“Hayat Seks Yoluyla Bulaşan bir Hastalıktır” (Zanussi) / Yazmak Hayat Yoluyla Bulaşan bir Hastalıktır
Şu an dahi çok stres altındayım. Stres altındayken hep yazarım. Beni okuyanlar daha çok stres olsun diye.
Perşembe günü tezimi sunacağım fakat sunum hazır değil, profesörümün değişiklik yapmamı istediği birkaç nokta daha vardı ve gördüm ki o değişiklikleri not aldığım kağıdı kaybetmişim. Stresim iki kat daha arttı, baş ağrım da stresime eşlik etti. Yazmaya koyuldum hemen.
Yapmam gereken şeyin ne olduğunu anladım: Daha planlı bir yaşam tarzına kendimi alıştırmak. Mesela odam bir memur odası gibi çeşit çeşit dosyalarla dolu olmalı. Her şeyi sınıflandırmalıyım. Eski mektuplar, üniversitede okuduğum makaleler, faturalar, lisansüstünde okuduğum makaleler, tezim için kullandığım kaynaklar, edebiyat dergileri, İtalyanca notlarım... Gezdiğim şehirler ve eski sevgililer için de birer dosya oluşturulmalı (Koleksiyon yaptığımı düşünenler olabilir, yok o kadar değil). Herkes ve her şey dosyalarda olmalı ki içim rahat etsin. Bir "masumiyet müzesi" kurayım kendime. (Bu paragrafta yazılan her şey ironiktir, ciddiye almayın.)
Düzenli olmayı başaramadım. Oysa beni dışardan tanıyan biri sistematik ve Doğu Avrupalı havasında bir yaşam sürdüğümü düşünebilir. Ne büyük bir yanılgıdır bu. Ne yanlış bir izlenimdir. Bende olsa olsa İtalyan keyfiyeti, Balkan neşesi, Anadolulu bezginliği ve sakinliği, "başkaları ne düşünür"cü Kayserililiği ve bir de elbette Küçük Denizkızı romantikliği gibi bir sürü "işe yaramayan" özellik mevcuttur. İnsanlar beni tanıdıkça bunu anlayacaklardır. Tüm bunları bilmeme rağmen bir şeylere koşuyormuş gibi yapmam, bir şeyleri kovalıyormuş gibi davranmam ve hayattan ne beklediğini bilen bir insanmış gibi bir duruş sergilemem aslında çok da ciddiye alınmaması gereken öğelerdendir. Eğer bir işi bitiriyorsam, başladığım işi yarım bırakmayı sevmeyişimden kaynaklanır bu. Bir de 25 yaşını dolduruyor olmanın verdiği panik, "hiçbir şey yapmaksızın yaşamdan ayrılırsam" korkusu, hayatın hakkını veremiyor olma endişesi... Çünkü önceki yazılarımdan da kavramış olabileceğiniz gibi, varoluşçuyum ben.
Gel gelelim meraklıyımdır, yeni yazarlara, yeni hikayelere, yeni insanlara, yeni işlere... Severim Neruda'nın dediği şeyleri yapmayı:
"İyidir gömlek değiştirmek
İyidir değiştirmek deriyi, saçı işi"
Gel gelelim güçlüyümdür, "bunu da hallederim, bunun da üstesinden gelirim" derim. Güçlüymüş gibi davranırım, herkes de inanır buna. Sadece yalnızken ağlarım (bu büyük bir yalan oldu). Yaşadıklarımı büyütmem gözümde, bir dramaya çevirsem de önceleri hayatımı, sonrasında birçok kişinin aynı şeyleri yaşadığını düşünerek "hayat devam ediyor" derim. Ta ki öteki çöküşe kadar bu olgunluk belirtileri hüküm sürer. Sonra yine sabah sonsuz enerjim varmış gibi koşar adımlarla yürürüm metroya doğru. Metrodan merdivenleri çıkarım soluklanmaksızın. Hele de ayağımda topuklular yoksa yaylana yaylana. Ama hoş bunu da kim yapmıyor ki?
Sonra kabullenmekte de güçlüyümdür. Birçok insanı ve olayı olduğu gibi kabullenirim. Öyle severim veya sevmem. Bazen sevmesem bile severmiş gibi yaparım. Rol yaparım evet. Kendi çapımda bir tiyatro oynarım. Ama genel olarak sevmediğim insan ve hor gördüğüm yaşantı çok az çıkar çünkü söylediğim gibi anneme yazdığım şiirde:
Gördüğüm her yüzü severim
Gördüğüm her şehri
Sevdiğim her insanı öyle
Çok severim öyle böyle değil
Şiirlerim berbattır ama yazmaya devam ederim. Bir cahil cesareti vardır bende. Hiç bilmediğim şeylerin de üzerine giderim. Bu yönümle övündüğüm söylenemez ama yine Choke’tan bir alıntı yapalım "Bazen ne yöne sıçradığının önemi yoktur, önemli olan sadece sıçramaktır bazen". Oysa beni en çok yoran da budur çoğu zaman: Enerjimi boş sıçramalarla bitirmek. Sadece sıçramak değildir amacım. Kimi zaman bilmem ne istediğimi, ne hissettiğimi. Eskiden daha iyi mi bilirdim yoksa kendimi mi kandırırdım? Evet "ne istemediğini bilenlerdenim" ben. Ne istediğimi ise tanımlamaktan korkarım çünkü bu beni hep sınırlayacak bir düşünceymiş gibi gelir. Neden sınırlandırayım ki kendimi? Neden seçim yapmak zorunda kalayım?
Oysa seçim yapmaktır hayat çoğu zaman. Bizim gibi burjuvalar için seçimler sonsuz olmasa da belli bir çerçevede seçim yapmak zorunda hissedersiniz kendinizi. Muhafazakar bir görüştür bu belki ve belki sadece burjuvalara özgü değildir. Fakat genel görüş şudur ki "Eğer ne istediğini bilirsen, bazı şeylerden feragat etmek zorundasındır." Eğer bilmiyorsan öyle boş bir şişe gibi sallanır durursun. Sallandıkça kafan karışır, kafan karıştıkça daha çok sallanırsın. Eğer maymun iştahlı bir insanmışçasına kararsız kararsız yaşamaya başlarsan bir gün metroda yahut başka bir yerde (artık nerde düşünüyorsan nerde hata yaptığını) anlarsın ki senin kuralların yok, sırf sınırlanmayasın diye. Senin önyargıların yok sırf anlayışlı görün diye. Senin seçimlerin yok, sırf o seçimlerin peşinden koşmayasın diye. Umutların yok, kırılmayasın diye vb. Çook klişe oldu biliyorum ama benim için durum bir süredir böyleydi.
Tezimle uğraşmak istemiyordum, çünkü o zaman çok sorumlu bir insan olacaktım ve istediğim gibi gezmek bu tercihle çatışacaktı. Sigarayı bırakmak istemiyordum çünkü o zaman kendimi çok prensipli bir insan gibi hissedecektim ve prensiplilik beni arkadaşlarımla sigara içme keyfinden mahrum bırakacaktı. İradeli ve kararlı olmak bana uzun zamandır zor geliyor ve ne yalan söyleyeyim eğer biraz iradeli bir insan gibi davrandıysam bugüne dek bunu en çok anneme borçluyum. O ne zaman ki bir hata yapsam, ne zaman geciksem, ne zaman boşa harcasam zamanımı bana sözleriyle büyük bir vicdan azabı çektirirdi. Son 7 senemi ondan ayrı yerlerde geçirmiş olsam da senede görüştüğümüz en fazla üç aylık zaman dilimlerinde dahi benim yanlışlarımı gözüme sokardı ve ona hep hak verirdim. Çoğu zaman pimpirikli, telaşlı ve kaygılıydı. Düşünür düşünür ve düşünürdü. Bazen ben de onun gibi binlerce şey düşünüyorum. İnsanlara sormadan yaşayamıyorum ve kararlarımı alırken insanlardan çok etkileniyorum fakat sonra kafama eseni yapıyorum. Ama öğreniyorum yavaş yavaş "bunu da yarın düşünürsün" demeyi, biraz zamana bırakmayı. Şarabı dinlendirmeyi... Yoksa onun gibi uykusuz bir kadın olmak işten bile değil.
Ondan bana baki kalan hatalarımı görüp de sonsuz vicdan azabı çekmek oldu galiba.
Şimdi annemin babama mektuplarını okurken anlıyorum: "İlk defa bu kadar eminim kararımdan" derken annem, aslında kararsız bir kadının ilk defa bu kadar emin olmasını sağlayan birisi karşısında ve bu birisi düşündüğü gibi "ömür boyu mutluluk" hayalini gerçekleştirememiş olsa da, kararından emin olmadan adım atmayan bir kadını tasvir ediyor. Bu şunu kanıtlıyor: "Bir karardan emin olmak demek o seçeneğin doğru seçenek olduğu anlamına gelmez." Ama emin olmak büyük bir adımdır her insanın hayatında. Ne istediğini ve ne beklediğini bilmek diye bir şey vardır, inkar etsek de.
"Olmak istediklerim" için hiçbir şey yapmıyordum. Tembellik miydi bu motivasyon eksikliği miydi? Zamansızlık mı bahaneler mi? Rahatlığın batması mı avarelik mi bilmiyorum. Ama karar vermiyordum çünkü bu kararların beni bağlamasından, sınırlamasından, beni zorlamasından korkuyordum. Önceki akılsızlıklarım aklıma geliyordu, önceki hayal kırıklıklarım... İş alanındaki başarısızlıklarım, ilişkilerdeki "öğrenilmiş çaresizlikler"... Ben kendimi bırakmak üzereyken ve yine o kadar da emin ve kararlı değilken... bir gün şu soruyu sordum: "Ben nerde hata yapıyorum?" Cevabı hala net değil.
"Epeyce yaklaşmışım duyuyorum
Anlatamıyorum" (Garip akımının öncüsü)
Önüne geleni yaşamak kadar mutsuz edemez hiçbir şey insanı, eğer alışık değilse bünyesi buna. Ben de artık önüme geleni yaşamaktan bıktım. Artık ne istediğini bilmeyi istiyorum. O istediğim beni en mutlu edecek karar olsa da olmasa da. Risk almak ve ateşe atmak değil ki bu kendini. Bu sessizlik demek, kafa dinlemek ve yazmak demek. Bu ne istediğini bilebilecek kadar yalnız kalmak demek. Bu anlamak ve anlaşılmak demek. Artık anlamaya ve anlaşılmaya hazırım. Artık kendime hazırım.
Adımlarım sık ve seri, tökezlemek de olsa titreyerek ağlamak da. Artık daha sık yazacağım, daha güzel yazacağım, daha dünyaya dönük ve daha "anlamak" odaklı:
"Anlamak sevgilim
O bir müthiş bahtiyarlık
Anlamak gideni ve gelmekte olanı..." (Romantik Komünist)
Size gül bahçesi vaat etmiyorum ama hayat ile bana bulaşmış bu hastalığa bir çözüm bulacağımı (en azından çabalayacağımı) söylüyorum.
Perşembe günü tezimi sunacağım fakat sunum hazır değil, profesörümün değişiklik yapmamı istediği birkaç nokta daha vardı ve gördüm ki o değişiklikleri not aldığım kağıdı kaybetmişim. Stresim iki kat daha arttı, baş ağrım da stresime eşlik etti. Yazmaya koyuldum hemen.
Yapmam gereken şeyin ne olduğunu anladım: Daha planlı bir yaşam tarzına kendimi alıştırmak. Mesela odam bir memur odası gibi çeşit çeşit dosyalarla dolu olmalı. Her şeyi sınıflandırmalıyım. Eski mektuplar, üniversitede okuduğum makaleler, faturalar, lisansüstünde okuduğum makaleler, tezim için kullandığım kaynaklar, edebiyat dergileri, İtalyanca notlarım... Gezdiğim şehirler ve eski sevgililer için de birer dosya oluşturulmalı (Koleksiyon yaptığımı düşünenler olabilir, yok o kadar değil). Herkes ve her şey dosyalarda olmalı ki içim rahat etsin. Bir "masumiyet müzesi" kurayım kendime. (Bu paragrafta yazılan her şey ironiktir, ciddiye almayın.)
Düzenli olmayı başaramadım. Oysa beni dışardan tanıyan biri sistematik ve Doğu Avrupalı havasında bir yaşam sürdüğümü düşünebilir. Ne büyük bir yanılgıdır bu. Ne yanlış bir izlenimdir. Bende olsa olsa İtalyan keyfiyeti, Balkan neşesi, Anadolulu bezginliği ve sakinliği, "başkaları ne düşünür"cü Kayserililiği ve bir de elbette Küçük Denizkızı romantikliği gibi bir sürü "işe yaramayan" özellik mevcuttur. İnsanlar beni tanıdıkça bunu anlayacaklardır. Tüm bunları bilmeme rağmen bir şeylere koşuyormuş gibi yapmam, bir şeyleri kovalıyormuş gibi davranmam ve hayattan ne beklediğini bilen bir insanmış gibi bir duruş sergilemem aslında çok da ciddiye alınmaması gereken öğelerdendir. Eğer bir işi bitiriyorsam, başladığım işi yarım bırakmayı sevmeyişimden kaynaklanır bu. Bir de 25 yaşını dolduruyor olmanın verdiği panik, "hiçbir şey yapmaksızın yaşamdan ayrılırsam" korkusu, hayatın hakkını veremiyor olma endişesi... Çünkü önceki yazılarımdan da kavramış olabileceğiniz gibi, varoluşçuyum ben.
Gel gelelim meraklıyımdır, yeni yazarlara, yeni hikayelere, yeni insanlara, yeni işlere... Severim Neruda'nın dediği şeyleri yapmayı:
"İyidir gömlek değiştirmek
İyidir değiştirmek deriyi, saçı işi"
Gel gelelim güçlüyümdür, "bunu da hallederim, bunun da üstesinden gelirim" derim. Güçlüymüş gibi davranırım, herkes de inanır buna. Sadece yalnızken ağlarım (bu büyük bir yalan oldu). Yaşadıklarımı büyütmem gözümde, bir dramaya çevirsem de önceleri hayatımı, sonrasında birçok kişinin aynı şeyleri yaşadığını düşünerek "hayat devam ediyor" derim. Ta ki öteki çöküşe kadar bu olgunluk belirtileri hüküm sürer. Sonra yine sabah sonsuz enerjim varmış gibi koşar adımlarla yürürüm metroya doğru. Metrodan merdivenleri çıkarım soluklanmaksızın. Hele de ayağımda topuklular yoksa yaylana yaylana. Ama hoş bunu da kim yapmıyor ki?
Sonra kabullenmekte de güçlüyümdür. Birçok insanı ve olayı olduğu gibi kabullenirim. Öyle severim veya sevmem. Bazen sevmesem bile severmiş gibi yaparım. Rol yaparım evet. Kendi çapımda bir tiyatro oynarım. Ama genel olarak sevmediğim insan ve hor gördüğüm yaşantı çok az çıkar çünkü söylediğim gibi anneme yazdığım şiirde:
Gördüğüm her yüzü severim
Gördüğüm her şehri
Sevdiğim her insanı öyle
Çok severim öyle böyle değil
Şiirlerim berbattır ama yazmaya devam ederim. Bir cahil cesareti vardır bende. Hiç bilmediğim şeylerin de üzerine giderim. Bu yönümle övündüğüm söylenemez ama yine Choke’tan bir alıntı yapalım "Bazen ne yöne sıçradığının önemi yoktur, önemli olan sadece sıçramaktır bazen". Oysa beni en çok yoran da budur çoğu zaman: Enerjimi boş sıçramalarla bitirmek. Sadece sıçramak değildir amacım. Kimi zaman bilmem ne istediğimi, ne hissettiğimi. Eskiden daha iyi mi bilirdim yoksa kendimi mi kandırırdım? Evet "ne istemediğini bilenlerdenim" ben. Ne istediğimi ise tanımlamaktan korkarım çünkü bu beni hep sınırlayacak bir düşünceymiş gibi gelir. Neden sınırlandırayım ki kendimi? Neden seçim yapmak zorunda kalayım?
Oysa seçim yapmaktır hayat çoğu zaman. Bizim gibi burjuvalar için seçimler sonsuz olmasa da belli bir çerçevede seçim yapmak zorunda hissedersiniz kendinizi. Muhafazakar bir görüştür bu belki ve belki sadece burjuvalara özgü değildir. Fakat genel görüş şudur ki "Eğer ne istediğini bilirsen, bazı şeylerden feragat etmek zorundasındır." Eğer bilmiyorsan öyle boş bir şişe gibi sallanır durursun. Sallandıkça kafan karışır, kafan karıştıkça daha çok sallanırsın. Eğer maymun iştahlı bir insanmışçasına kararsız kararsız yaşamaya başlarsan bir gün metroda yahut başka bir yerde (artık nerde düşünüyorsan nerde hata yaptığını) anlarsın ki senin kuralların yok, sırf sınırlanmayasın diye. Senin önyargıların yok sırf anlayışlı görün diye. Senin seçimlerin yok, sırf o seçimlerin peşinden koşmayasın diye. Umutların yok, kırılmayasın diye vb. Çook klişe oldu biliyorum ama benim için durum bir süredir böyleydi.
