Ana içeriğe atla

Brighton ve Ayrılıklar 1

Evet dostum uzun zaman oldu sana yazmayalı.

Ama aslında ben hep yazıyordum sadece sana yazmıyordum. Çok garip hisler içindeyim. Daha doğrusu bunlar tanıdık hisler. Bir yerden ayrılmanın ve ayrılamamanın hissi. Çok garip bir şekilde tanıştığım insanlarla derin bağlar kurup onları unutmamak ve onları sevmek için aşırı çaba harcar gibiyim. Bu çabalarımın sonucunda da hiçbir yeri terk etmemek ve hiçkimseden ayrılmamak istiyorum.

Bugün otobüse bindim, kırmızı otobüslerine İngiltere'nin... ve etrafa baktım. Ne çok anı birikmişti burda bir senede. Level Park'tan geçerken hep gülümsüyorum. Zaten İngiltere'de güneş olduğu zaman her şey değişiyor. Her şey... Gülümsemeler bile...

Ne dostluklar ne arkadaşlıklar biten ve başlayan. Bir senede her şey ne çabuk değişti. Biten aşklar başlayamayan aşklar. Çabalar, gayretler, yalnızlıklar, yazılanlar, yazılamayanlar, söylenenler, söylenemeyenler... Aklımda Kanada'daki ev arkadaşım Marco geldi ve Marco'nun ben Kanada'dan ayrılırken söyledikleri. Marco bana 'şah iyi de insanlardan ayrılmak zorundayız hayatımızın her aşamasında, buna alışmalısın' demişti. 'Yoksa yol alamazsın, önüne bakamazsın'. Bu nedense bana Einstein'ın sözlerini hatırlattı, hani hayat bisiklet sürmek gibiymiş de eğer hareket etmezsen dengeni kaybedermişsin... işte öyle bir şey oldu son iki üç senede benim için hayat da. Hep hareket etmeye çalıştım ama aslında hareket edemediğim zamanlarda bisikleti çeviremediğimden değil 'güle güle' demeyi beceremediğimden yerimde durakladım. Dengemi kaybettim düştüm. Tekrar kalktım. Bir süre çevirdim pedalları, bir süre daha ilerledim. Sonra tekrar düştüm. Sonra tekrar... Bu böyle devam etti uzun bir süre.

Şimdi daha dengeliyim, çünkü sepetimden yükleri attım.

Ve de hep kendi ruh halimi ülkenin ruh halinin dışında ayrıca bencil küçük bir alan olarak kendime sakladım hep. Kendi borumu öttürdüm, memleket kan ağlarken. Kendi ağlamalarımı yaşadım şehit analar ağlarken. Oysa biliyordum ki hayat bana cömert davranmıştı, şehit annelerine veya gencecik çocukları ölen annelere (Suruç Katliamı) hayat hoyrat bir rüzgar gibi ... Ellerinde ne var ne yok almıştı. Onların ayrılık acısıyla benim ayrılık acılarım karşılaştırılamaz. Ama şunu da öğrendim. Tüm bu olaylar tüm bu yaşananlar bizi kim olduğumuza, ne olduğumuza ne yapabileceğimize dair bizi yabancılaştırdı ve yabancılaştırmaya da devam ediyor.

Mesela yabancılaşmanın insanın kendi yetenekleri sonucu yaratabileceği bir şeye daha doğrusu yapabileceği şeylere yabancılaşması olarak algıladığım zaman, dün Fromm'un Marx üzerine yazdığı kitabın önsözünden faydalanarak... bunun ne kadar güzel bir tanım olduğunu düşündüm. Hani insanın tezine, makalesine, resmine, müziğine yabancılaşması gibi. Yapabileceği güzel şeylere yabancılaşması gibi. İşte bundan sonra o yabancılaştığın şey aslında bireysel olarak algılansa bile bireysel olmaktan çıkıyor ve sonrasında daha da toplumsal bir şey olabiliyor. Sadece sanat, edebiyat ve bilim toplumsal olduğu için söylemiyorum bunu. O yabancılaşma ancak toplumsallıkla kurtarabiliyor kendini. Yabancılaşılan obje de toplumsallaşarak sahibinden kopuyor. Ancak toplumsallıkla yabancılıktan çıkıp başkalarının tanıdıklığına sığınıyor.

Hani Feltrinelli'nin bir filminde de kadın çıkar tek başına yürümeye başlar, doğaya karışır, eşi bırakmış gitmiştir. Bırakır evini ve sahip olduklarını bir an olsun, tek başına kalmıştır. Hani Ozpetek'in pek bilinmeyen bir filminde zengin bir kariyer kadını soyunmaya başlar ve elindeki her şeyi başkalarına vermeye başlar birden bire... güzel bir sahnedir o. Toplumda, doğada, dışarda bulur insan yabancılaşmasının çözümünü. İşte bunu keşfeden insan asla yalnız kalmaz. Ve fakat başkaları tarafından yalnız bırakılırsa işte o da ona alışmış insanın ölümü olur. Sosyal bir insanın, sosyallikte yabancılaşmalarından sıyrılmış insanın ölümü yalnız bırakılmasıdır. Bunu çok ama çok iyi bilenler ve o kişileri incitmek isteyenler (belki de istemeden incitenler) onları mahrum bırakırlar toplumun getirebileceği unutkanlıklardan.

Bir de topluma karşı bir yabancılaşma var ki o en zoru... o da mümkün, o da çok çok muhtemel. Fakat şimdi ben bireyin yalnızlaşmasından ve yabancılaşmasından bahsediyorum. Hem kendisine hem de yaptıklarına. Daha doğrusu ben ayrılıklardan bahsediyordum, nerden geldim bu yabancılaşmaya...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s