Ana içeriğe atla

rönesansa direnç

-->
Rönesansa Direnç

Floransa

Rönesans resimlerinde her zaman birkaç melek bulunur. Hastalık, doğum, zaferler, savaşlar, kavgalar, diplomatik davetler, din adamları, azizler... Ne zaman bu tablolara baksam şöyle düşünürüm, drama olmasaydı hayat bomboş mu olurdu? Bir arkadaşımın şu sözlerini dün gibi hatırlarım, Dostoyevski okumuyorum, çünkü çok depresif. Depresyonda girmeden düze çıkmak mümkün mü, karanlığı delmeden ışığa ulaşmak mümkün mü? Veyahut şöyle diyelim bu dünyaya acı çekmek için geldiysek daha güzel bir dünyayı hayal etmek için karanlıktan kaçmaya çalışmamak mümkün mü? Tüm bu sorular kafamı kurcalıyordu.


Piazza SS. Annunziata

Duomo

Floransa'da bir kitapçı

Floransa'da bir kitapçı 

Bu arada kiliseden çıktım. Kilisenin zengin olduğunu düşündüğüm halde iki Euro kadar Santissima Annunziata’nın kutusuna bağış bıraktım. Elbette ki kilisenin bizim gibi sıradan insanların bağışlarına ihtiyaçları vardı (!). Zengin mengin, istersen bin yerden bin çeşit mermer getirsin, altın varaklarla tavanları süslesin, en ünlü Rönesans sanatçılarını çalıştırsın, dünyanın sanat merkezi sayılan Floransa’nın en ünlü ailelerinin mezarlarını kiliselerin içine taşısın, insan dışarı çıkınca gökyüzünü özlediğini hissediyor ve bu gösterişli ve karanlık, görkemli ve ürkütücü havadan kendini bir an olsun su yüzüne çıkan bir dalgıç gibi nefes alma şansı yakalamış gibi hissediyordu.

Meydana çıktım yürüdüm yürüdüm ve yürüdüm. Sonra bir kafeye girdim. Kahve içecektim ama cebimde iki kuruşum yoktu (sonra iki euro'mu kiliseye bıraktım diye aptallığıma yandım, iki kahve içerdim o iki euro ile, SS.Annunziata'nın niçin öldüğünü bilmiyordum bile.) Kartımda da uğursuz bir 13 Euro vardı. Kart kabul ediyor musunuz diye sordum, İtalyanca. Yaşlıca fakat dinççe bir adam centilmence cevap verdi, centilmenceydi ama soğuktu ve gururluydu. Neyin gururunu yapmıştı? Floransalı olmanın mı? Ben de bilmiyorum. Bankomatın yerini sordum. Bankomat 13 Euro’mu vermek istememişti. Yani 10 Euro’mu. Ne yani banka, sana mı soracaktım benim olan parayı nasıl ve hangi şartlarda alacağımı? Unutmayalım ki Medici’ler de banka sahibiydiler ve sanatçılar için fakirlerden çalmayı göze almışlardı. Parayı çekemedim ama aynı sokaktan geri dönmem gerekti. Aynı kilisenin önünden geçiyordum ki fakirce bir adamın kilisenin önündeki basamaklara oturduğunu gördüm, elinde bir poşet vardı. Bir Türk’ü andırırdı çehresi, çok zayıf olmakla ve hüzünlü görünmekle beraber dilenciye benzer bir hali yoktu. Ayakkabıları benimkilerden güzel ve parlaktı. Onu görünce utandım. Benim botlarım temizlenmemişti. Hem de ayak kemiklerim botların formunu bozmuş ve ayaklarımda siyah bir çorap varmış gibi beni çirkinleştirmişti. Oysaki en sevdiğim ceketimi pantolonumu ve gösterişli gömleğimi giymiştim. Neden olduğunu anlayamamıştım ama şöyle düşünmeye başladım. Ey altın varaklı kilise, önünde oturan bu aç insanlar dururken sen nasıl olur da güzellikten bahsedersin, güzellik karın doyurur mu dersin? Çok aç değilsen evet, gibi bir cevap geldi aklıma. Eğer az açsan belki. Çok açsan asla. Ama biliyordum ki hiçbir şey değişmeyecekti çünkü dinler ve devletler ve bankalar ve birkaç lider her şeye karar veriyordu. Fakirler onlar için çalışıyor ve ölüyorlardı. Hayırseverler birkaç kuruş bağışladıklarına seviniyor, kimisi ise gününü gün ediyordu. Kimisi bir şeylerin bekasından bahsederken aslında bizim gibiler de sistemin temel taşlarını oluşturacak düşüncelere hizmet ediyordu. Sanata tapıyorduk, modern olmak istiyorduk, güzel şeyler giymek yemek içmek istiyorduk. Ama harcıyorduk zamanımızı kim bilir ne için. Kim bilir kim için. Kim bilir arkamızda nasıl bir dünya bırakmak için?!

Bu düşünceler aldı başını gitti, ben kafeyi geçtim. Zaten orda kahve içemezdim. Zaten çok kahve içmiştim, canım başka şeyler çekiyordu. Biraz acıkmıştım ama çok değil. Altın varaklarla o adamın ayakkabıları ve hali zihnime kazındı ve düşünmeye başladım. Nasıl bir dünya yarattık? Nasıl bir din yarattık? Nasıl bir düzen yarattık? Niçin adalet yok?

Sessizlik filmindeki gibi tanrının dile gelip, ne olursa olsun zulüm çekenin yanındayım, demesini isterdim. Allah şahit, der ya Türkler. İşte öyle bir şey.

Acaba Medici’ler neden bu kadar meraklılardı bu sanatı ve güzelliği yaratmaya, tek modası geçmeyen şeyin güzellik olduğunu bildiklerinden mi? Niçin fakirler fonundan çalıp sanatçılara vermişlerdi? İlerde turizm olur da İtalya hep kazanır, Floransa hep sanatın kalbi olur diye mi? Bilmiyoruz. Tahminen çirkin zamanlarda güzel şeyler üretilmesini istemişlerdi. Sanat insana biraz da olsa acılardan kaçma şansı verir. Güzelliklere bakarken fakir bir insanı görmeyiz, görsek bile hemen sanat eserine yüzümüzü çeviririz. Onun çekiciliğine kendimizi kaptırır ve sonrasında da geçmişte yaşadığımız tüm travmaları bir an olsun kenara atarız. Güzellikler dururken neden çirkinlikleri düşünelim ki?  
Palazzo di Budini Gattai

The girl reading a book



Yine de bu avuntu yoksulluğu yok etmiyor, bir anlığına olsun unutturuyor, o kadar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s