Ana içeriğe atla

Dünyada ve Türkiye'de Kadın Olmak


Dünyada ve Türkiye’de Kadın Olmak

Son zamanlarda feminizmin f’sinden bahsedemez olduk. Biz lisedeyken feminizm bir küfürdü, üniversitede abartılan bir noktaydı, iş yerinde ‘gender’ yani toplumsal cinsiyet hiç ama hiç tartışılmayan bir konu idi, çünkü aslında eşitlik varsayılıyordu. Halbuki eşitlik denilen şeyden eser yoktu. İşin en kötü tarafı da kadınların bunun farkında ola ola birbirlerine yaptıkları eziyetlerin erkek egemen toplumun temellerini güçlendirici şekilde tezahür ettiğini görememekti. Bu makalede sizlere her gün gözümüze çarpan, her gün bizi etkileyen ama kimsenin konuşmadığı, konuşmak istemediği ve görmezden geldiği noktalardan bahsetmek istiyorum. Bu konuları şu ana başlıklar halinde inceleyeceğim: İşkadını, hamile kadın, anne olan kadın, anne olmayan kadın, bekar kadın, genç veya genç sayılmayan kadın ve erkek-kız çocuk. Bu konulardaki önyargıları birer birer ifade ettikten sonra yasaların ve toplumun bu konuları ne kadar derinden etkilediğini gözler önüne sermek isterim. Tüm bunları gözler önüne sererken erkeklere atfedilmeyen fakat kadınlara atfedilen önyargıları ve yaralayıcı davranışları tek tek ifade etmek bu makaleyi yazmaktaki temel amacım.


İş Kadını
İş hayatında çalışkan olan kadınlar genel anlamda ‘hırslı’ yahut ‘cadı’ olarak addedilirler. Hırslı oluşlarına karşı öyle bir öfke vardır ki, sanki bir kadının başarılı olmayı istemesi onun hakkı değildir, nasıl olur da bir kadın başarılı olmayı ister, yükselmeyi ister? Bu mesele birçok kimse tarafından anlaşılamamaktadır. Birçok kimse tarafından takdir edilmemektedir. İşinde iyi olmayı istemek neredeyse bir hastalık ve hatta paragözlük olarak görülmektedir. Bir erkekten daha çok kazanan kadın erkeği sadece geride bırakmakla kalmamış sanki hadım etmiştir ve bu da kabul edilemeyecek ölçüde büyük bir suçtur. Kadına karşı sözlü şiddet sadece karşı cinslerden değil hemcinslerinden de gelebilmektedir. Kadın dayanışmasının göz ardı edildiği noktalardan birisi de budur: bir kadın başarılı ise taşlanacaktır hem de kadınlığına dair ürkütücü sözler söylenerek. Aynı şey bir erkek için geçerli olmayacaktır. Bir erkek hırslı olsa iyidir, para kazansa iyidir, ailesini geçindirse iyidir, ondan iyisi yoktur. Çünkü erkek savaşçıdır. Erkek toprak sahibidir, devlet sahibidir. Kadın ise belki de evinde oturmalı ve tüm hırslarından arınmalı kocasını desteklemelidir. Hırslı olursa evini ihmal eder, çocuklarını ihmal eder. Gerçekten de inanılmaz olan bu inanışların hala yaygın olduğunu eminim siz de gözlemlemişsinizdir. Bu noktada, toplumsal ve yasal eşitsizliğe insanların kendi zihinleriyle yahut zihinsizlikleriyle yapmış oldukları katkı inanılmaz derecede onaylayıcı bir güçtür. Ve biz biliriz onaylanmayan hiçbir güç var olamaz. Ama ne fayda!

