İş dünyası bu işte, demeden önce kimsenin vermediği gereksiz öğütleri burda verme gereği gördüm. Eğer güçlü kalmak ve mutlu olmak istiyorsanız, kendi tecrübelerimden yola çıkarak hazırladığım bu tavsiyeleri sakın ama sakın unutmayın. Bunlar 'aman etme aman yapma' tavsiyeleri değil. İnsan olma ve insan kalma tavsiyeleri.
Şilteleri üst üste dizin: Bu öğüt 'Mesajınız Var' filminde kapitalist kitabevi sahibinin küçük dükkan sahibine verdiği tavsiyedir. Kendisi büyük bir işadamıdır, hatun ise küçük bir çocuk kitabevine sahiptir. İkisi de birbirini tanımadan chat'leşmektedir. Adam ona bazı iş öğütleri vermeye başlar. Çok klişe değil mi?
Şilteler neler olabilir? Bir iş hayatında, bir iş hayatında en başta işe odaklanmak, insanlardansa yaptığımız işe önem vermek, ki bu çok kolay değil, birinci şiltedir. İkinci şilte güleryüzlü olmak ve size sıcak davranan iş arkadaşı olsun, farklı departmandan olsun her kim olursa, o kişilerle istediğiniz kişi olabilme şansını yakalamaktır. Yani işyerinde mutlu olmak, olabilmek, insan ilişkilerinde samimi olmak aslında sizi içten içe güçlendiren bir şeydir. Sevdiğiniz insanlarla gerek iş konusunda gerek başka alanlarda konuşmak, tecrübeyle sabit sizi mutlu edecektir. Bu da ikinci şilte. Gelelim üçüncü şilteye, öğrenmeye çalışmak, dinlemek ve az konuşmak, buna katılıyorum. Ama diyelim ki sizi birisi hor gördü, saçmasapan sözler sarf etti, bu sizin fikirlerinizi ifade etmenize engel olmasın. Kesinlikle bilginizi ve tecrübenizi insanlara gösterin, bunu anlayan anlar, anlamak istemeyen anlamaz, çekemeyen çekemez ama emin olun ki sizin kendinize güveninizi devam ettirebilmeniz için bu şart, yani düşünen ve düşündüğünü gösteren bir yaratık olmak. Tabii ki bu her konuda fikir belirtmek demek değil. Dördüncü şilte, işlerinizi zamanında bitirmeye çalışın, on işi birlikte yapmayın, güzel bir sıralama yapın ve her zaman hata yapma ihtimalini göz önünde bulundurun. Bunlar iş stresinizi azaltmanızı sağlayacaktır. Okuduğum bazı bloglar şöyle diyor ki işinizi kusursuz yapın, bu insanı daha çok strese sokar, işinizi bildiğiniz, öğrendiğiniz gibi, kendinizi vererek yapmanız yeterlidir. Herkes hata yapar, gerek işyerindeki insanlarla ilişkilerde, gerekse işyerinde hatalar her zaman olacaktır. Kusursuz değiliz hiçbirimiz. Ama unutmayın ki insansınız ve sizi güzel yapan hatasız olmanız değil, hatanızı kabul etmeniz, düzeltmeniz, özür dilemeniz ve bu hatadan öğrenmeniz. Yoksa gerisi laf-ü güzaf. Ne patronlar gördüm sanki yoktular, onlar mükemmel miydi ki ben mükemmel olayım? Onlar kusursuz muydu ki ben kusursuz olayım? Tam tersine onlar kusurlarını iyi örtmeyi bilen insanlardı çoğu zaman. Bazılarının örttüğü kusur da yenilir yutulur cinsten değildi.
İkinci öğüt: özel hayat ve yine iş dışında mutluluğa dair. Sizi mutlak bir şekilde mutlu eden bir şey bulun. En son yaptığım en güzel şey bir şiir kulübü kurmak oldu: İşyerinde bunalmaya başlamadan evvel insanlarla ilişkilerim o kadar güzelleşti ki, şiir kulübü kuralım, dedim bira eşliğinde. Ve herkes o kadar mutlu oldu ki. Herkesten kastım, ilk katılım üç kişiydi ama sonraki katılımda altı kişiydik. Bu şiir kulübü bizim iş konuşmadığımız, özel hayatımızdaki sıkıntılardan bahsetmediğimiz ama aynı zamanda kendimize dair bir şeyler verebildiğimiz, rahat bir alan yarattı bize. Bize nefes alma payı verdi. Ayrıca unutmamak gerekir ki şiir sistem karşıtıdır, şiir her ne kadar padişahları övmek için yazılmışsa da tüm kültürler arasındaki ortak payda şiirlerin ve şairlerin bahsini daha kolay yapabilmek ve onların benzerliklerine ve farklılıklarına dikkat çekebilmektir. Siz de bir şiir kulübü kurun demiyorum ama bir şekilde insanlarla güzel muhabbet kurabileceğiniz yaratıcı fikirlere açık olun, kitap kulübü olur, sinema kulübü olur ne olursa olsun, bunlar bizi zenginleştirir ve derinleştirir. İş ise rutinleştirir hayatımızı, bizi uysallaştırır. Gemlerimizden tutar iş ve bizi koyunlaştırır. Çoğu zaman, hissizleştirir. Marx'ın dediği gibi dört çeşit yabancılaşma vardır: işe yabancılaşma, iş arkadaşlarına yabancılaşma, işyerine yabancılaşma ve kendine yabancılaşma... bunların hepsini yaşarız tek tek hem de hemen hemen her işte, doktora tezi yazarken bile. Fakat dikkat etmemiz gereken noktayı unutmayalım, 1800'lerin ikinci yarısı ve 1900'ların başına göre birçok işçiyle karşılaştırıldığında daha avantajlı durumdayız, hala kölelik seviyesinde yaşayanlar var, fakat biz kendi işimizle dünyayı kurtaramayacağımıza göre bir insanı bir şiiri sevmekle başlayalım. Şiirleri unutmayalım çünkü şiirler bizim kalbimiz ve çocukluğumuzdur. Bize her şeyi en kısa ve öz şekilde öğretenler şiirlerdir. Şiirlerden kopmak demek ölmek, demektir. Ben buna kâniyim.
Üçüncü öğüt: İşi işte bırakın, tamam anlatın sevdiklerinize ve arkadaşlarınıza olanları bitenleri, canınızı sıkanları ama eşinize gülümsemeyi ihmal etmeyin. Dostlarınızı ihmal etmeyin. Sevmeyi ve değişmeyi ihmal etmeyin. Her zaman için yanınızda olan ve sizi bugünlere getirenleri unutmayın. Uzak ülkelerdeyseniz sık sık skype yapın, hal hatır sorun, kimse hatrınızı sormuyor diye gocunmayın, siz arayın. Onlar arayınca da şımarmayın, email yazın, mesaj atın, mektup atın, kartpostal atın, iletişim içinde olun. Tüm hayatınız iş olmasın, tüm hayatınız böyle akıp gitmesin. Dünyayı zehir eden de insanlar güzelleştiren de, bunu asla unutmayın. Sizi ve dünyayı güzelleştiren destekleyen insanlara siz de destek olun. Yıllar önce annem hastalandığında ben ilk etapta işimi düşünüyordum, ama sonra düşünemez oldum, duygusal açıdan zayıfladım ve sadece asli görevlerimi yaptım. Kimsenin beni anlamadığını düşünüyordum. O yüzden de yapmadığım her şeyi haklı görüyordum. Ama annemin durumu kötüleşince pişmanlık duydum, keşke o daha iyi durumdayken yanına gitseydim, diye. Zaman sizden bazı şeyleri alıp götürüyor ama ne zaman alacağını bilemezsiniz. Ne zaman sonlanacağını asla bilemezsiniz. O yüzden sevdiklerinizi ihmal etmeyin. Geçmişinizde sizi şiirle tanıştıran ağbinizi ve size Ferhan Şensoy kitapları okuyan ablanızı ve 'kızım insanlar hasettir, ben herkesi kendim gibi zannettim' diyen babanızı. Ve unutmayın ki hayat ve insanlar değişmedi. Önemli olan bu değişmeyen hayatta insan kalabilmek, kişiliğimizi ve özgüvenimizi koruyabilmek.
Dördüncü öğüt: İşe, başkalarına, projeye vs. katkısı olduğunu ve olabileceğini düşündüğünüz şeylerde kesinlikle fikirlerinizi sunun ve kimseye yardım etmekten gocunmayın. Öncelik sıralaması önemli, o sırayı nasıl olsa yaparsınız ama birisi işyerine yeni geldiyse ve bir şey bilmiyorsa, o insana işi öğretmekten çekinmeyin. Bir gün o kişi sizin yerinizi alabilecek olsa bile, bu sizi korkutmasın, bu devirde kimsenin yeri doldurulamaz değil. Ama siz eğer yardım eden kişiyseniz aslında bu şekilde ilişkileri geliştiren ve işin gidişatına da önem veren kişisinizdir. Yani siz kendi işinizi kaybetmektense, sevdiğiniz işin en iyi şekilde sonlanmasını istediğiniz için aslında yardım ederek profesyonel davranmış oluyorsunuz. Bu öğüte katılmayabilirsiniz.
Beşinci öğüt: Kimseyi yargılamayın, asmayın ve kesmeyin. Kendi kişisel gelişiminize bakın, başkalarının nasıl olduğuna dair çok fazla konuşmayın, ayrıca asla ve asla dedikodu yapmayın, bırakın insanlar ne yaparsa yapsınlar, siz iş için ordasınız, sizi ilgilendirmez başkalarının ne yaptığı. Eğer birisi bir başkasına kötü davranıyorsa elbette müdahale edin ama bunu üst seviyedekilerle paylaşın, başkalarıyla değil. Tabii ki haksızlığa boyun eğmeyin, karakterinizi koruyun, sırtınızı hep dik tutun, anlayışlı olun ama birisi bir değil iki değil canınızı yakarsa uyarmayı da bilin. Fark ettiyseniz verdiğim öğütler hep kuyruğu dik tutmak üzerine. Yani özgüven ve kendine inanç üzerine. Kendinize inancınızı asla kaybetmeyin. Çalışınca ve konsantre olunca her şey yapılır.
Altıncı öğüt: Ağır olun, ağır olun, ağır olun. İnsanları ve hayatı sevdiğinizi belirtmekten kaçınmayın, iyimser olun. İşe dair iyimser olun, çalışmanıza dair iyimser olun, doğru bildiğinizi yapmaktan kaçınmayın. Unutmayın ki iyimserlik daha kolay çalışmanızı sağlayacaktır.
Yedinci öğüt: Neden mi ağzımıza sıçılıyor hala? Diye soruyorsunuz. Neden bu kadar zor iş hayatı. Birlik yok beraberlik yok, yükselme kaygısı var. Geçici kontratlar var. Sistemi değiştiremezsiniz. Tek başınıza, bir sendika üyesi olmak da faydalı olacaktır ama onların bile zayıfladı elleri. Yedinci öğüt çok saçma bir öğüt, para biriktirin, bir gün işsiz kalabilirsiniz. Bir gün canınıza tak edebilir. Bir gün ananız ağlayabilir, bir gün uzun süre iş aramak zorunda kalabilirsiniz, bir gün çocuğunuz olabilir, bir gün birçok şey olabilir. Para biriktirin ki inanılmaz bir haksızlıkla karşılaştığınızda bir güvenceniz olsun. Para biriktiremiyorsanız da unutmayın ki aileniz ve dostlarınız var, asla yalnız değilsiniz. Hiçbir şey kolay olmadı, annenizden doğuşunuz bile bir mücadeleydi. Bu hayat bir mücadele unutmayın. Bu mücadele de önemli olan, karakterinizi sağlam tutmak, güven duymak ve bunun böyle olduğunu da herkesin bilmesini sağlamaktır. İnsanların sizden korkmasını sağlamaz bu ama sizi yıkamayacağını bilen insanlar bunu denemeye kalkışamayacaklardır.
Sekizinci öğüt, diyelim ki biri arkanızdan iş çeviriyor. Dalgaya alın, umursamayın, eğer açık açık çevirdiğini görürseniz yine müdürünüzle konuşun yoksa o kişiyle herkesin ortasında konuşun ki herkes bilsin, nasıl bir iş dönüyor. Eğer bilmiyorsanız nasıl bir iş döndüğünü paranoyak olmayın, paranoya işe odaklanmanızı engeller ve hata oranını arttırır. Sizin amacınız iş yapmak, psikolojik darbe almak için uğraşmak değil.
Daha fazla öğüt verirdim ama tecrübem bu kadar.
Başıma gelenlerden sonra söyleyebileceğim tek şey şu: bu dünyadan kendimizi alıp gidiyoruz başka bir boku değil, bari kendimizi alıp giderken onu da düzgün bir şekilde götürelim. Yüreğimiz ve aklımız berrak ve şefkatli olsun. İnsanın ve canlıların her şeyden önemli olduğunu bilelim. Bunu bilmek ve buna göre yaşamak bile bize yeter.
Yorumlar
Yorum Gönder