Ana içeriğe atla

En İyi Arkadaşım Evleniyor



Şaka maka önce en iyi çocukluk arkadaşım Sinem'i evlendirdim, sonra 7 senelik sıra arkadaşım ve sırdaşım ve kardeşim kadar yakın Esra'yı everdim, şimdi de 9 yaşından beri dibinden ayrılmadığım, yollarımızın öyle veya böyle kesiştiği dostum Aysun'u evlendiriyorum. Ben ona diyorum "gidiyorsun, boşluğa düşeceğim", o diyor "artık siz de kocalarınızla oturun". Ben diyorum "ilk defa yollarımız ayrılıyor", o bana diyor "kimse sizin gibi olmaz ama artık evli evine köylü köyüne". Eh diyorum eşek kadar olduk, eh diyor "artık vakti geldi". Haklı ne diyebilirim ki?

Ben dostlar hep yakınımızda kalacak zannetmiştim. Büyümeyi kabullenemeyişim gibi bunu da kabullenmem pek kolay olmuyor sanırım. Esra'nın düğününde hüngür hüngür ağlamıştım. Ama insan duygulanıyor be kardeşim. Daha dün miniktik, diyorsun, daha dün lisede ergendik, sonra geldik üniversiteye çatlaklıklar konserler eğlenceler... O kadar büyüdük mü yaw? diyorsun. Bir bakmışsın herkes yavaş yavaş yolunu çizmiş, bir arkadaşımın da kızdığı üzere ve benim söylediğim üzere "eşini bulmuş, işini bulmuş".

Hayıflanacak bir şey de yok ya bunda. Erken kalkan erken yol alır erken yol alan erken döl alır, derdi annem. Bilirim bilirim. Tabii bir de şu var, insan eğer doğru kişiyi bulamamışsa bu tür şeylerde diretmemesi çok normaldir. Doğru olduğuna inanmak lazımdır. İnandırılmak lazımdır. Bir kadın buna inanmazsa adım atmaz.

İnsan korkar ya sorumluluktan öyle korkuyorum "evlilik" lafından. Oysa doğal bir süreç bu. İnsanın yaşı geldi mi de eğer evlenmeyi düşünen biriyse evlenmelidir tabii ki. Gecikmemelidir. Geciktirmenin bir manası yoktur çünkü. Hem çocuk da isteniyorsa...

Hiç evliliğe karşı olmadım şimdiye kadar, ama kendi sorunlarımı öyle çözemedim ki birisiyle beraber sorun çözmeye çalışmak zor geldi hep. Birisini kendimmiş gibi düşünememe bencilliğinde yaşadım gittim. Hep karıştırdım her şeyi birbirine, anlatılmaması gerekenleri anlattım, söylenmemesi gerekenleri söyledim, işleri güçleri duygusallığı ve özel hayatı karman çorman ettim. Sabırsız davrandım. İçimden gelen sesi dinledim. İçimden gelen ses böyle dedi hep "Bu o değil" "Bu o değil".

En kötü tarafı da insanın bir yaşa gelip kendini tanımadığına inanması. Ben kendimi tanıyorum ama yeterince tanımıyorum. Bu yüzden de işte önce diyorum önce kendi sorunlarımı çözeyim, halbuki hiçbir insanın hiçbir sorunu öyle bir zaman çözülüp de yeni bir aşamaya geçilmiyor. Sorunlarla mücadele etme sürecinde bir sürü başka şeyler oluyor ve yanında biri varsa, gerektiğinde sırtını yaslayabileceğin... hayatta hiçbir şeyin sırayla olmadığını aslında her şeyin üst üste geldiğini daha iyi anlıyorsun. Tam kendini tanıyamayacağını sandığın anda ise yaşadıkların gösteriyor ki aslında kendini tanımaya başlamışsın. Yine sorguluyorsun. Şimdi zamanı değil, henüz değil henüz değil, diyorsun bu sefer.

Sayıklıyorsun kendi kendine. Neyineyse böyle bohem düşünceler. Neyineyse Fransız kafelerde kahveler ve pastalar ve moleskine'e yazmalar. Neyineyse kendi dünyana kapanıp da ne kadar soru işaretleriyle dolu bir hayatın olduğunu düşünmek. Hep belirsizlikle yaşamış bünyelere fazla gelir belirlilik. Ne yapacaklarını bilemezler. Korkarlar her şeyin dengeli gitmesinden. Korkarlar her şeyin düzen içinde olmasından. Her şeyin zamanında gerçekleşmesinden ve gerçekleştirilmesinden.

Sonra işte benim gibi olur bu insanlar. Daha zamanı değil daha zamanı değil.

Bu nedenle benim gibi kararsız tiplere kararlı bir atom lazımdır. Benim gibi hayalperest tiplere gerçekçi bir dokunuş, akıllı bir buluş ve baldan tatlı bir anlayış lazımdır. Zordur çünkü böyle insanlar. İsterler ama bazen ne istediğini bilmeden. Bazen de öyle bir isterler ki önlerinde duramazsınız. İşte her iki anda da çok temkinli olmak lazım. Yoksa tutarlılıkmış, mantıkmış hak getire. İrade imiş, istikrarmış hak getire. Yine de çok zor değil.

Nasıl gözünüze damla damlatırken kırpıştırmıyorsanız kirpiklerinizi, nasıl korkmuyorsanız iğne yemekten, hastalıktan, patrondan, parasızlıktan, nasıl korkmuyorsanız hiçbir şeyden ölüm kadar. Nasıl yaşamışsanız ayrılıkların en beterlerini, nasıl yaşamışsanız kayıpları... nasıl olgunlaşmış ve ağırlaşmışsanız... öyle gelsin hayat gelecekse öyle kabul ettim hayatı diyorsunuz sonunda. Hayırlısı, diyorsunuz, oynamaya devam ediyorsunuz. İçinizden bambaşka şeyler taşıyor o sırada. Dansçı olmak istiyorsunuz. Tüm gün gezmek ve hikaye okumak. Gözlerinizi sadece ve sadece sevdiğiniz şeyleri okuyarak bozmak. O ne isterdi benim adıma? Ben ne isterdim?

Ben ne olacağım şimdi? diye sormak için çok yaşlı, çok olgun sayılırım. Çok geç artık çocukluk yapmak için. En iyi arkadaşım evleniyor ve ben ne korkuyorum, ne de çok üzülüyorum. Sadece garip bir his içimde. Hayat bu, ona yeni bir hayat açılacak ve elimizden geleni yapacağız kopmamak için. Ne olursa olsun, hayat bu. Anladım hayatı. İnanmıyor musunuz bana? Gerçekten anladım.

Ağırdan alıyorum. Hayatta her şeyi ağırdan alıyorum. Özlemlerimi de.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s