Hamile Kadın

Hamile kadınlar da pek hoş görülmezler. Ama farklı şekillerde hoş görülmezler. Mesela birçok işyerinde annelerin bebeklerine süt verebilecekleri bir yer yoktur. Varsa bile kullanılacak halde değildir. Kadınların orası burası açık bir biçimde çocuklarını emzirmesi hiç hoş karşılanmayan bir tavırdır. Gerek sosyal ortamlarda gerekse toplantılarda. Oysa Kanada’da konferansı dinlerken ikizlerini eşine getiren babayı ve ikizlerini yine konferansı dinlemeye devam ederken emziren akademisyen anneyi asla ve asla unutmayacağım. İnsanların bu kadar doğal kabul ettikleri bu davranışın birçok toplumda, hatta batı toplumlarında dahi anlaşılamaz ve saklanılır olması başka ayrımcılıkların temelini oluşturuyor ve bize annelerin toplumun dışına nasıl itildiğine dair ipuçları veriyor. Bir kadın bir konferansı dinlerken neden emziremesin? Bir kadın çalışırken neden ara verip çocuğuna bakabilecek şartlara sahip olmasın? Çok garip bir şekilde kadının hamile olup da yalnız kalmasını normal gören işyerleri, soğuk duvarlar, soğuk insanlar ve soğuk koridorlar bir annenin çocuğuna verebileceği sıcaklığa karşı kurumsal ve muhafazakar bir tavır takınmış. Kadınlık, annelik, kan, hamilelik, sorunlar, çıplaklık... hepsi saklanmalı, hepsi ayıp, yani kadınlığa dair ne varsa işte onlar yok olmalı ki kadın da yavaş yavaş yok olsun, o da bu sistemde bir tuğla olarak yer alsın, gerekirse diğer tüm özelliklerini saklasın aman kimseye göstermesin ki herkes aynı şekilde davransın. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Ama var, Lüksemburg’ta bile anneler için emzirme odalarında gereken şeyler eksikti. Oda kullanılmamaktaydı. 

Anne olan Kadın

Anne olan kadının görevleri bitmek bilmez. Sadece çocuklarının karnını en iyi şekilde doyurmakla kalmayacağı gibi annelerin üzerine yüklenen psikolojik yük (bu kadar süre emzirmeli, bu kadar vakit geçirmeli, asla çocuğu yalnız bırakmamalı, asla ihmal etmemeli, vs.) gibi yükler asla bir babanın sorumluluğunda olmadığı varsayılan yüklerdir. Bunlar güzel şeyler olsa bile bu sorumluluk kisvesi altına saklanan toplum dayatmaları kadınların aslında zevk alarak yapacağı şeyleri kendi kendilerine sorgulamalarına ve şu soruyu sormalarına sebebiyet verir: ben iyi bir anne miyim? Ben yeterli bir anne miyim? Ben düzgün bir anne miyim? Kendini yetersiz hisseden anne zamanla kendini suçlamaya ve o kadar ki anne olarak yaptıklarını beğenmemeye ve hatta depresyona girmeye bile başlayabilir. Elbette anne kendini unutacaktır, uykusuzluk ve çocuk bakımı silsilesinde, fakat kendini öyle bir unutacaktır ki artık onun anne olarak görülmekten başka çaresi olmayacaktır. Sanki o değişmiş dönüşmüştür ve bundan sonra toplum ona hep ‘anneler böyle olmalıdır’ diyecektir. Gelin görün ki bir kadın hangi yaşta olursa olsun kaç çocuğu olursa olsun bir bireydir ve kendine has özelliklerini yaşamayı ve deneyimlemeyi isteyecektir. Çalışmak ve sosyalleşmek en doğal hakkıdır. Kimi zamanı kendisine ayırması en doğal hakkıdır. Çoğu zaman eşlerin çocukları ve kadınları geride bırakıp annenin her şeyi üstlenmesini beklemesi akıl alır gibi değildir. Kadın ne kadar kadınlığını yaşamak istese o kadar yalnız kalır, toplum onu o kadar yalnızlığa mahkum eder, bir insan ne kadar farklı olmaya çalışırsa o kadar işsiz kalır, o kadar güçsüz kalır o kadar desteksiz kalır. Sistem kendisine uydurmaya çalışır herkesi, ve kadınlara şunu kabul ettirmek tek gayesidir: annelik kutsaldır. Oysaki bugün de biliyoruz ki anneler de hata yapabilir, anneler kutsal değildir, ki bununla ilgili yıllar önce güzel bir köşe yazısı okumuştum. Kusursuz insan olmayacağı gibi kusursuz anne de olamaz, anneleri doğa üstü gibi yaratıklar gibi tanımlamaktan vazgeçip onlara biraz şefkat göstermenin vakti gelmedi mi acaba?

