bir erkeğin doktor bir kadının hemşire olduğu gibi, bir erkeğin futbolcu bir kadının model olduğu gibi, bir erkeğin yazar bir kadının yazarın eşi olduğu gibi? Belki onları bile olamam. Kimse olamam belki ben tarihte. İşimi de içimi de unuttururlar bana.

Sana ne olur o zaman kim bakar sana bensiz? Kim tutar elinden? O zaman da destekler misin beni? O zaman da gözyaşlarımı siler misin? En iyisi ben bir vasiyet mektubu yazayım da o mektupta diyeyim ki ‘Carmen’i arkadaşım Leyla’ya bırakıyorum’. Leyla da ne Leyla’dır, onunla da geçmişimiz var ama bitti o hikaye biliyorsun. Darılmazsın değil mi? Kıskanmazsın beni. Hem neyimi kıskanacaksın ben dışarda yahut içerdeyken? Beni özlesen mucize olur.

Ama işte lafı güzaf bunlar.

Sen gittin benden önce. Gidesin varmış. Özgürlüğü tattın. Onlar da seni bir güzel dövdüler. Sokak haydutları. Kaçtın benden köşe bucak. Yemek verdim yemedin. Şarkı söyledim dinlemedin. Yatağın altına kaçıverdin. Bana bakmadın. Yüzün yoktu bakmaya. Kimsenin ölümüne tanıklık etmemi istemedin elbette. Ne yazık ki seninkine tanıklık ettim. Komşular anlamadılar önce babama bir şey oldu zannettiler. Annemle ben hüngür hüngür ağladık. Komşular bize güldü. Kediye de bu kadar ağlanır mıymış dediler? O herhangi bir kedi değildi, dedik. Gözyaşlarımız sular seller oldu. Annem de öyle böyle değil çok duygusaldır, sulugözdür. Öyle böyle değil. Sen gidince arkanda bıraktığın 10 çocuk, bir sürü anı ve bir de babama ‘hoşçakal’ deyişin kaldı. Babam iddia ediyor ki sen ona patini kaldırıp ‘hoşçakal’ demişsin. Öyle avunuyor. Gerçekten veda etmişsin patini kaldırıp. Söyle, yaptın mı gerçekten Carmen?



Marieta

Sokakları dar bir mahallede büyüdüm ben. Komşular bilirler annemi babamı. Marieta da o sokakta büyüdü benimle, ben onunla... cocukken oyunlar oynardım. Gizlice Pazar tezgahlarının arasından sıvışır, ufak tefek hırsızlıklar yapardık. Kimsenin ruhu duymazdı, yine de yaramaz sayılmazdık. Gizlice onun annesiyle babasının yatağına uzandıgımız zamanı saymazsak tabii. Marieta serpildi, ben başka bir şehre gittim üniversiteye. Marieta evlendi, ben okudum. Geri döndüm. Marieta’nın iki çocuğu vardı, bense kitaplarla geçiriyordum zamanımı. Marieta beni beklemedi. Ailesi dardaydı. O okuyamazdı, en büyüğüydü 8 kardeşin. Boş yere ona kızdım. 10 sene sonra görüştüğümüzde onun gözlerine baktım, etrafındaki çizgilere rağmen aynı kadındı, aynı parlaklık gözlerinden süzülüp aydınlığa karışıyor ve alabildiğine beni içine alıyordu. Onu çok arzuladım. Yıllar var ki seni öpmüyorum, Marieta, dedim.
Sokaklar dardı, şşt yaptı eliyle. Göz kırptım gülümsedim yamprikçe. İki yaptı eliyle. Saat iki mi demek bu dedim eğildim usulca. İki saat sonra, dedi bana. Çocukları uyutacakmış. Nerde dedim, kilisenin arkasından pazara giden yolda buluşalım, dedi. Kocasından ses çıkmamıştı. Savaşa gitmiş ve gelmemişti. Marieta, dedim, neden bu işi yapıyorsun? Ben sana bakarım. Çocuklarıma da bakar mısın? Bakarım tabii ki. Şöle bir salladı elini, hangi parayla bakacaksın, der gibi. Aşksızlıktan seninleyim, hadi ordan, der gibi. Sana kaldım kalmaya da, daha fazla kaçamam der gibi. Beni ister gibi.
Çamaşır yıkıyordu, pazarda sigara satıyordu. Bazen temizlik yapıyordu başkalarının evinde. Bazen de yatıyordu. Bir adam vardı ki takmıştı kafayı. Umrunda değildi karısı marısı. Marieta’nın kirasını o ödüyordu. Benim cebimdeki üç kuruş ise uzaktaki kızkardeşimi okutmaya yetiyordu. Bir de anneme bakmaya tabii ki. Annem yaşlıca bir kadındı, genç kızların resimlerini gösterip gösterip duruyordu bana. “Bak bu tam sana göre. Bak işte bu harika bir kız. Ak mı ak pak mı pak, sarışın tatlıca, etine dolgun. Güleryüzlü. Unutamadın şu suratsız Marieta’yı? Hiçbir şeyle mutlu olmazdı o. Annesi ve babası her gün kavga ederdi. Açlıktan ağızları kokardı onların. Huzur vermez o kadın sana. Vermezdi de zaten. Bak adam savaşa gitti belki de onun yüzünü görmek için geri gelmedi. Öldü kaldıysa bilmem de napacaksın şu muşmula suratlı Marieta’yı?”
Canım annem benim, dedim ak saçlarına bir öpücük kondurdum. “Nasıl bir gözdür sendeki? Marieta burdaki en güzel kadındı gençken. Herkes ona dönüp dönüp bakardı. Hatırlamaz mısın ne kadar iyi yürekli güler yüzlü bir kızdı? Hatırlamaz mısın çocukluğumuzu?”
“Onlar geçmişte kaldı, köprünün altından çok sular aktı. Şimdi bulamazsın o kadını, boş yere yük alma üstüne. Yapamazsın o kadınla ... o mutsuz bir kadın, seni mutlu etmeyi bilemez. Aç bir kadın, seni doyurmayı bilemez. Kendine uygun, hayatın yormadığı bir kadın bulmalısın artık. Böyle hayalperest olmayı bırak artık.”
Bense iki saat sonra Marieta ile görüşmeyi bekliyordum. Heyecandan ölüyordum. İçim içime sığmıyordu. Kalbim çarpıyordu onu düşününce. O yeşil gözlerini düşününce. Marieta beni bekliyordu. Yıllar sonra, ellerinden tuttuğum ve birkaç defa da masumca dudağına birkaç öpücük kondurduğum Marieta beni bekliyordu. Ve ben onu istiyordum... Acaba o da beni istiyor muydu? Yine de mağrur duruyordu. Yine de mesafeli. Yakışık almazdı yaptığı, herkes de onun dul olduğunu biliyordu. Herkes o bir şey yapmasa bile üstüne yapıştırıyordu. Dar sokaklarda kaçacak yer yoktu. Dar sokaklarda dar hayatlar yaşıyorduk. Fikirler duvarlara yansıyıp çirkinleşiyor ve beynimize işliyordu. Beynimizin içindeki labirentlerdi bu dar sokaklar. Dışarı çıkamıyorduk. Geniş caddelerin ve hayatların içine dalıp kaybolamıyorduk. Savaş sonrası zamandı, ekmek bile bulmak bazen zordu, her şey karaborsadaydı ama yürek durmuyor dinlemiyor hep acıkıyordu. Mide küçülüyor, aşk büyüyordu. Nasıl bir arzuydu bu? Çok kadınla oldum ama Marieta için hissettiğim hiçbir şey son bulmuyordu. Belki bir kitap yazıp bastıracaktım, üç beş kuruş kazanacaktım. Uğraşıyordum, sabahlıyordum. Uykusuz kaldığımda öğrenciler “yine nerdeydiniz dün gece?” diye alay ediyorlardı, bense onlara “sizin için çalıştım” diye yalan atıyordum. Kimsenin beni anladğını sanmıyordum. Yazar olma sevdasına tutulmuş diyorlardı, ama kimse için pek değeri olmayan bir işle uğraşır gibi hissediyordum kendimi. Ben onlar için yazmıyordum. Ben onları yazıyordum. Ben onlar için çalışmıyordum. Kendim için çalışıyordum. Ben onları yargılamıyordum ama onlar beni yargılıyorlardı. Ben onları yazıyordum, tek bir kişi için. Marieta için yazıyordum ben, onu görünce bunu söyleyecektim ona, ilham kaynağımın o olduğunu söyleyecektim. Onun için yazdığımı söyleyecektim. Beni anlayacaktı, gözleri dolacaktı. Ellerini tutacaktım, iş görmekten nasırlaşmış ellerini. Okur musun? Diyecektim. Sen yazarsan okurum, diyecekti. Senin için yazıyorum Marieta, bekle beni, iki saat sonra. Kilisenin arkasından pazara çıkan dar sokakta... orda bir kapı var ordan gireceğiz. Soğuk havayı dışarda bırakacağız. Diğer insanları da. Sadece senin için yazıyorum Marieta, gözlerindeki ışık için... tatlı çocuk gözlerine bir defa değil bin defa bakabilmek için yazıyorum.
Melinde ile buluştum. Hiçbir şey beklediğim gibi gelişmedi. Ona onun için yazdığımı söyledim. Bana ‘ben de çok yazıyorum ama kimse bilmez’ dedi.
-Peki sen kim için yazıyorsun?
-Çocuklarım için
-Hayır onu demiyorum
-Birisi için mi yazmam şart illaki?
-Elbette, bense hep…
-Yakın arkadaşım Marieta’yı hatırlarsın belki.
-Evet.
-İlk cinsel deneyimimi onunla yaşadım.
-Nasıl ?
-Evet, denemek istedik. Beğeniyorduk birbirimizi. Genç ve deliydik. Bilmiyorum, sonrasında onun gibi bir şey yaşamadım bird aha.  
-..
-Anlatması zor, belki de ben en çok onu sevdim. Sonrasında üzülmekten ve kendimi üzmekten başka bir şey yapamadım. Oysa Marieta ve ben birbirimizi anlıyorduk. Biz doğuştan birbirimizi tanıyorduk. Hayatıma giren erkekler gibi değildi, uzun süern bir aşktı. Benden sürekli bir şeyler bekleyen ve beklentilerimi anlayabilen bir kadındı. Farklıydı. Ben birçok şeyi onun için  yazdım.  
-Daha erotik içerikli mi yazdığın şeyler?
-Hayır çocukluğa dair hikayeler. Çocukluğumdan sonrasını hiç sevmedim ben, hiç istemedim çocukluğu geride bırakmayı. Ne demek istediğimi anlıyor musun?  
-Peki ya ben? Benim hakkımda ne düşünürdün?
-Senin hakkında hiçbir şey düşünmedim Mario, sen hep o ufak çekingen çocuksun gözümde, hala da öylesin. Hayal dünyasında yaşıyorsun. Neler çektiğimi bilmiyor ve beni mutlu edeceğini iddia ediyorsun. Ben artık mutluluğu bir tahta kaşık gibi görüyorum, yemek değil! İnsan çok defa kırıldığı zaman hayal gücünü yitiriyor. Ne zaman Marieta’yı düşünsem oysa, anlıyorum ki benim tek umudum oydu. Oysa biz kurallara uymaktan başka bir şey yapamazdık.
-O ne yapıyor şimdi?
-Evlendi, üç çocuğu var. O da eşini kaybetti.
-Görüşüyor musunuz?
-…
Marieta bana cevap vermek istemedi.
Eve döndüm, annemle konuştuk biraz ama elbette ona hiçbir şey anlatmadım. Çünkü o zamanlar böyle bir şey hoş karşılanmazdı. Sadece cinsel açlık, diyecekler onu barbarlıkla suçlayacaklardı. Özel hayatın başında özel sıfatının olmasının bir anlamı olmalıydı. Bir şey söylemedim. Hem annemin de tembihiydi. Kadınların özel hayatlarını anlatma da başka ne varsa anlat bana, derdi.
-Belki de haklısın, beni mutlu edemez Marieta, biraz düşündüm de.
-Sana demiştim, nasıl bu sonuca vardın?
-Bilmiyorum… açıkçası çok düşünmedim üzerine. Sadece hissettim olmayacağını.
Anneme yine hayatımda söylediğim en büyük yalanlardan birini söyledim. Tatmin olmuş görünüyordu. Ertesi gün annem Marieta’yı pazarda gördü, Marieta gülümseyerek konuştu annemle ve annem pazardan döner dönmez bana:
-Tüm bunları evlenmemek için söylüyorsun. O kadar da suratsız değil Marieta. Bahane buluyorsun, sorumluluk almak istemiyorsun.
-Belki de haklısın anne, ne oldu yoksa fikrini mi değiştirdin?
-Bilmiyorum, ayrı bir güzelliği var Marieta’nın, yıllar geçti ama yaşlanmadı baksana. En azından çocuklarınız güzel olurdu. Benim de bir torunum olurdu, fena mı?
Cevap vermedim. O da üstelemedi. Tutarsızlığının farkındaydı. Yalnız tek bir şeyin farkında değildi. Objeleştirerek istediğimiz her insan görmekten kaçındığımız ve keşfedemediğimiz bir muamma. Peki yıllarca kendimi benim için bir şeyler hissedebilecek birisine adayıp kitaplarımı başka bir insanın hayaliyle yazsam öğretmen olmaktansa yazar olur muydum? Kimbilir…
  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s