Ana içeriğe atla

Barbara adlı Film


Bugünlerde evden çıkasım yok.
Buna bunalım takılmak derler.
Geçen gün Barbara isimli filme gittik. Yeşilçam Sineması'nda. Eski mi eski bir sinema, bilirsiniz, Beyoğlu'nda. Her yerde yüzü var Türkan Şoray'ın, Cüneyt Arkın'ın, Kartal Tibet'in, eski filmlerden kareler ve resimler asılı duvarlarında. Bu sinemayı severim. Vizyona girmiş ve çabuk gitmiş, kıymeti yarı anlaşılmış yarı anlaşılmamış filmleri gösterirler. Ben eğer ki kaçırmışsam o filmi bilirim ki Yeşilçam o filme bir şans daha verir.

Barbara Doğu Almanya'dan gitmeyi düşünen bir kadının hikayesini anlatıyor.

http://www.youtube.com/watch?v=q_Pn9zwhJtI

Kadınlar hep bu iki hal içindedir zaten: Gitmek ve kalmak.
Gitmeli mi kalmalı mı?
Belki erkekler de aynı ruh hali içindedirler. Kiminle gitmek kiminle kalmak? Başını alıp gitmek mi yoksa kalmak mı? Gitmek kalmadığına değecek mi?
Burda gitmek istiyor çünkü: Doğu Almanya'da rejimle yaşadığı ihtilaf nedeniyle tutuklanıp küçük bir taşra kasabasına sürülür. Batı'ya gitmekte kararlıdır. Sadece sigaralar veya külotlu çorap için değil elbet, özgürlük için. Denetim altında olmaktan bıkmıştır. Sürekli takip ve kontrol altındadır. İnsanın iç çamaşırına, en mahremine kadar giren bir totaliter rejim altında yaşamaktadır. Ona kalacağı kötü bir ev vermişlerdir bu taşra kasabasında. Aslında o gerçek bir doktordur, kalbi olan ve aynı zamanda parayı çok önemsemeyen, işini iyi yapan zeki bir doktordur. Andre ile tanışır. Andre onu bir kitapla tanıştırmadan önce bir fikirle tanıştırır. Piyanosunu tamir ettirir.

Müzik başlar. Her vurduğu notada içinden o adamı düşünür. Andre ona klasik bir tablonun analizini yapar. Bu tablo der "odağın doktordan hastaya kaymasına sebep olmuştur." Kadın ise ona önceden şöyle demiştir: "Çiftçilere ve işçilere emeklerinin karşılığını ödemenin vakti geldi." Andre aldırmaz. Çünkü o işini yapmaktadır ve bulunduğu şartları kabul etmiştir. Büyük çaresizlikle de olsa kabul etmiştir, umutla dolması için Barbara'yı merak etmesi ve onu mutlu etmesi yeterlidir.

Barbara
Yönetmen: Christian Petzold
Oyuncular: Nina Hoss, Ronald Zehrfeld, Rainer Bock, Rainer Bock, Christina Hecke Tür: Drama
Yapım Yılı: (105 dk)
Vizyon Tarihi: 20 Temmuz 2012 Cuma
Gider mi kalır mı bilinmez bu kadınlar. Bazen kader belirler her şeyi, bazen gidemezsin, saçların dolanmıştır arkandakinin boynuna. Bazen senin hayatın başkalarının hayatına dolanmıştır. Bazen bir de bakmışsın ki pırlanta takmak o kadar da çekici gelmez. Batıya gitmek, özenmek, imrenmek, tüketmek... tüketmeyi özgürleşmek saymak o kadar da şaşaalı gelmez insana. O zaman işte Andre bir sebze yahnisi yapar, bir hastasının başında sabaha kadar bekler, bir köy doktorunun güzel hikayesini anlatır, kitabı da Barbara'nın eline tutuşturur. Barbara düşünür ama yine de gitmek ister, yapamaz. İhanet de edemez aslında sevmiş olduğu ve kavuşmayı beklediği erkeğe. 
Doktorluk ayrı bir meslek, bence kutsal bir meslek. Hastalarınla üzülüp hastalarınla kalkmak gerekir bazen, kendi hayatını hiçe saymak gerekir. Yorgun olmamak gerekir her güne yeniden başlamak için, hayati hatalar yapmamak gerekir. Düşünmek gerekir beyin kanaması var mı yok mu diye fikir yürütmek gerekir gerekli şartlar yoksa elde. Sabahlamak gerekir, uyumamak gerekir. Karanlık odalarda saatler geçirmek gerekir. Her edindiğin şeyde tırnakların kalır ama doktor olmanın da doyumu başkadır. Zor olacak zannettim zamanında doktor olmadım. Keşke işe yarayaydı şu ellerim de ameliyat yapaydım. 
İnsanlık kazanıyor, gibi bir mesaj mı vermek istedi film? Biraz da kader kazandı. İnsan ne insanlığından ne özgürlüğünden vazgeçebilir. İkisini buluşturup uyuşturmaktır mesele. Eşitlik ve özgürlükten öte, özgürlük ve insanlığı bağdaştırmak lazım. Lakin insanlıkla çelişen bir çağda, bir batıda, bir doğuda yaşamak mümkün değil. 
Barbara ilk defa gülümsedi... 

Senaryo: Christian Petzold , Harun Farocki
Yapımcı Firma: Schramm Film Koerner & WeberYapım Ülkesi: Almanya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s