İtalya saati ile en yakın arkadaşımın doğumgünü geçmiş bulunmakta, kendisi bilmem kaç yaşına girdi ama bilmesini istiyorum hangi yaşta olursa olsun. Onu seviyorum.
Daha da duygulanmak isterdim, onun için şarap içecektim. Ama vazgeçtim. Limon suyunu tercih ettim.
Nasıl duygulanmam diye sordum kendime. Garip bir şekilde Pınar Selek hakkında çıkan karar, hakarete uğrayan, saldırılan Ermeniler, en iyi araştırmacı ve barışçı gazetecilerin ölümlerinin yıldönümleri, askerlerin intiharları, bugün ben kütüphanedeyken gerçekleşen ve kanımı donduran deprem. Hiçbir şey moralimi bozamaz. Bozmayacak. Hatta ve hatta geleneksel yaşanışların bugüne tezahürü de buna dahil.
Bu sabah kalktım erkenden uyuyamadım, Lucca'nın duvarları üzerinde dolandım. Her şeyin rengi ayrı güzeldi. Dağlar ve bulutlar mor, pembe, ağaçların gövdeleri sarı ve yeşil, sarı ve açık pembe binalar, çan sesleri eşliğinde.... yürüdüm. Ağzım açık gökyüzünü izledim. Demek ben uyurken bunları kaçırıyormuşum, dedim kendi kendime. Utandım kendimden. Türkçemi unuttuğum, İngilizceyi yarım yamalak kullandığım ve de zavallı edebiyatımı öksüz bıraktığım için üzüldüm. Ama o bile beni üzmeye yetmedi.
Ben artık hiçbir şey hissetmiyorum.
Korkmak mı? Değişmek mi? Bilmem. Değiştim belki de. Kalpsizleştim ve hissizleştim. Bu kadar üzücü olay karşısında kalbimi sağlam tutmam gerektiğini öğrendim. Çünkü öldürenlere karşı güçlü durmak gerekir, hayat kadar. Üzenlere karşı, haksızlıklara karşı, yanlış kararlara ve kana karşı, güçlü olmak ve durmak gerekir. Beni ve bizi melankolik şarkılarla uyutamayacaklar. Ben yine başka bir aşk saplantısına saplanıp kalmayacağım. Yürümenin baki olduğunu anladım. Benimle yürüyenlerle yürüyeceğim. Zorunda hissetmeden kendini, koşmadan zorlanmadan bunu istediği için yürüyenlerle.
Bugün benim dostumun doğumgünü. Onunla anılarım karla kaplı bir avlu kadar net gözlerimin önünde. Basketbol çıkışı dondurma yiyişlerimiz Sivas Caddesi'nde, birlikte İngilizce İngilizce sözlüğe ilk bakışımız, şarkı paylaşmalarımız, ilk sırrı ağzımdan kaçırışım, sonrasında tüm sırlarımızı paylaşmalarımız, birbirimize karşı duyduğumuz kıskançlık, koşuşlarım, yoruluşlarım, ama her zaman o dostu orada hissedişlerim. Hep yanımda olan Aysun, kim bana zarar verdiyse kim üzdüyse yanımdaydı, ben kime zarar verip üzdüysem yanımdaydı. Bana gerçekleri yumuşak bir dille söyledi hep kırılmamı istemediğinden ama aslında beni sevdiğinden ve değiştirmek istemeyeşindendi bir de belki de. Aysun hep benim oyunda, sokakta, okulda, üniversitede, yurtta, yurt sonrasında evde kalırken, orda burda taşınırken, hep yanımdaydı. Hep dinledi beni, bana emek vermeyi öğretti. Bana gerçek olmayı, dürüst olmayı, ciddi olmayı öğretti. Bana alaya almayı öğretti. Bana bağlı kalmayı ve sabrı öğretti. Beni yargılayıp da asmadı bir gün, hep anladı hep anlamaya çalıştı. Belki kimse bu kadar sevemez dostunu, Aysun beni çok sevdi ve beni hep çok mutlu etti. Kırıldığında sözlerini sakınmadı, ama ben ona hiç kızmadım. Deleuze'un dediği gibi "dostlarım bana ne yapabilir ki? Yaptıkları seylere ben ancak gülüp geçerim, beni kıramaz üzemezler" İşte ben bunu hissettim hep Ays'ta. O beni hiç üzemezdi çünkü ben onun ciğerini biliyorum.
Deleuze der ki Fidelity (sadakat) kelimesi üzerine, sadece ve sadece dostluktan bahsederken (ilişkilerden bahsetmez bile sadakat kelimesi geçtiğinde) düşünce iki kişiyle ortaya çıkar, dostların konuşmadan önce birbirlerini anlayacakları ortak bir dilleri vardır ve iki kişi olmadan (düşünce arkadaşı olmadan) düşünce üretilmez. Ben her gerekli ve her gereksiz şey konusunda Aysun ile düşünce ürettim. Elbette Felix ve Deleuze olamadık. Ne Fransızız ne de o kadar entelektüeliz ama ben Aysun'u düşünürken bile düşünce üretirim. O benim kara kara düşünüp bakıp bakıp durduğum tablom, bir yandan da yeşil yeşil bana bakan Monet'imdir. Bu yüzden ben ondan esinlenirim, onu feyz alırım, ona çok özenirim. Onu çok beğenirim. O yalnız ve yalnız doğruları söyler. Yalan söylerken bile doğru söyler o. O öyle bir insandır işte. Ve bu yüzden de anlar herkesi çünkü o mutlak doğruların altında ezilmez, kimseyi de ezmez.
Bu yazıyı Aysun'u övmek için yazmadım.
Bir gün onu kaybetmekten çok korktum. Çok ağladım Cihan'a ... ama onu asla kaybetmedim. İnsan gerçek dostlarını kaybetmez çünkü. Gerçek dostlar bırakıp gitmezler, en aciz yaratık da olsanız, en günahkar, en çilekeş, en çekilmez de olsanız, hata da yapsanız bırakıp gitmezler.
Aysun hiç gitmedi, beni hiç bırakmadı. Ben onu bıraktım mı bilmem? Ben de bırakmak istemedim hiçbir zaman.
Eğer Aysun gitseydi ben Gaugin tarafından terk edilmiş Van Gogh olur, kafayı üşütür kulağımı keserdim.
Aysun bir gün giderdi, inanışları değişirdi, hali tavrı değişirdi, ve ben kulağımı keserdim. Ama onu sevmeyi asla bırakmazdım.
Bu bir aşk mektubu değil. Bunlar gerçek.
"When Aristotle begins his discussion of friendship, he introduces a notion that is central to his understanding of this phenomenon: a genuine friend is someone who loves or likes another person for the sake of that other person. Wanting what is good for the sake of another he calls “good will” (eunoia), and friendship is reciprocal good will, provided that each recognizes the presence of this attitude in the other. Does such good will exist in all three kinds of friendship, or is it confined to relationships based on virtue? At first, Aristotle leaves open the first of these two possibilities. He says: “it is necessary that friends bear good will to each other and wish good things for each other, without this escaping their notice, because of one of the reasons mentioned” (1156a4–5). The reasons mentioned are goodness, pleasure, and advantage; and so it seems that Aristotle is leaving room for the idea that in all three kinds of friendships, even those based on advantage and pleasure alone, the individuals wish each other well for the sake of the other." (webpage: http://plato.stanford.edu/entries/aristotle-ethics/#Fri)
Türkçeye çevirmek gerekirse: Aristotle arkadaşlıktan bahsederken bu fenomenin çok merkezinde olan bir noktayı vurgular: Gerçek dost (bu şekilde çevirmek daha uygun diye düşündüm) bir başkasını o kişi olduğu için beğenen ve sevendir. Başkası için iyi olanı istemek "iyi niyet (dilek)" (eunoia) olarak adlandırılır. Dostluklarda bu iyi niyet her iki taraf da bu davranış biçiminin (tutumun) mevcut olduğunu takdir ettiği zaman karşılıklıdır. Aristotle 3 çeşit arkadaşlıktan bahseder. Her üçünde de bu iyi niyet mevcut mudur? Aristotle ikisinde bunun olası olduğunu savunur. "Bahsedilen sebeplerden ötürü, birbirlerinin dikkatlerinden kaçmaksızın, dostlar birbirlerine iyi niyetle yaklaşıp birbirleri için iyi dileklerde bulunurlar." (1156a4-5). Bu dilekler "iyilik, zevk (neşe) ve avantaj"dır; bu da demek oluyor ki Aristotle üç çeşit arkadaşlığın da gerçekleşmesini yerinde buluyor hatta sadece zevk ve avantaj üzerine kurulu olanlar da buna dahil olmak üzere. Bu da iki kişi de diğerinin iyiliğini istediği sürece geçerli bir kural."
Sanırım benim Ays ile dostluğum hepsini kapsamakta, ben onunla sohbet etmekten çok zevk alırım, onun gibi akıllı bir insanla olmak bana dünya kadar avantaj sağlar, beni dinlediği zaman psikologa gitmeme gerek kalmaz ve ben hep onun iyiliğini isterim. Sanırım onun için daha geçerli olan şey benim iyiliğimi istemesidir. Çünkü ben çok dağıldığımda ona koşarım ve bu dağılışlarım ona hiç mi hiç mutluluk vermez. O bir gün der ki "artık seni toplamak istemiyorum, içmelerine dikkat et". Ve ben kendimi toplarım.
Aysun benim yumruğunu masaya vuranımdır.
Memleket meselelerinden girdim Aysun ile dostluktan çıktım. Onunla ben çok düşünce ürettim, onun sayesinde ben çok düşüncelere daldım. Aysun beni akıllı kıldı ben belki onu çılgın kıldım biraz. Belki biraz. Bilemem. Ama zaten o benden daha çatlaktır. Ve Deleuze der ki "biraz çatlak olmayan birini sevmek mümkün müdür?" O benim biraz çatlağımdır. O benim 20 senelik arkadaşımdır nerdeyse.... Aysuuuuuun 20 sene olmuş.
Tüm bu uyandığım sabah, tüm bu depremler, tüm bu adaletsizlikler beni üzdü, kırdı... Bireysel hatalarım beni üzdü kırdı. Ama ben Aysun için sabah bir yazı yazacağım demiştim ve yazdım. VE BİLSİNLER İSTİYORUM ADALETİ GÖLGELEYENLER, İNSANLAR DOSTLUKLARIYLA GÜÇLÜDÜR. Ve bilsinler ki "düşenin dostu olmaz" lafı sadece kendini düşünenler için söylenmiştir. Ben bugün gerçek anlamda Hrant Dink'in dostu değilim, ama dostuyum. Uğur Mumcu'nun dostu değilim ama dostuyum. Ben bugün Pınar Selek'in dostu değilim ama dostuyum. Ben bugün düşünce özgürlüğünün ve dürüstlüğün dostuyum.
Benim için Aysun değer verdiğim her şeyi temsil eder. Ben hem gerçek hem hayali anlamda onun dostuyum. Onu çok seviyorum.
Ve ben tüm dünyada acı çeken herkesin dostu olmamız gerektiğine, kavgalarımızın daha büyük olması gerektiğine inanıyorum.
Ve ben öldürseniz de küllerinden yeniden doğacak, gerçek dostlara içerim de sarhoş da olurum. Yazarım da çizerim de, gerçekleri de söylerim her yerde. Aysun nasıl olsa beni toplar, diye düşünüyorum.
Daha da duygulanmak isterdim, onun için şarap içecektim. Ama vazgeçtim. Limon suyunu tercih ettim.
Nasıl duygulanmam diye sordum kendime. Garip bir şekilde Pınar Selek hakkında çıkan karar, hakarete uğrayan, saldırılan Ermeniler, en iyi araştırmacı ve barışçı gazetecilerin ölümlerinin yıldönümleri, askerlerin intiharları, bugün ben kütüphanedeyken gerçekleşen ve kanımı donduran deprem. Hiçbir şey moralimi bozamaz. Bozmayacak. Hatta ve hatta geleneksel yaşanışların bugüne tezahürü de buna dahil.
Bu sabah kalktım erkenden uyuyamadım, Lucca'nın duvarları üzerinde dolandım. Her şeyin rengi ayrı güzeldi. Dağlar ve bulutlar mor, pembe, ağaçların gövdeleri sarı ve yeşil, sarı ve açık pembe binalar, çan sesleri eşliğinde.... yürüdüm. Ağzım açık gökyüzünü izledim. Demek ben uyurken bunları kaçırıyormuşum, dedim kendi kendime. Utandım kendimden. Türkçemi unuttuğum, İngilizceyi yarım yamalak kullandığım ve de zavallı edebiyatımı öksüz bıraktığım için üzüldüm. Ama o bile beni üzmeye yetmedi.
Ben artık hiçbir şey hissetmiyorum.
Korkmak mı? Değişmek mi? Bilmem. Değiştim belki de. Kalpsizleştim ve hissizleştim. Bu kadar üzücü olay karşısında kalbimi sağlam tutmam gerektiğini öğrendim. Çünkü öldürenlere karşı güçlü durmak gerekir, hayat kadar. Üzenlere karşı, haksızlıklara karşı, yanlış kararlara ve kana karşı, güçlü olmak ve durmak gerekir. Beni ve bizi melankolik şarkılarla uyutamayacaklar. Ben yine başka bir aşk saplantısına saplanıp kalmayacağım. Yürümenin baki olduğunu anladım. Benimle yürüyenlerle yürüyeceğim. Zorunda hissetmeden kendini, koşmadan zorlanmadan bunu istediği için yürüyenlerle.
Bugün benim dostumun doğumgünü. Onunla anılarım karla kaplı bir avlu kadar net gözlerimin önünde. Basketbol çıkışı dondurma yiyişlerimiz Sivas Caddesi'nde, birlikte İngilizce İngilizce sözlüğe ilk bakışımız, şarkı paylaşmalarımız, ilk sırrı ağzımdan kaçırışım, sonrasında tüm sırlarımızı paylaşmalarımız, birbirimize karşı duyduğumuz kıskançlık, koşuşlarım, yoruluşlarım, ama her zaman o dostu orada hissedişlerim. Hep yanımda olan Aysun, kim bana zarar verdiyse kim üzdüyse yanımdaydı, ben kime zarar verip üzdüysem yanımdaydı. Bana gerçekleri yumuşak bir dille söyledi hep kırılmamı istemediğinden ama aslında beni sevdiğinden ve değiştirmek istemeyeşindendi bir de belki de. Aysun hep benim oyunda, sokakta, okulda, üniversitede, yurtta, yurt sonrasında evde kalırken, orda burda taşınırken, hep yanımdaydı. Hep dinledi beni, bana emek vermeyi öğretti. Bana gerçek olmayı, dürüst olmayı, ciddi olmayı öğretti. Bana alaya almayı öğretti. Bana bağlı kalmayı ve sabrı öğretti. Beni yargılayıp da asmadı bir gün, hep anladı hep anlamaya çalıştı. Belki kimse bu kadar sevemez dostunu, Aysun beni çok sevdi ve beni hep çok mutlu etti. Kırıldığında sözlerini sakınmadı, ama ben ona hiç kızmadım. Deleuze'un dediği gibi "dostlarım bana ne yapabilir ki? Yaptıkları seylere ben ancak gülüp geçerim, beni kıramaz üzemezler" İşte ben bunu hissettim hep Ays'ta. O beni hiç üzemezdi çünkü ben onun ciğerini biliyorum.
Deleuze der ki Fidelity (sadakat) kelimesi üzerine, sadece ve sadece dostluktan bahsederken (ilişkilerden bahsetmez bile sadakat kelimesi geçtiğinde) düşünce iki kişiyle ortaya çıkar, dostların konuşmadan önce birbirlerini anlayacakları ortak bir dilleri vardır ve iki kişi olmadan (düşünce arkadaşı olmadan) düşünce üretilmez. Ben her gerekli ve her gereksiz şey konusunda Aysun ile düşünce ürettim. Elbette Felix ve Deleuze olamadık. Ne Fransızız ne de o kadar entelektüeliz ama ben Aysun'u düşünürken bile düşünce üretirim. O benim kara kara düşünüp bakıp bakıp durduğum tablom, bir yandan da yeşil yeşil bana bakan Monet'imdir. Bu yüzden ben ondan esinlenirim, onu feyz alırım, ona çok özenirim. Onu çok beğenirim. O yalnız ve yalnız doğruları söyler. Yalan söylerken bile doğru söyler o. O öyle bir insandır işte. Ve bu yüzden de anlar herkesi çünkü o mutlak doğruların altında ezilmez, kimseyi de ezmez.
Bu yazıyı Aysun'u övmek için yazmadım.
Bir gün onu kaybetmekten çok korktum. Çok ağladım Cihan'a ... ama onu asla kaybetmedim. İnsan gerçek dostlarını kaybetmez çünkü. Gerçek dostlar bırakıp gitmezler, en aciz yaratık da olsanız, en günahkar, en çilekeş, en çekilmez de olsanız, hata da yapsanız bırakıp gitmezler.
Aysun hiç gitmedi, beni hiç bırakmadı. Ben onu bıraktım mı bilmem? Ben de bırakmak istemedim hiçbir zaman.
Eğer Aysun gitseydi ben Gaugin tarafından terk edilmiş Van Gogh olur, kafayı üşütür kulağımı keserdim.
Aysun bir gün giderdi, inanışları değişirdi, hali tavrı değişirdi, ve ben kulağımı keserdim. Ama onu sevmeyi asla bırakmazdım.
Bu bir aşk mektubu değil. Bunlar gerçek.
"When Aristotle begins his discussion of friendship, he introduces a notion that is central to his understanding of this phenomenon: a genuine friend is someone who loves or likes another person for the sake of that other person. Wanting what is good for the sake of another he calls “good will” (eunoia), and friendship is reciprocal good will, provided that each recognizes the presence of this attitude in the other. Does such good will exist in all three kinds of friendship, or is it confined to relationships based on virtue? At first, Aristotle leaves open the first of these two possibilities. He says: “it is necessary that friends bear good will to each other and wish good things for each other, without this escaping their notice, because of one of the reasons mentioned” (1156a4–5). The reasons mentioned are goodness, pleasure, and advantage; and so it seems that Aristotle is leaving room for the idea that in all three kinds of friendships, even those based on advantage and pleasure alone, the individuals wish each other well for the sake of the other." (webpage: http://plato.stanford.edu/entries/aristotle-ethics/#Fri)
Türkçeye çevirmek gerekirse: Aristotle arkadaşlıktan bahsederken bu fenomenin çok merkezinde olan bir noktayı vurgular: Gerçek dost (bu şekilde çevirmek daha uygun diye düşündüm) bir başkasını o kişi olduğu için beğenen ve sevendir. Başkası için iyi olanı istemek "iyi niyet (dilek)" (eunoia) olarak adlandırılır. Dostluklarda bu iyi niyet her iki taraf da bu davranış biçiminin (tutumun) mevcut olduğunu takdir ettiği zaman karşılıklıdır. Aristotle 3 çeşit arkadaşlıktan bahseder. Her üçünde de bu iyi niyet mevcut mudur? Aristotle ikisinde bunun olası olduğunu savunur. "Bahsedilen sebeplerden ötürü, birbirlerinin dikkatlerinden kaçmaksızın, dostlar birbirlerine iyi niyetle yaklaşıp birbirleri için iyi dileklerde bulunurlar." (1156a4-5). Bu dilekler "iyilik, zevk (neşe) ve avantaj"dır; bu da demek oluyor ki Aristotle üç çeşit arkadaşlığın da gerçekleşmesini yerinde buluyor hatta sadece zevk ve avantaj üzerine kurulu olanlar da buna dahil olmak üzere. Bu da iki kişi de diğerinin iyiliğini istediği sürece geçerli bir kural."
Sanırım benim Ays ile dostluğum hepsini kapsamakta, ben onunla sohbet etmekten çok zevk alırım, onun gibi akıllı bir insanla olmak bana dünya kadar avantaj sağlar, beni dinlediği zaman psikologa gitmeme gerek kalmaz ve ben hep onun iyiliğini isterim. Sanırım onun için daha geçerli olan şey benim iyiliğimi istemesidir. Çünkü ben çok dağıldığımda ona koşarım ve bu dağılışlarım ona hiç mi hiç mutluluk vermez. O bir gün der ki "artık seni toplamak istemiyorum, içmelerine dikkat et". Ve ben kendimi toplarım.
Aysun benim yumruğunu masaya vuranımdır.
Memleket meselelerinden girdim Aysun ile dostluktan çıktım. Onunla ben çok düşünce ürettim, onun sayesinde ben çok düşüncelere daldım. Aysun beni akıllı kıldı ben belki onu çılgın kıldım biraz. Belki biraz. Bilemem. Ama zaten o benden daha çatlaktır. Ve Deleuze der ki "biraz çatlak olmayan birini sevmek mümkün müdür?" O benim biraz çatlağımdır. O benim 20 senelik arkadaşımdır nerdeyse.... Aysuuuuuun 20 sene olmuş.
Tüm bu uyandığım sabah, tüm bu depremler, tüm bu adaletsizlikler beni üzdü, kırdı... Bireysel hatalarım beni üzdü kırdı. Ama ben Aysun için sabah bir yazı yazacağım demiştim ve yazdım. VE BİLSİNLER İSTİYORUM ADALETİ GÖLGELEYENLER, İNSANLAR DOSTLUKLARIYLA GÜÇLÜDÜR. Ve bilsinler ki "düşenin dostu olmaz" lafı sadece kendini düşünenler için söylenmiştir. Ben bugün gerçek anlamda Hrant Dink'in dostu değilim, ama dostuyum. Uğur Mumcu'nun dostu değilim ama dostuyum. Ben bugün Pınar Selek'in dostu değilim ama dostuyum. Ben bugün düşünce özgürlüğünün ve dürüstlüğün dostuyum.
Benim için Aysun değer verdiğim her şeyi temsil eder. Ben hem gerçek hem hayali anlamda onun dostuyum. Onu çok seviyorum.
Ve ben tüm dünyada acı çeken herkesin dostu olmamız gerektiğine, kavgalarımızın daha büyük olması gerektiğine inanıyorum.
Ve ben öldürseniz de küllerinden yeniden doğacak, gerçek dostlara içerim de sarhoş da olurum. Yazarım da çizerim de, gerçekleri de söylerim her yerde. Aysun nasıl olsa beni toplar, diye düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder