Ana içeriğe atla

Geceleri Uyuyamıyordu

Geceleri uyuyamıyordu. Sadece onu düşünüyordu, acaba napsaydı, ayrılsa mıydı, ayrılmasa mıydı? What'suplar sular seller gibi gidiyor, tez yazılmıyor, sadece bu konuya odaklanılıyordu. Yoksa takıntıları mı yine su yüzüne çıkmıştı. Kimseyi aramıyordu, ne ailesini ne arkadaşlarını, ne de eski öğretmenlerini... hiçbir şeyi merak etmiyordu. Bir onu merak ediyordu, bir de madenden kaç işçi çıkarıldığını. Madendeki asıl sorunun ne olduğunu, kaç kişinin tutuklanacağını takip ediyordu. Hani kötü adamlar filmin sonunda cezasını bulurdu ya, onu bekliyordu işte. Bir de onu bekliyordu.
Eskiden dua ederdi onu da unuttu.
Aslında çok disiplinliydi hepsini bıraktı.
Sadece onu düşünüyordu, varsa yoksa o.
Dünya o varsa dönüyordu, o yoksa duruyordu.
Geceleri kitap okumadan yattığı çok nadirdi, kitaptan bir sayfa okuyor sonra tekrar ona whatsup atıyordu. Sonra aklına bir soru geliyordu, onu soruyordu. Sonra eskiden gelen şüphelerini soruyordu. Bu düpedüz kara sevda olmalıydı. Aslında kara sevdalık bir insandı kendisi. Çok takıntılı, romantik, sulugöz ve maalesef biraz çatlak. İyice yakmıştı motoru.
Ama özellikle de annesi öldükten sonra bu hale gelmişti.Ondan önce ayrılabiliyordu, bırakabiliyordu, doğru ile yanlışı ayırdedebiliyordu. Sonra bir de kendisi için sağlıklı olanı seçiyor, suçluluk duysa bile hayatın tadına varabiliyordu. Ama artık kaybetmeye tahammülü kalmamıştı. Stresliydi. Aklında hep metodoloji kısmı vardı ama ne yol bilirdi ne yordam. Literatür taraması yapması gerekiyordu ama organizasyonu sıfırdı. Güneşten yanmayı da bilmezdi soğuktan korunmayı da. Ağbisinin dediği gibi tam bir pencere önü çiçeğiydi o. Parasızlığı da bilmezdi ama parasız kaldığı çok olmuştu... ama parasızlık ona hiç dokunmazdı çünkü pilavla yoğurdu karıştırıp yese dünyalar onun olurdu falan fişman.
Fakat neyse işte içinde bir şeyler patlıyordu sürekli ne olduğunu bilmiyordu. Duasızlıktan mıydı, boşluktan mıydı, ruhsuzluktan mıydı, üzüntüden miydi. Çünkü üzülüyordu, ülkesinde olanlara.
Başbakan en sonunda bükemediği bileği öpecekti ama aslında başbakan blöf yapıyordu. 10 yaşındaki çocuklara işkenceler ediliyordu. Neden benim memleketimde çocuklar mutlu değil diye soruyordu kendi kendine ve üzülüyordu.
Farklı bir dünyada yaşıyordu, gerçeklikten kopuk çoğu zaman. 30 yaşına gelmek onu korkutuyordu.
Fakat ne zaman gerçek dünyaya bağlansa üzüntü duyuyordu, kitaplar konuşuyor ama bir çözüm sunmuyordu.
Demokrasiler tek tek milliyetçi saiklere yöneliyordu.
Demokrasiler tek tek gaddarlaşıyor belki de hiçbir zaman gerçek bir demokrasi olmamış olmanın acısıyla otoriterleşiyordu.
Hava kararmıyor, akşam olmuyordu. Gün ışığında şehre gidip bir kahve içmek 3 pound idi. Lüzumsuz idi.
Yapılacak çok iş vardı, tek arkadaş yoktu.
Sadece onu düşünüyordu, bir de ağbisini bir de ablasını bir de yeğenlerini, bir de babasını tabii.
Onlardan ayrı olmak bazen onu insanlıktan çıkarıyordu.
Rotonda'yı da düşünüyordu tabii.
Ama sevgisini yine tek bir kişide yoğunlaştırmayı başarmış onu sevgiye boğmuştu.
Kahve falı çıksın diye uğraşıyordu.
Bilim kadınıydı ama bazen falını okuyordu.
Bazen deliriyor ve irmik tatlısı yapıyordu, onun yaptığı irmik tatlısını onun dışında kimse yemiyordu. Ama annesini hatırlatıyordu irmik tatlısı. Bir de aside, eğer yapmayı bilseydi.
Türkçeyi özlüyordu, çok çok özlüyordu. Güzel Türkçe konuşmayı ve yazmayı.
Memleketini özlüyordu,
Dostlarını bir de...
Ama artık düğünlere altın almaktan bıkmıştı, altın çok pahalıydı, sanki altın alamasan dostun kalmazmış gibi geliyordu. Doğru bir yaklaşım değil tabii.
Ama 30 yaşına gelmek reklamlardan dolayı daha çok koyuyordu. Bazen reklamlara maruz kalmaktan yoruluyor, hep genç olmak için çabalamanın sebebini anlayamıyordu. Neden insanlar çocuk istemezdi? Neden yaşlanmak istemezdi? Neden bir gün anneanne olmak istemezdi? Bunu anlayamıyordu.
Ama sonra Türkiye'nin halini ve babasız kalan madenci çocukları düşünüyor ve bu dünyaya çocuk getirsen ne fayda, diyordu.
Kafası allak bullaktı, modernite, post-modernite, kapitalizm, işçi hakları derken motoru yakmıştı.
Anarşizm, komünizm, liberalizm, sosyalizm... derken rotayı şaşırmıştı.
Tüm sevgisini bir adamda toplamıştı
Tüm hasretini bir evde
Tüm kalemini bir blogda toplamıştı
Tüm enerjisini ise okumakta ve whatsup'ta.
Haberleri okumaktan korkar olmuştu eğer ki adalet yerini bulmazsa diye.
Nerde kalmıştı o dünya? Sevgili, namuslu ve çalışkan.
Nerde kalmıştı o umutlar? Çocukların babalarının yanan kablolar yüzünden ölmediği...
Nerde kalmıştı katıksız mutluluk?
Nerde kalmıştı şairlerdeki dürüstlük?
Birisinin ona umut vermesini bekliyordu. Ama tüm dünya ona "tüm ümidi sen yaratacaksın, tek başına" diyordu. Tek başınalık umutluluk durumu değildi. Ancak gerçeklere soyunmak ve sonra ağlamak ve sonra acı çekmek ve sonra gözlerini hayallere aralamaktı, umutluluk...
O da çok zor değildi bünyesi için. Hemen hemen her gün aynı şeyi yaşar olmuştu.
Birisiyle uzun uzun dertleşmeyi özlemişti, hem de bu terapisti olmamalıydı, sonunda eline para vermemeliydi. Uzun uzun dertleşmeliydi, konuşmalıydı... arınmalıydı dostlarıyla bu dünyanın pisliklerinden. Çünkü onun da eline yüzüne bulaşmıştı bu pislik. Artık o da çocuk değildi.
Ne kadar arınmak ve çalışmak istese, o kadar korkuyordu gerçeklerden kaçmaktan... çünkü arınmak ve çalışmak aslında bazı şeyleri görmezden gelmekti.
Peki her şeyi görmek ve bilmek mümkün müydü? Belki ama o zaman her şeyi hissetmek mümkün değildi.
Her şeyi istemek doğru muydu? Sırasını beklemeliydi her şey...
Geceleri uyuyamıyordu. Stres midir, çay mıdır, aşk mıdır bilinmez. Elini tutmadan uyuyamıyordu. Eğer evinde olsa belki.
Eğer aydınlık bir ülkeden geldiğini bilse belki. Ama hiçbiri yoktu. İşte o yüzden geceleri uyuyamıyordu.
Yastık batıyor, kültür yetmiyordu. Sessizlik gürültü idi, gürültü sessizlik ... her şey birbirine karışmıştı. 

Yorumlar

  1. Sen ne güzel yazmışsın bunu. Şimdi okudum... Yaza yaza bitiyor bazen sancılar..

    YanıtlaSil
  2. Canım teşekkür ederim, gece uyuyamamışım sayıklamışım işte kendi kendime :-)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s