Ana içeriğe atla

Anneanneler ve Torunlar

Ays'ımın anneannesi vefat etmiş, Kayseri'ye gitti şimdi o. 1 hafta da orda kalacakmış. İyi ki de gelmiyor. Ana-kız vakit geçirsinler azcık. Zaten hatunum Amerika'ya gidecek. Yüzünü de göremedim ama kader ağlarını örüp de bizi ayırır gibi. Bu cümlem de pek Kerime Nadir romanından alıntı gibi.

2.5 aydır anneannemi ziyaret etmiyordum ben de. Sanırım bu vefat haberinden sonra düşünüp anneanneme haksızlık ettiğimi ve bu konuda ne kendi aklımla ne de kendi duygularımla hareket etmekte olduğumu anladım. Başka etkenler de vardı benim ziyaret etmeyişimde (meşguliyet, yenilikler, kurslar, yorgunluk vs.)ama şu da vardı: Ben birçok kişide kızdığım davranış şeklini edinmiştim. Gereksiz bir tepkisellik ve o tepkiselliğin getirdiği "zaten annem de yok" gibi bir cümlenin insanda uyandıracağı umursamazlık hissi. Haksız bir umursamazlıktı bu.

Anneannemin içi çok yandı. Belki seksen küsür yaşında ve kimsenin yaşayamayacağı kadar çok acı yaşadı. Çok küçük yaşta yetim ve öksüz kalmış zaten. Dedem hasta olmuş, ona bakmış uzun bir süre. Annemden yana yüzü çok güldüydü, yalan değil ya. Annem anneannemi sırtında taşırdı. Ona saygı duyardı, onu tüm doktorlara taşırdı. Tüm gezmelere beraber gitmeye çalışırlardı. Ama hayat öyle bir şey ki sıralı bir ölüm diye bir şey yok. Anneannem "anne baba ölüsü adetten" diyor annemin vefatından beri. Biliyorum adetten. Çocuğun vefatı daha yürek paralayıcı. Ama anneannemi görünce ona ağlamak istedim. Ağlarsam üzülür diye ağlayamadım. Onun da ağlayası vardı aslında. Ben annemi böyle özlüyorum, insan evladını nasıl özler? Hele hayırlı bir evlatsa.

Bana hırka örmüş. Eflatun. O kadar da güzel örmüş ki. Bu yaşta hem de. Balkonda soğukta beklemiş benim gelişimi. Bugün İstanbul çok soğuktu. Sonra balkona çıktı yine bana Altınoluk'taki yazlık bahçesinden gelen mandalinaları getirmek için. Onları soydu elime verdi. Onda gördüğüm hayat benim içimdeki hayattan daha gerçek ve tazeydi. Bu kadar emek bu kadar güç ve bu kadar büyük bir şükretme halini kimsede görmedim. Anneannemden de öğrenecek çok şey olduğunu küçük yaşta keşfetmiştim. Ve öğrendiğim en önemli şeylerden biri "kimseyi kıracak tek bir sözcük söylememek"ti. Bu öğrendiğim şeyi her zaman uygulayamadığımdan çok vicdan azabı çektim ama biliyorum ki bu hala büyük bir erdem. Gerçekleştirilmesi neredeyse olanaksız olduğu için de en zoru bu çoğu zaman.

Şimdi sizi Zümrüt Gözlü Ganime hikayemle baş başa bırakıyorum. Üç sene önce yazmıştım bu hikayeyi. Başarılı bir hikaye değil elbet. Ama tüm anneannelerimize adıyorum, tüm güçlü, şefkatli, emektar, sevgi dolu ve çilekeş kadınlarımıza.

ZÜMRÜT GÖZLÜ GANİME

Kaç yılında doğmuş bilmiyorum. Tek bildiğim yetim ve öksüz olduğu. Altı yaşından beri kayısıların çekirdeklerini ayıkladığı, onları güneşte açtığı, yine o güneşte elinin yüzünün kavrulduğu. Kaç yılında evlenmiş bilmiyorum. Çok genç evlenmiş belli ki, iyi bir kısmet çıkmış da evlenmiş işte. Belki on altı belki on yedi. Kaç yaşında ilk çocuğunu doğurmuş bilmiyorum, belki on sekiz, belki on dokuz. Kaç yılında ikinci, ondan iki yıl sonra. Kaç yılında üçüncü? Ondan iki yıl sonra? Kaç yılında dördüncü? Ondan dört sene sonra? “Neyi belirtir sayılar?” demiş şair, evet, neyi belirtir, belli ki minicikken öksüz ve yetim kalmış, belli ki erkenden evlenmiş, belli ki erkenden çocuk sahibi olmuş… Ve daha “nelerle uğraşıyorum ben?” sorusunu sormadan da gelmiş yetmiş yedi yaşına. Ah anneanne, ah Anadolu kadınım benim, meğersem senmişsin Anadolu kadını diye anılan efsanevi kadın, meğersem senin adına yazılmış tüm o destanlar…

Ben ne yazsam boş. İçini bilemem. Tek bildiğim o toprağa gömdüğünüz kaysılar, hani bitmek bilmemiş de güneşte ayıklama işi, gömelim demişsiniz. Nerden bilirmişsiniz o kayısılar yeşillenecek bir sonraki yıla, ve fark edecek hala onları, sonra da kızacak size, “Vay siz nasıl kayısıları diri diri gömersiniz diye?” Kaç yaşındaymışsın anneanne o zaman, sana sorma fırsatı bulamadım bir türlü. Belki beş, belki altı. Hadi sekiz dokuz olsun. Kız kardeşinle yüklendiğin bu suç ortaklığının da cezasını ağır ödediğini biliyorum sadece. Tüm diğer suçlarının cezasını ağır ödediğin gibi. Ya o dolabın üzerinde duran ve el süremediğiniz bisküviler? Sayar mıymış hala onları da?

Öğretmen kısmet, ne de güzel yakışır sana. Mustafa öğretmen. O zamanın sıkı öğretmenlerinden. Kara kuru bir adam, resimlerden gördüğüm kadarıyla. Bilmem sana pek mi yakışıklı geldi o zaman? Sanki yakışıklı bulmak ya da bulmamak gibi bir şansın vardı. Hayırlı kısmet işte, görücü usulü, dürüst, emekçi bir öğretmen. Hadi hadi saklama, o da az çektirmemiş sana. O değil miydi yemek tuzsuz diye komşuya gidip yemeği tattıran? “Bu yemek tuzsuz değil mi?” diye soran? Seni elaleme rezil eden, naptın o zaman anneanne, dedemin ne yaptığını dinledim de sen neler düşündün bak hiçbir zaman bilemedim. Ne diyecektin ki? “Beğenmezsen yemezsin, bey.” diyebilir miydin? “Zıkkımın pekini ye!” diyebilir miydin? Ya anneanne işte ben böyle hayalciyim, ne mümkün senin öyle bir tepki vermeye yeltenmen? Senin hem kurtarıcın, hem celladın o. Senin kocan o, ne de olsa kocan. Sana bakan, çocuklarının babası, kaçacak da bir anne evi yok ki “Ben annemin evine gideyim” diyesin. Deliymiş akıllıymış kimin umrunda, kocan, ne de olsa…

Radyodan dinleyerek İngilizce öğrenmiş, aydınmış, Atatürkçüymüş… İyi bir hocaymış, ciddiymiş, yüzü pek gülmezmiş ama çocuklarının hepsine de ilgiyle eğilirmiş… Bir fiske vurulduğunda çocuğuna, gitmiş dağıtmış müdürün odasını. Kağıtlar uçuşuyormuş müdürün ofisinin pencerelerinden. Öyle kollarmış çocuklarını.

Seni ilkokuldan aldılar diye altta kalır mıydın anneanne? Nasıl da baktın ama dedeme hasta olduğunda? Ağzına verdin, altından aldın… Yeri geldi sırtında taşıdın. Bu zümrüt gözlü Ganime’yi almakla ne de iyi etmiş. Hani sen gözlerini kaldırınca yerden “Şu kızın gözlerine de bakın.” derlermiş ya, gözlerinin ününden midir, seni istemiş? Bak bunu hiç anlatmadın, ben de sormadım, şimdi ne pişmanım. Ne kısmetlerin çıktı da varmadın belki… Ne kısmetler çıkardı zümrüt gözlü Ganime’ye… Seni çeşme başından kaçırmak isteyen ünlü ayakkabıcıya da varmadın, “Gelecekte çocuklarıma ‘annesi kaçmış’ derler” diye düşündüğünden.

Ne de ters bir adam olmuş dedem hastalanınca, illüzyonlar görür olmuş. Ne dediğini bilmez olmuş. Sana da çok kendini bilmez davranmıştı, ne zor günlerdi kim bilir. Ama sana vız gelir biliyorum. Çünkü sen neler gördün, neler geçirdin. Bir öğretmen Mustafa hasta olmuş da ona emek vermez misin? Zaten kimlere emek vermişsin, nelere emek vermişsin…O emekçi ellerinle toprağa eğildiğin gibi, eğilmez misin bir de Mustafa için? Çocuklarının babası, evinin ekmeğini getiren adam, bazı bazı tersti ama ne aydın adamdı, ne iyi adamdı… Çocuklarının hepsini de okuttu hem, sırtındaki yırtık paltoyla geçirerek kim bilir kaç soğuk kışı…

Ama bir gün damadına nasıl da kızmıştın onu içmeye götürdü diye? Senin deli damat, senin deli kocayla dışarı çıksın içmeye, ah elalem ne der? “Ne derler, ne derler?” Ganime, zümrüt gözlü kadın, sen hep başkaları için yaşadın da bir kere şikâyet ettin mi acaba? Başkası için bir şey yapmadığında, başkalarını düşündüğün için bir şeyler yaptın… Sen güzel pamuk nine, o kayısıları açtığından beri çabalarsın çocukların okusun diye, yemek yeterince tuzlu olsun, bağda asmaların üzümlerini arılar yemesin, dutlar yerlerde ezilmesin, güllerin dibini gode yemesin diye… Çabalar durursun insanlar dedikodu yapmasın diye. Halbuki sen de bilirsin, elalemin ağzı torba değil ki büzesin. Zümrüt gözlü Ganime… Hadi sen de az şiddetli kadın değilmişsin. Bir gün teyzeme nasıl da kızmışsın altı aldı diye. Biraz hırpalamışsın da galiba, kızma bak, anlatıyorum diye, bundan bahsedilmesinden hoşlanmadığını biliyorum. Biliyorum ki “düşük alırsa okuyamaz, haylaz olursa koluna altın bilezik takamaz” diye düşündün. E gençtin de fevri davrandın. Hayatın sana yaptıkları yanında nedir ki senin bir iki karşı koyuşun, bir iki yıpratışın?

Emektar ellerin, halen de rahat yüzü görmez. Durmaz. Ya namazda ya niyazda. Ya yemekte, hamur açmada yahut örgüde. Ya toprakta, ya torununun çocuğunun saçlarında yavaşça, usulca. Kim hakkını verecek o emektar ellerin? Kim hakkını verecek o verilen emeklerin? Karnımızı doyuran, hep koşturan, hep çalışan, yerinde bir gün rahat oturamamış o zümrüt gözlü Ganime’nin kim bilecek emeğinin kıymetini… Kim bildi…

Hayat seni bıktırmamış, halbuki inanmayacaksın, 18 yaşında bıktırıyor insanları. Sense bıkmak nedir bilmezsin. İyi hissetmezsen bile “İyiyim” dersin. Anneanne, bu toplumdaki yerin senin, hep kadınsın, kadın kalacaksın, ya anneydin, ya yeğendin, ya karıydın, ya anneanneydin… Sen sanki bizim için yaratılmıştın, sanki sen bizim için bir şeyler yapmaksızın yaşayamazdın. Ganime şimdi zümrüt gözlerin buğulu ve botokssuz yanakların, en ünlü markaların kremlerini sürmemiş ellerin, parıltılı olmayan kıyafetlerin (hatırlar mısın bir defa parlak düğmeli kahverengi hırkayı bile aldırmadın?) ve uzun ak saçlarınla… ne kadar güzelsin… nasıl da beyazsın, güzelsin hala… kimbilir gençken kimlerin canını yaktın… Gözlerini bir kere olsun yerden kaldırdıysan elbet güzel Ganime…
16.6.2006

Kerimcan ile Söyleşiler


Zannedersem şimdi yazmazsam unutacağım bunları.
Siz de biraz eğlenmiş olursunuz belki.
Kerimcan ile ödev yapıyoruz. 7 yaşında kendisi. Benim elime doğdu deyim yerindeyse. Boğaziçi'ni kazandığım yazdı. En güzel yazlardan biriydi. Eşek kadar oldu maşallah.

Ödev kontrolü yaptık biraz. Eksiklikleri tamamladık. Ama Can'ın memelere olan takıntısını hiç ciddiye almadım, ciddi ciddi Türkçenin "nin" ekinin niçin ayrı yazılmayacağını, "Avukat Nevra" ile "Nevra avukat oldu" arasındaki farkın ne olduğunu... anlatmaya çalıştım. Beyefendi uyanık ya, "bak bende de meme var diyerek" kemikli gövdesini teşhir etti. "Hadi Şah ben gösterdim, şimdi de sen göster." dedi. Evet, dedim çok uyanıkçaydı.

İkinci bomba da şuydu. B vitamini çeşitlerinin eksik olması halinde ne tür hastalıklar çıkacağını okuyoruz ki bunun çıktısını da ben almıştım. "Cinsel isteksizlik" gibi bir tümce geçti Kerimcan okurken. Ben napacağımı şaşırdım. İyice kontrol etmeden direkt bastığımdan başıma bela açıldı. Kerimcan'a "bunu silelim" dedim. Kurşunkalemle üstünü karaladım. Hayır, olmaz, dedi. Sildi. Sonra ben de o televizyon izlerken gizlice çantasından alıp üstünü tükenmez ile karaladım. Yarın kızacağına eminim. Ama en azından okurken o kelimeler metnin içinde geçmeyeceğinden çocukların kafası da karışmayacaktır. Sınıfta ortaya çıkacak kaosu hayal bile edemiyorum.

Üçüncü bomba B12 vitamini eksikliğinde "unutkanlık, ruhsal dengesizlik (hatta depresyon), zihin dağınıklığı görülür" cümlesinin üzerine Kerimcan'ın "kardeşimde bu var evet bu var işte!" diyerek bir anda aydınlanmasıydı. Beni çok güldürdü yaramazım. Onunla ders çalışmayı çok sevdim.

En güzel atraksiyonlardan biri de okumasının yarısında tuvalete gitmek zorunda kaldığında oturduğu sandalyeye reklam niyetine ablamın Can'ın bebekliğinde yaptırdığı "pembe tüyler üstündeki Bebek Can" temalı özel fotoyu koyup "Ben yokken reklam olarak bu duygusal çalışmayı izleyebilirsin" deyişiydi.

Küçük adamım benim. O hep benim küçük adamımdı.

Bazen çocuklara karşı duyularımın kapalı olduğunu hissediyorum ama onlarda öyle bir şey var ki en kapalı kafaları bile açabiliyorlar. İşte bu yüzden sıkıştıracak sevecek bir yeğeniniz varsa çok şanslısınız!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s