Tezimle uğraşmak istemiyordum, çünkü o zaman çok sorumlu bir insan olacaktım ve istediğim gibi gezmek bu tercihle çatışacaktı. Sigarayı bırakmak istemiyordum çünkü o zaman kendimi çok prensipli bir insan gibi hissedecektim ve prensiplilik beni arkadaşlarımla sigara içme keyfinden mahrum bırakacaktı. İradeli ve kararlı olmak bana uzun zamandır zor geliyor ve ne yalan söyleyeyim eğer biraz iradeli bir insan gibi davrandıysam bugüne dek bunu en çok anneme borçluyum. O ne zaman ki bir hata yapsam, ne zaman geciksem, ne zaman boşa harcasam zamanımı bana sözleriyle büyük bir vicdan azabı çektirirdi. Son 7 senemi ondan ayrı yerlerde geçirmiş olsam da senede görüştüğümüz en fazla üç aylık zaman dilimlerinde dahi benim yanlışlarımı gözüme sokardı ve ona hep hak verirdim. Çoğu zaman pimpirikli, telaşlı ve kaygılıydı. Düşünür düşünür ve düşünürdü. Bazen ben de onun gibi binlerce şey düşünüyorum. İnsanlara sormadan yaşayamıyorum ve kararlarımı alırken insanlardan çok etkileniyorum fakat sonra kafama eseni yapıyorum. Ama öğreniyorum yavaş yavaş "bunu da yarın düşünürsün" demeyi, biraz zamana bırakmayı. Şarabı dinlendirmeyi... Yoksa onun gibi uykusuz bir kadın olmak işten bile değil.
Ondan bana baki kalan hatalarımı görüp de sonsuz vicdan azabı çekmek oldu galiba.
Şimdi annemin babama mektuplarını okurken anlıyorum: "İlk defa bu kadar eminim kararımdan" derken annem, aslında kararsız bir kadının ilk defa bu kadar emin olmasını sağlayan birisi karşısında ve bu birisi düşündüğü gibi "ömür boyu mutluluk" hayalini gerçekleştirememiş olsa da, kararından emin olmadan adım atmayan bir kadını tasvir ediyor. Bu şunu kanıtlıyor: "Bir karardan emin olmak demek o seçeneğin doğru seçenek olduğu anlamına gelmez." Ama emin olmak büyük bir adımdır her insanın hayatında. Ne istediğini ve ne beklediğini bilmek diye bir şey vardır, inkar etsek de.
"Olmak istediklerim" için hiçbir şey yapmıyordum. Tembellik miydi bu motivasyon eksikliği miydi? Zamansızlık mı bahaneler mi? Rahatlığın batması mı avarelik mi bilmiyorum. Ama karar vermiyordum çünkü bu kararların beni bağlamasından, sınırlamasından, beni zorlamasından korkuyordum. Önceki akılsızlıklarım aklıma geliyordu, önceki hayal kırıklıklarım... İş alanındaki başarısızlıklarım, ilişkilerdeki "öğrenilmiş çaresizlikler"... Ben kendimi bırakmak üzereyken ve yine o kadar da emin ve kararlı değilken... bir gün şu soruyu sordum: "Ben nerde hata yapıyorum?" Cevabı hala net değil.
"Epeyce yaklaşmışım duyuyorum
Anlatamıyorum" (Garip akımının öncüsü)
Önüne geleni yaşamak kadar mutsuz edemez hiçbir şey insanı, eğer alışık değilse bünyesi buna. Ben de artık önüme geleni yaşamaktan bıktım. Artık ne istediğini bilmeyi istiyorum. O istediğim beni en mutlu edecek karar olsa da olmasa da. Risk almak ve ateşe atmak değil ki bu kendini. Bu sessizlik demek, kafa dinlemek ve yazmak demek. Bu ne istediğini bilebilecek kadar yalnız kalmak demek. Bu anlamak ve anlaşılmak demek. Artık anlamaya ve anlaşılmaya hazırım. Artık kendime hazırım.
Adımlarım sık ve seri, tökezlemek de olsa titreyerek ağlamak da. Artık daha sık yazacağım, daha güzel yazacağım, daha dünyaya dönük ve daha "anlamak" odaklı:
"Anlamak sevgilim
O bir müthiş bahtiyarlık
Anlamak gideni ve gelmekte olanı..." (Romantik Komünist)
Size gül bahçesi vaat etmiyorum ama hayat ile bana bulaşmış bu hastalığa bir çözüm bulacağımı (en azından çabalayacağımı) söylüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder