Zaman öyle geçmiş gitmiş işte. 2012 Şubat ayında geldim Lucca şehrine. En sevdiğim yerlerden ikisi: Botanik Bahçe ve de Elisa Kapısı'ndan dışarı çıkmadan evvel yürünen o sarı badanalı yol, kolonlarla süslenmiş. İşte o alan ilk defa gördüğüm yer oldu sabah gözümü açınca. Sonrasında çalış çalış. Botanik Bahçe'sine ilk defa sanırım 2013 yazında gittim belki daha önce de gitmişimdir hatırlamıyorum ama çok geç gittim. Fakat bu bahçe duvarlardan da görünüyor ve bahçeyi rahatlıkla antik duvarların üzerinden de izleyebiliyorsunuz. Tabii ki içinde olmak daha başka bir şey. Çok güzel bir ağaç var orda, bir hikayeye göre cadının arabası o ağacın altındaki ufak göle atlayıp ortadan kaybolmuş. Ben de kötü düşüncelerimi sanırım o gölcüğe atmayı isterim. Fakat kötü düşünceleri atmak için çok güzel bir yer. Yazık olur. Sanırım bu ağacı izlemeye asla doyamayacağım. Bu şehri çok seviyorum. Sanırım Kayseri bağları, İstanbul Boğaziçi ve Lucca'nın duvarları ile bahçeleri en sevdiğim yerler. Hep yeşil hep güzel, hep taze, hep sakin, insana huzur veriyor. İnsanın doğayla olan o yok edilemez bağını hatırlatıyor. O yüzden sanırım nerde yeşil ben ordayım. Batının ikiyüzlülüğünü de iyi bilirim, hele göç politikalarında ama en güzel tarafı şu olsa gerek: yeşil alanları korumayı kollamayı bilmek. Burda da ağaç kesiliyor kesilmiyor değil, fakat doğanın yararları bilimsel olarak daha iyi biliniyor. Bir de tabii ki cahillik ve kapitalizm var her yerde olduğu gibi. Yanımızdaki bahçedeki en güzel ağaçları kestiler. O ağaçlar kesildikten sonra ki dört ağaçtı yahut beş, ben de dört insanı kaybettim ailemden, anneannem, teyzem, babam, ve teyzemin eşi, amcam derdik. Onlar gitti ama iyilikleri kaldı bu ağaçlar gibi. Sanırım hep onlarla yaşıyorum. Yıllardır annemle yaşadığım gibi. Annemin hayat enerjisi bana enerji veriyor, anneannemin doğa sevgisi bana neyin önemli olduğunu hatırlatıyor, teyzemin bana resim öğretişi gözümün önünden gitmiyor, babamın haksızlıklara karşı gelişi bana umut veriyor, Kemal Amcamın vicdanı beni daha yumuşak bir insan yapıyor. Sanırım insan ölülerle yaşamayı bir noktada öğreniyor. Fakat burda gördüğünüz üzere, son resim küçük bir oğlan çocuğunun ayakları. O ayaklar benim için her şey, o ayaklar için her şeyi yaparım. Demek ki çocuklar da insanı hayata bağlıyor. Ne kadar çocuk o kadar sevinç ama bir o kadar yorgunluk. Ben bir sene sonra bir çocukla bile kendimi burnout yani yanma noktasında yahut aşırı yorgunluk noktasında hissediyorum. Hem de full time çalışmadığım ve parttime çalıştığım halde. Fakat işte bir yerde ölüm, bir yerde hayat, insanlar dengeliyorlar dengeleniyorlar. Ölümü hep düşünmüşümdür ama çocuklar için güçlü olmalı güçlü durmalı ve hayata karşı güçlü bir duruş sergilemeliyiz ki onlar da bizi örnek alsınlar. Bizim bizden önceki o güzel güçlü insanları örnek alışımız gibi. Onlar bize örnek oldu ve dilerim biz de örnek alınacak insanlar oluruz. Çok büyük şüphelerim var tabii ki.
Geçenlerde bir bakan 15 yaşındakilerin erken evlendirilmesinin normal olduğunu söyledi. İnsanlar yorum yapmış, Anadolu'dakiler erken olgunlaşıyor diye. Doğru değil. Erken olgunlaşmaları erken evlenmek istedikleri anlamına gelmez. Okumayacakları ve hemen çocuk yapıp sadece aileye bakacakları anlamına gelir. Nedense kadınların kendilerini keşfetmesi ve de ekonomik özgürlüklerini kazanması bu iktidara çok ama çok batıyor. Nedense bağnazlık içinde yüzdürmek istiyorlar bizi.
Bir de bakmışız benim Şahizer Babaannem 15 yaşında evlenmiş. Hemen çocuk yapmış 16 yaşında. 10 çocuk,üçü küçükken ölüyor. Babam en büyük. Amerika'ya okumaya gidiyor bir yandan da maaşının bir kısmını ailesine gönderiyor. Yazıyor babaanneme, artık çocuk yapmayın. Babaannem diyor ki, oğlum ben genç evlendim, bilmezdim... Çaresizliğini anlatıyor. Babamlar sonra bir kazada bir kızkardeşlerini de kaybediyorlar. İki halam evlenmedi hiç. Her ailede büyük acılar var, dört kardeş kaybı.
Anneannemin hikayesi ayrı. Şimdi anlatamam. Fakat tek bildiğim şey bu iki kadının, annem ve teyzem de dahil, dört kadının hiç enerjisinin bitmeyişi, hayatları boyunca insanlar için didindikleri, öğrettikleri, çalıştıkları, baktıkları, yemek yaptıkları, bahçeye ağaç diktikleri, insanları sevdikleri... sonsuz sonsuz inançları, temiz kalpleri, güzel yüzleri, ve insanlıkları. Unutulacak gibi değil. Kadınlarımıza eziyet etmeyelim, ettirmeyelim, etmelerine izin vermeyelim. Erkeklerin işine geliyor diye erkenden evlenmek ve çocuk yapmak zorunda değiliz. Ailemizin işine gelmiyor diye erkenden evlenip 'yük' olmaktan çıkmak zorunda değiliz. Eşimizi işine gelmiyor diye dayak yemek, aşağılanmak zorunda değiliz. Hayatta eşitlik için savaşmak ve haksızlıklara karşı çıkmak gerek. Yoksa geçmişten bir şey öğrenmemişiz. Yoksa geçmiş bir hiç bizim için. Hafızamız ve beynimiz boşuna çalışıyor, yahut boşuna çalışmıyor.
Ama unutmayalım ki biz köklerimiz olmadan hiçkimseyiz.
Yorumlar
Yorum Gönder