Dawit
Büyüyünce
(Notos'ta 2010 Ocak sayısında basılmıştı)
Küçüğümün gözlerinden çapaklar akıyor. Kum
fırtınası gelecek, dediler. Biz alışkınız ama benim Dawit’in gözleri biraz
hassas. Kum yüzünden göz kapakları şişiyor, bazı sabahlar gözlerini açmakta
zorlanıyor. Kamptaki doktorlardan biri “akut konj…” gibi bir şey dedi. Damla
yokmuş, biraz pansuman yaptı kaynamış suyla. Bizimki rahatladı biraz.
Burada en çok tüketilen şeylerden biri un ve
şekeri yağda kavurarak yapılan ve asla kabarmayan, küçük ve ağızda dağılmayan
kurabiyeler. Dawit’i onunla doyuruyorum. Bazen konservelerle yemek
dağıtıyorlar. Zorunda kalmadıkça Dawit’e tenekeden yemek yedirmiyorum.Kendim
bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Ama o beni dinlemiyor. O tuzlu ve yağlı
yemeklerin tadını nasıl da seviyor. Birkaç defa onu Birleşmiş Milletler (BM)
ofisinin sıvalanmamış duvarını yalarken yakaladım. Tuzluymuş.
Zena 12 yaşında, daha yeni ergenliğe girdi.
Çok içine kapanık. İyi ki bir kızım olmuş, diyorum bazen. Beni hiç kırmıyor.
Burada birkaç arkadaşı da var, yok değil. Ama ben fazla izin vermiyorum çadırın
dışına çıkmasına. Hele kum fırtınasında, hele sıcakta. Çok fazla sivrisinek
var. Ya malarya olurlarsa diye ödüm patlıyor.
Ben ufaklığa hamileyken Iskinder, “Avrupa’ya
gideceğim, orda çalışıp para kazanacağım” diye tutturdu. Güya bizi de
sonrasında yanına alacakmış. İnanmadım ama onun bizim için hiçbir şey
yapamayışıydı gitmesine sebep. Kendini kandırmasına izin verdim.
İkinci çocuk olmadan önce birbirimize
gülümseyivermiştik, bir andı o, “kampta da çocuk doğrulur mu?” diye düşündüm
ben. O ise heyecanlanmıştı:
-Bu seferki erkek. Eminim.
-Erkek ya da kız, napacagız?
-Bir yolunu bulacagım, korkma.
-Kampın şartları iyi değil. Bir doktor var ama
ya bir şey olur da… hastalanırsam, ya hastalanırsa…
-Zena savaşın tam ortasında doğmadı mı? Sadece
üzerimizde bir çatı vardı yıkılmamış, hatırlasana. Sen güçlü bir kadınsın
Lebna. Sana bir şey olmayacak, bebeğe de.
Bana güven verdiğini zannediyordu. Ama bence
güvensizlikten ve umutsuzluktan gitti. Gitmeye karar verdi. Bizi bıraktı ama daha
güzel bir gelecek için bıraktı.
Yarın yok. Burada her gün aynı. BM’nin
kamyonlarından kapışılan konserveler. Küçük bir odada hasta bir sürü çocuk,
ince bileklerine dayanmış serumlar, yanıbaşlarında başları düşmüş, kendinden
geçmiş anneler. Her gün şeker ve un kurabiyesi. Dawit küçük kalacak diye
korkuyorum. Zena beklediğimden daha da uzun oldu. Bana çekmiş kızım.
Annem 80 yaşında. Belki en az bizim kadar
güçlü. Hayatı çatışmalarla ve kamplarda geçmiş. Onun için gerçeklik ile umutlar
örtüşmek zorunda değil. Bunu ta bir çocukken öğrenmiş. Zena ve Dawit de öyle
olacaklar. Kum fırtınası geldiğinde yüzünü rüzgara verdi. Kenya sınırına doğru
açtı kollarını. Onu bir süre bekledik öylece. Sonra eğildi yavaşça ve yere
kapandı.
-Anne napııyorsun?
-Bir daha gidemeyeceğiz biliyorsun değil mi?
-Burası daha iyi.
-Ben Kenya’da ölmek istiyordum Lebna,
biliyorsun. Babanın öldüğü kampta. Yanına gömeceklerdi beni.
-Anne nolur, iki çocuk bir de sen.
Bazen böyle aklı gelip gidiyor. Oysa Dawit ve
Zena onun hikayelerini dinlemeye bayılırlar. Acaba okuyabilecekler mi? Bir
öğretmen var kampta ama sınıfta her gün biri eksik, ben bizimkini gözleri
çapaklansa da aksa da yolluyorum her gün. Parmağını kaldırıyormuş, her soruya
cevap veriyormuş. Tahtayı iyi görmek için en öne oturuyormuş. Bir gün Makeda
“seninki hep önde olmak zorunda değil ya yerini azcık arkadaşlarıyla paylaşmayı
bilse iyi olacak. Burada hepimiz eşitiz” diye isyan etti.
-Gözleri hasta, biliyorsun.
-Benimki de hasta ne var?
-Makeda, çocuğumun hevesini kıramam. Zaten
yakında başka bir kampa gönderecekler bizi. Biraz sabret.
Makeda’ya yalan söyledim. Bundan daha kötü
kamplar da var. Dawit en azından okula gidiyor. Zena da. Zena İngilizce
öğreniyor. Yazısı çok güzel. Bazen Dawit’e o sahip çıkıyor, benim halim
olmuyor. Çamaşırları yıkıyorum. Birleşmiş Milletler’den gelenlere yardım
ediyorum. Bazen benden açıklama istiyorlar, gidip kamptakilerle tek tek görüşüp
ağır hasta olanların isimlerini yazıyorum, isimleri o küçücük odaya götürüp
orda çalışan sarışın mavi gözlü adama teslim ediyorum. Bazen de tüm
çadırlardaki çocukların isimlerini yazıyorum. Çocuk sayısına göre öğretmen
çağıracaklarmış. Hep öyle söylerler zaten. Burada üç aydan fazla kalan birini
bilmiyorum. Sadece o sarışın mavi gözlü adam.
Iskinder gitti, şimdi nerde bilmiyorum.
-Çocuklarla beni yalnız mı bırakacaksın?
-Sizin için gidiyorum Lebna. Geleceğimiz için.
Makeda bana gelip “Sizinkilerin teknesi
batmış” dedi. Felaket tellalı kadın. Nerden biliyormuş bizimkilerin teknesinin
o batan olduğunu? Beni huzursuz etmek için yapıyor olmalı. Dawit okuldaki en
akıllı çocuk diye kıskanıyor. Zavallı Dawit’im benim, küçüğüm… Babasını
doğrudüzgün tanıyamadı bile. Bazıları varını yoğunu verip gecenin karanlığında
Akdeniz’e açılıyor, İtalya kıyılarına gitmek istiyorlar ya da İspanya adalarına.
Avrupa’ya. Batıya. Kabul edileceklerini sanıyorlar. Kaç defa duyduk, kimi köpek
balıklarına yem olmuş. Kimi sınırda polis tarafından yakalanmış ve geri
gönderilmiş. Geri gönderilenler de perişan oluyor. Iskinder’i merak etmiyor
değilim, ama gitti o. Artık ben, Zena ve Dawit varız.
Bazen o sarışın mavi gözlü adamı düşünüyorum.
İncecik parmakları, bembeyaz elleri var. Bana sıcacık baktı bir gün, “Teşekkür
ederim Lebna” dedi. Gözlerimin içine baktı. Bir defasında da Dawit’e şeker
verdi. Renkli kırmızı yuvarlak şekerlerden. Diğer çocuklar görseler çok
kıskanırlardı. Ne var ki? O da gidecek. Herkes gidecek. Batıya. Avrupa’ya. Biz
burada kalacağız. Bana bir şey olursa Zena Dawit’e bakar.
Zena babasını asla affetmeyecek. Ondan
anlamasını beklemekle hata mı ediyorum? Bazen ben bile kızıyorum ona gittiği
için. Iskinder umutsuzdu. Çaresizdi. Hiçbir şeyi yoktu. Bize hiçbir şey
veremediği için gitti. Şimdi nerde acaba? Bizi nasıl bulur? O sarışın mavi
gözlü adama belki bir gün bir telefon gelir. Belki Iskinder bizi arar. Eminim
Makeda Iskinder’i de kıskanıyor. Bu yüzden yalan söyledi. O sizin babanız,
diyorum. Zena omuz silkiyor. Dawit ise gözlerini avucunun tersiyle doyasıya
kaşıyarak “ne zaman gelecek peki?” diye soruyor.
-Sen büyüyüp delikanlı olduğunda, diyorum.
-Ben ne zaman delikanlı olacağım?
-Daha çok var Dawit… hadi gel sıcak pansuman
yapalım.
Yorumlar
Yorum Gönder