Bilgelik ve Gençlik
Biliyorum ki bir
deneme yazarı olmak çok zaman alır. Ayrıca ciddi bir kültür birikimi
gereklidir. Gerçek bir ayaklı ansiklopedi olmak şarttır belki de. Yine de bir
deneyeyim dedim, çünkü bugün yürürken aklıma bir sürü fikir geldi. Elbette bu
fikirlerin hepsi yazmaya elverişli değildi. Keşke not alsaydım. Bir kısmı
çoktan hafızamdan uçtu gitti.
Bu seferki yazı
bilgelik ve gençlik üzerine başlıktan da gördüğünüz gibi. Bazen insan der ya ‘keşke
bunları hiç yaşamasaydım’. İşte öyle bir hayatı olur ya insanın, o da insana
delilik de katsa biraz, biraz da bilgelik katar. Bilgelik tecrübelerden
edinildiği kadar kitaplardan ve eğitimden de elde edilebilir. Eğer bunların
hepsi birleşirse bilgelik seviyeniz arşa yükselir. Artık her şeyin farkındaymışsınız
da kimse hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi düşünmeye başladığınızda bilgelik
bir önyargı ve hatta acımasızca değerlendirme seviyesine de erişebilir. Ama bu
seferlik aşırıya gitmeyen ve başkalarını rahatsız etmeyen bilgelikten bahsedeceğim. O sessiz
olandan.
Sessiz gözyaşları
en içten gözyaşlarıdır, demiş bir bilge, bir yazar, bir şair. Adını
hatırlayamamakla birlikte doğru olduğuna inanıyorum. Bazen içimizden koparak
gelen gözyaşları da içtenlikte sessiz gözyaşlarıyla yarışabilecek seviyeye
gelebilir. Ama bence şairin yahut yazarın bu şekilde düşünmesinin sebebi
sessizlikte kendimizi duyduğumuzu bilmesidir, başka bir deyişle, içimizdeki
sesin en baskın halinin bize bir şeyler söylerken, acımızın bize verdiği
yenilginin yorgunluğunda yoğrulduğumuzun farkında olduğumuzu düşünmüş olması
olabilir.
İşte bilgelik de
sessiz gözyaşlarına benzer. Sessizdir, sakindir, acısından haberdardır, nelerin
ona acı verdiğini bildiği kadar nelerin ona haz verdiğini de bilir. Artık hiçbir
hazzın eskisi gibi saf olmayacağını, her düşüncenin, her hareketin, her planın
artık biraz daha planlı, biraz daha hesaplı, biraz daha ‘bilge’ olacağını bilen
bir ruh ve beyin artık neyi sevdiğini ve sevmediğini, neyi niçin sevdiğini ve
neyi niçin sevmediğini bilmektedir. Cahit Sıtkı’nın dediği gibi ‘bilmek
yanmaktır büsbütün’ ama bilge olan artık yanmaz. Sadece yanacağı zamanları
seçer ve yanmadığı zamanlarda da yanıklarını en iyi şekilde saklar. Bilge insan
insanların onu yanıltacağını bilir, kendisine yalan söylediğini bilir,
başkalarının huylarını tespit eder, istatistiklerini çıkarır, onları tanır ve
herkesin ona karşı nasıl davranacağını az çok tahmin eder. Tahmin edemeyeceği
şeyler de olacaktır. Mesela paranın önemi; bilge insan paranın önemli
olduğunun farkındadır ama ne kadar önemsiz olduğunu düşünmek istese de her
seferinde yüzüne vurulan tokatlara ‘tahmin etmeliydim’ diye cevap verir. Bilge
insan kabullenmiş insandır. Olanları kabullenir, ölümü kabullenir, yaşlılığı,
yaşlılığın getirdiği çizgileri, insanların neden bu çizgileri yok etmek
istediğini de anlar, ölüme ve yaşlılığa karşı verdiğimiz bu inanılmaz çabada
bilge insan başkalarını suçlamaz: herkes kendi vücuduna ve yüzüne ne yapmak
istiyorsa bunu yapmakta özgürdür. Fakat bilge insan şunu da her zaman göz
önünde bulundurur: asla asla deme. Asla ‘ben hep böyle kalacağım’ demez. Demeye
dili varmaz. Çünkü değişimin ve insanın ruhunun girinti çıkıntılarından
haberdardır. Ne de olsa kanser, boşanma, ölüm, yaşlılık ve kayıplar onun
hayatının bir parçası olmuştur. Ve o bunların hepsini doğal karşılar. Hatta der
ki ölenlerle birlikte yaşıyoruz, zaten yaşayan birçok insanın içinde ölü bir
şeyler var, ölülerin içinde diri şeylerin var olduğu gibi.
Bilgeliğin bittiği yer asabiyettir. Bilge insan asabileştiğinde bilge olmaktan çıkar. Şimdiye kadar öğrendiği her şeyi reddetmiştir aşırı tepkisiyle. Bu aşırı tepki başkaları tarafından anlaşılamayacağı gibi kendisini de anlamakta gecikmiştir. Ama hatalarını kabul etmelidir. Asabiyetle bir yere varılmayacağını, hınçla ve sinirle söylenen sözlerin aslında hiçbir zaman varması gereken yere varmayacağını bilmelidir. İncitmekten başka. İncitmek ise insanlarda bir bilgelik yahut sevgi uyandırmaz.
Devam edecek...
Devam edecek...
Yorumlar
Yorum Gönder