Ana içeriğe atla

Şimdi Roma





Burda havalar ısınıyor. Roma yeşil ve büyüleyici.
Tek başıma olduğumdan bol bol geziyorum. Plenatorio'ya gittim geçen, antik Yunan heykellerini gördüm, Afrodit saçlarını tutmuştu ama kafası yoktu, yüzünü hayal etmeye çalıştım, nasıl dururdu diye. Yine de ellerine odaklandım, saçlarını iki yandan tutmuş ve kaldırmış. Sonra Herakles'i gördüm, çok mahzun duruyordu, "sen koca Herakles neden bu kadar üzgünsün?" diye soramadım, dilim varmadı. Çünkü Herakles'in hikayesini bilmiyordum.

Wikipedia soyle diyor Herakles hakkında:
"Yunan mitolojisinde Herakles, Roma Mitolojisi'nde Herkül, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus ona kocası kılığında yaklaşmıştır. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera onunla sürekli uğraşmış ve ölümüne neden olmuştur. Herakles doğduğu günden itibaren tanrısal bir kuvvete sahiptir."

Velhasıl kelam, tek başıma olmak benim sanat aktivitelerimi arttırdı. Her gün dışarı çıkmazsam delirecek gibi oluyorum. Hava almadan, insanları görmeden duramıyorum.

Ayrıca Plenatorio'da bir heykeltraşın daha eserlerini gördüm: Pietro Cascella, özellike Kudüs ve Changai'daki eserlerini görecek kadar uzun yaşamayı dilerim... Onun dışında çok benim anladığım bir alan olmadığından sözümü burda keseyim.

Dün de Chagall'a gittim. Ona yeniden aşık oldum. Bazı arkadaşlara tanıdık gelecegi üzere onun üzerine de şu satırları yazdım: "Hayatı tersyüz etmek isteyen, elleriyle ormanlara dokunmak, yeşile dokunmak isteyen bir adam. Mutluluk verdi bana. Sarısı, kırmızısı, yeşili... dolgun memeli kadınları, gelinleri, aşıkları, güneşi, horozu, evlerin çatılarıyla... bana bir sirki anlattı en renkli haliyle, bir kadın bir kuş kanadında uçuyordu. Ayakları yere basmayan aşıklar, kemancılar, köylülerle doluydu resimleri. Devrimi kırmızı, dumanı siyah, Bella'sı ise ucuyor havada. Onunla ilgili bir video izledim. Konuşurken gözlerinin içi gülüyor. Akdeniz'de bir köye gidiyor ve diyor ki "daha mutlu olamazdım, şu renklere bakın". Savaştan kaçıyor, kendisi bir Rus Yahudisi, ve Fransa vatandaşlığına kabul ediliyor. Sonra da Amerika'ya gidiyor. Her gittiği yerde yeni bir dünya görüyor, yeni bir dünya boyuyor. Şiir kitapları, opera salonları, tiyatroların dekorları... onun elinden çıkıyor. Zamanında Lenin ona Güzel Sanatlar Bakanlığı'nda yüksek bir mevki önermiş ama o kabul etmemiş. O bir Yahudi, farklı gözlerle bakmayı bilen bir dünya insanı, Rusya'yı içinde taşımış, köyünü, ailesini, dinini ve evrensel olan aşkı... hepsi tuvaldeydi ve ben çok mutlu oldum. Sarı tablonun önünde durdum, keşke Aysun burda olsaydı, dedim, sarıları çok sever o. Ve Chagall kadar güzel sarı kullanan başka kim var bilmiyorum ki ben."

Chagall diyor ki "aşk yeryüzünde olabilecek en güzel şey, en güzel mucize". İnanıyor, 100 yıla yakın yaşamış ya bence bu kadar çalışkan, bu kadar üretken bu kadar yaratıcı ve bir o kadar hayatı sevmeyi bilen bir adam olduğundan. Beni melankolimden 1.5 saat de olsa kurtardı ve mutluluktan ağlattı. Onu çok seviyorum.

Bu arada Ara Pacis'i de görmüş oldum. Bakmaya doyamadım, etrafında dört döndüm.

Wikipedia diyor ki:

"Ara Pacis Augustae (Latince, "Görkemli Barışın Sunağı"; bilinen adı Ara Pacis), Roma tanrıçası olarak tahayyül edilen Barış'a adanmış sunak. Sunak, Roma İmparatoru Augustus tarafından (ya da onun için) sipariş edilmiş ve İ.Ö. 30 Ocak 9 tarihinde Augustus'un Galya ve Hispania'daki zaferlerinin ardından tesis edilen barışı kutlamak için Roma Senatosu tarafından kutsanmıştır.[1] İ.Ö. 4 Temmuz 13 tarihinde hizmete girmiştir. Sunak, Roma İmparatorluğu'nun baskın askeri güç olmasıyla elde ettiği Pax Romana nın sağladığı barış ve refahtan duyulan memnuniyeti resmetmek için yapılmıştır."

Sınavlarım bitti ve ben kendimi sinemaya attım: Gianni e Le Donne. Gianni ve Kadınlar 2011 yapımı bir film, yönetmen Gianni di Gregorio, aynı zamanda baş aktör. Film hem eğlenceli hem trajikti. İtalya'nın yaşlı nüfusu, erkeklerin yitirmiş oldukları hızlı ama hızla geçmiş gençlik yılları, annelerinin gölgelerinde hayatlarını geçirişleri ve "maalesef" artık güçlü ve etkili kadınların dünyasında yer almak zorunda kalışları ve sonuç olarak yalnız kalışları...

İtalya'nın yaşlı nüfusu derken, bayılıyorum buranın yaşlı nüfusuna, şıklıklarına, hayatı bırakmayışlarına, rujlarını sürüşlerine, saçlarını yapışlarına, üst başlarına dikkat edişlerine... hayranım. Hayata tutunuşlarına.

Postaneye bir gidiyorum, kimse kimseye yer veremez ki, oturanlar da yaşlı ayaktakiler de. Yaya geçidinden geçen yaşlı bir nüfus, arabalar uzun uzun beklemek zorunda.

Bugün Katolik olmayan şairlerin ve yazarların gömüldüğü mezara da gitmek istedim,Roma Ostiense tarafındaydı. Biraz şehrin dışında gibiydi. Biraz ıssız gibiydi. Zaten mezarlığın ziyaret vakti geçmiş geç kaldım, akşam 17.00'de kapanıyormuş. Gramsci'nin mezarını görmek istiyordum, bir de kedi için mezarlık yapmışlar... hepsini görmek istedim. Fakat kısmet değilmiş derken, o taraflarda çok daha fazla göçmen var gibiydi. Birisi benim telefonda Türkçe konuştuğumu duymuş olacak ki, otobüse bindik ve Afgan Türkü bir adam benimle konuşmaya başladı. Ailesi Ankara'daymış. Zamanında mülteci kamplarında kalmış. Burda iş bulamıyorum, Türkiye'de bulmak daha kolay, diyor. Belki Avusturya'ya belki Norveç'e gideceğim, diyor. Burda sokaklarda bir sürü boş gezen insan var, görmüşsünüzdür, diyor. Biliyorum işsizlik İtalya'da ciddi bir sorun... Türkiye'de de iş bulsa o kadar güvenceli olmayacak ya. Ailesini bırakıp buraya gelmesinin sebebi ise Avrupa'yı görmek istemesiymiş. Beklediğini bulamamış. Mülteci kampında çok Kürtle tanışmış ama çok az kalma izni veriliyormuş onlara, 20'de 1 diyor. Ne kadar doğrudur bilemem. İncelemedim hiç. Ama biliyorum ki Roma'da her yerden göçmen var, hepsinin bir hikayesi var. Soramadığım bir sürü hikaye.

Roma bana kapılarını açtı, kollarını açtı, ruhunu açtı. Ve ben yalnızlıktan ve melankoliden (anlaşılmamaktan sevilmemekten) şikayet ederken başka bir dünya keşfediyorum. Mutluyum. Bir de sevdiklerim olsaydı. Bir de hayal gücüm bana bir hikaye yazdırsaydı hiç fena olmayacaktı. Ama mutluyum, şanslıyım ve keşfetmeye devam etmeye de kararlıyım.

Uzun süre bu odada kalamam, dışarda her köşede bir dünya, bir tarih var.

Ve yaşadığı yeri tanımayan insan kendisini de tanıyamaz, demişti bir düşünür, kimdi o?

Yorumlar

  1. Ne de farkli dunyalardayiz be gulum Ben de yarin misal Adam sandlerin filmine gitmeyi planliyodum. Neyse biz bulusacak ortak nokta buluruz nasilsa
    http://images.google.com/m/search?q=Chagall+avedon&mshr=6&popt=1&pbx=1&site=images&aq=&oq=Chagall+avedon&aqi=&fkt=1697&fsdt=8030&htf=&his=&csll=&action=&ltoken=4015a314#i=0
    Buyrun bu da benden size

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s