Anne Olmayan Kadın

Anne olmayan kadının işi de ayrı zordur. Evli ise acaba neden anne olmamıştır: Bir şeyler mi yanlış gitmiştir? Çocuk istemiyorsa bir sorunu mu vardır? Acaba çocuk olmuyorsa kimden kaynaklanmaktadır? Neden daha çocuk olmamıştır bu kadar yıl evlilikten sonra? Çocuğu olmayan kadına yarım kadın olarak bakan zihniyetler vardır. Çocuksuz bir hayat düşünen kadınlar olduğu zaman bu duruma da garip gözlerle bakılır. Nasıl olur da bir insan çocuk istemez gibi? Bunun yanı sıra birçok kadın çocuk yapmayı ertelediği için geç yaşlarda çocuk yapmakta değişik yöntemler kullanmak zorunda kalmaktadır. 
Geç yaşta çocuk sahibi olmayı istemek ve az çocuk yapmak gibi temalar özellikle de İtalya, İspanya ve Japonya’daki nüfus artışının azalışını açıklıyor. Fakat bir yandan da sistemin insana dayattıklarını da gözler önüne seriyor. İskandinav ülkelerindeki refah toplumuna sahip olmayan güney Avrupa’da geçici işler, geçici kontratlar, uzun yıllar süren stajlar, staj üzerine eğitimler, hiç para ödenmeksizin ve karşılığı alınmaksızın yapılan çalışmalar (işverenler bunları da bir şekilde meşrulaştırmayı biliyor) insanı yalnız bırakıyor. Yalnız kalan anneler ise bu durumda çocuk yapmamayı tercih edebiliyorlar. Özellikle de eğitimli kesimlerde daha fazla düşünme ve kafa yorma söz konusu olduğundan çocuk doğumu ertelenen bir konu haline gelebiliyor. TÜİK açıklamalarına göre Türkiye’de kadınlar ortalama 25 yaşında, AB ülkelerinde ise 29 yaşında çocuk sahibi oluyor. Bu sayı İspanya ve İtalya’da 30-31 yaşlarına kadar çıkabiliyor. (https://www.cnnturk.com/yasam/tuik-acikladi-avrupanin-en-genc-anneleri-turk-kadinlari?page=1). Ana konuya dönmek gerekirse anne olmak istemeyen veya anne olmasının önünde çeşitli engeller olan kadınların ayrıca yaftalandığı ve de sıkıntıları ve tepkileri üzerlerine çektikleri bir toplumsal önyargıdan bahsetmek yanlış olmayacaktır. Oysaki herkes anne olmayı göze alamayabiliyor, anne olunca da devletin yahut ailenin güvencesi o insanların ellerinde olmayabiliyor. 

Bekar Kadın

Kariyer yaparken aradığı kişiyi bulamamış birçok kadın var. Bununla ilgili bir araştırma yapılsa çok enteresan sonuçlara ulaşabileceğimize eminim. Kariyer sahibi bir erkek ve kariyer sahibi bir kadın bir araya geldiği zaman şöyle bir muhabbet dönebiliyor, erkek kadına diyor ki: ‘sen evde otur, çalışmana ne gerek var, yorulma.’ O zaman işte kadın yıllarca emek vermiş olduğu eğitimini ve çalışarak edindiği sosyal ve ekonomik statüsünü bir kenarda bırakmak istemediği için evlenmeyebiliyor. Bu tip erkekler hala var mı diye sormayınız. Biliyorsunuz ki var, toplumun ana damarlarından birisi de ‘çalışmana ne gerek var ki?’ diyerek kadının bağımsızlığını ve çalışmasını ve ev hayatı dışında kendini gerçekleştirmesini küçümseyen bir tavır takınan çok sayıda, altını çizerek söylüyorum, eğitimli erkek var. Yıllar önce bir yazıda eğitim sahibi erkeklerin eşlerine daha fazla şiddet uyguladığına dair bir araştırma okumuş ve çok şaşırmıştım. Zannedersem artık çok az şey bizi şaşırtıyor. Gazeteler şiddet haberleriyle dolu, kadına karşı şiddetin arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Türkiye’de son yıllarda bu konuda ciddi tedbirler alınması gerekiyor. Fakat yaşadığımız ortamda ve yaşadığımız düşüncelerin içinde olur da kadının yok sayılmasına yönelik tavırlar hoş görülür ve kadının yok olmasına yönelik (sadece fiziken değil ruhen, düşünce olarak, sosyal hayatta yer alamayarak vs.) bir yığın kabul görmüş anlayışa kimse karşı çıkmazsa kadına karşı şiddetin temellerini oluşturan bağların zayıflaması ve kopması imkansız.

Yasalar ve Gündem

Boşanma sebeplerinden birinin eşe bulaşık yıkatmak olduğunu biliyor muydunuz? Erkek olan eşe? Bunu gördüğünüzde kafanızda nasıl bir kadın ve nasıl bir erkek figürü uyanıyor? Eğer yasalar bu geleneksellikte ise toplumun nasıl bir ilerici bakış açısına sahip olması beklenebilir?

Geçenlerde youtube’da bir video’ya rast geldim: Önceden ilişkisi olan kadınlarla erkekler neden evlenmez? Gibi bir konu vardı. Konu aslında bekaret idi fakat bunu açık açık anlatamayan bu adam bir sürü kişi tarafından izlenmiş ve beğeni almıştı. Kendilerini bu şekilde düşürmeyi ve bu şekilde videolar yapmayı, kadınlara ne giyinmesi, nasıl davranması, ne yapması gerektiğini anlatan bu erkek figürlerinden henüz bıkmadık mı? Elbette onu izleyenlerin çoğu erkek ve ona onay verenlerin çoğu da erkek. Fakat bu video’yu kadın erkek eşitliğine aykırı olan içerikler taşıdığı için derhal şikayet ettim. Hatta birkaç defa şikayet ettim. Kadınlarının tek derdinin evlenmek olduğunu ve sadece evlenerek var olduğunu düşünen bir zihniyet, bunun yanı sıra, kadınların bekaretinin dünyadaki en önemli mevzuymuş gibi erkeklerin tercihlerini bu yönde inceleyen birine kuş beyinli demek doğru olmaz, çünkü kuşlara hakaretvari bir hareket olur benimkisi. Bu kadar bilgi bu kadar görgü bu kadar sanat ve kültür arasında, bu tarihin içinde cahil kalmayı seçmiş kesimlerin bu şekilde söylemlerle hele ki şimdi böyle video’lar yapıyor olması ve kadınlara evlenmek için akıl veriyor olması gerçekten inanılmaz bir cahil cesareti. Fakat korkak bin kere ölür demişler, cesur bir kere ölür, sanırım cahiller hiçbir girişimde ölmüyorlar. Acaba bu videoların insanlar üzerinde nasıl etkileri var bunları da tartışmak gerekiyor. Bu videoları çeken insanlar kendilerini ne zannediyorlar?

Düzen ve Nizam

En son bir mülakata gittiğimde benimle mülakat yapan kadın bazı İtalyan kadınların, eşlerinin soyadını bazı avantajları elde etmek için kullandığından bahsetti. Ben iki soyadımı da kullanıyorum ama genelde İtalya’da sadece babadan gelen soyadı kullanılıyor evlenilse bile, yani medeni halde bir değişiklik olsa da. Fakat sonra ataerkil sistem kendini gösteriyor: çocuklar babaların soyadını alıyorlar. Bu soruya ilk etapta nasıl karşılık vereceğimi bilemedim. İki soyadı kullanmanın daha eşit bir davranış olduğunu düşünsem de daha radikal olmak gerekirse belki de annelerin soyadını kullanmak, anaerkil bir bakış açısı getirmek, ne eşin ne de babanın soyadını kullanmamak sanırım daha sıradışı bir hareket olacaktır. İşte kadınlar kadınları çeşitli önyargılarla taşlarken aslında temelde yanlış olan şeyin bu düzen olduğunu bilmeden, yüzeysel yorumlarda bulunabiliyorlar. Yüzeysel yorumlarla veya yarım kalmış hayatlarla feminizm olmuyor, yaptıklarımız söylediklerimizle uyuşmuyor. En azından söylediklerimizin bir ağırlığı olmasını ve düşünce biçimimizin değişmesini umuyoruz ki biz faniyiz fakat yeni nesiller geleceklerine yön verecekler. Bir soyadında ne var diye düşündüğünüzde aslında birçok otoritenin altında erkeğin üstünlüğünün mutlak kabul gördüğünü görmezlik yapmak mümkün değildir. O yüzden kimse babasının soyadını yahut eşinin soyadını kullanıyor diye övünmesin, sonuç itibariyle İtalya da Türkiye kadar kadınları suçlayıcı ve dışlayıcı mekanların hakim olabildiği işyerlerine sahip. 

Genç ve Genç Olmadığı Düşünülen Kadın

Yine çok dikkat çeken bir kategorinin de genç ve genç olmayan kadın arasındaki ayrımdır. Bir keresinde metroda iki erkeğin arasındaki muhabbete tanık olmuştum. Biri diğerine ‘kadın zaten elli yaşında, onda kafa mı kalmıştır?’ gibi inanılmaz derecede aşağılayıcı bür yorumda bulunmuştu başka bir kadından bahsederken. Bir erkek için aynı şeyler söylenemezken, bir erkeğin yaşlısı makbul iken kadınların yaşlanınca bir kenara atıldığına dair kanının toplumda mevcut olduğunu görmek mümkün. Bunun için Hollywood filmlerinde yaşlanınca ancak karakter rollerinde yer alan kadınların söylemlerine bakmak (Bununla ilgili çok güzel bir kısa belgesel vardı, Salma Hayek orada harika bir konuşma yapıyor). Bir aktristin en çok göz önünde olduğu yılların yirmili ve otuzlu yaşlar olduğu ve bir yandan da işyerlerinde de otuzlu ve kırklı yaşlardan ise yirmili yaşların (evlenmeyecekleri çocuk yapmayacakları, tecrübesiz oldukları için daha çok çalışıp daha az paraya razı olacakları vs. gibi önyargılar nedeniyle) daha çok işe alındığı doğrudur. İtalya'da gençler çalışınca daha az vergi ödendiğinden yine gençler tercih ediliyor. Kadınların birden bire kırk yaşını geçince işsiz kaldığı bir eğri çıkıyor  karşınıza. Bunlara ek olarak, eğer çocuksuz 30’lu yaşlarda bir kadınsanız, her an çocuk yapabilme ihtimaliniz de sorgulanmaktadır. İnsanı ruhen, fiziken ve maddi anlamda yalnızlığa iten bu anlayış nedense erkekleri o raddede etkilememektedir. Hatta ve hatta araştırmalar çocuk sahibi erkeklerin maaş zammı ve terfi aldığına dair bilgilerle doludur. Sonuç itibariyle, şu noktaya varmak isterim: kadınlar yaşları nedeniyle daha fazla ayrımcılığa maruz kalmaktadır.

Erkek ve Kız Çocuk

Kız ve erkek çocukların farklı renkler kullanılarak (mavi pembe, Barbie ve araba) yetiştirilmesi değildir tüm mesele. Aslında çok daha elzem bir konu var burada. Kadınların daha güçlü olduğu ve erkeklerin zayıf olduğu ve tek başına yaşayamayacakları göz önünde bulundurulur hep. Kadınların daha çok evlenmese de aile kurmasa da bir şekilde kendi başlarını çekip çevirecekleri fakat erkeklerin aynı şeyi yapamayacağına dair bir inanış vardır genel anlamda en azından Türkiye’de... erkeklere hizmet çok önemlidir. Önce babalara ve erkeklere servis yapılır, kadınlar fır döner erkekler yer içerler, kadınlar asla oturmaz, oturmayan, rahat olmayan ve rahat ettirilmeyen kadın iyidir. Ama erkek eve ekmek getiren (eski anlayışa göre) olduğundan olsa gerek onların oturması, yatması, maç izlemesi ve zamanının çoğunu yatay geçirmesi normal karşılanır. Futbol maçı izlemeyen video oyunu oynar yine aynı şeye geliyoruz. O oynasın çalışsın biz de ona hizmet edelim. Erkekler mutfağa girmez ve yemek yapmazlar. Çamaşır makinesini zamanında çalıştıramazlar. Bazen öyle ki bir pizzayı bir fırına atamazlar. Yumurta kıramayanlar da var. Oysaki kuzey Avrupa’da herkes kendi yemeğini yapar kendi başının çaresine bakar, herkes her şeyden sorumludur. Yine Amerikalı ailelerin çoğunda çocuklar kız yahut erkek olmaktan bağımsız olarak ailede ev işlerine yardımcı olurlar. Türkiye’de bu sorun henüz yasal anlamda aşılamamıştır. İtalya da Türkiye’ye benzer... erkekler daha rahattır, yine İtalyan bir erkek bir Türk erkeğine göre her ne kadar daha fazla yemek yapsa da diğer şeylere gelince yine muhtaciyet dediğimiz durum doğar. Anneler ve babalar İtalya’da çocuklarına onlar kırk yaşında oluncaya kadar bakar, tek fark kızları ve erkekleri daha az ayırırlar. Fakat gelelim kadının evdeki görevlerine, kadının görevleri yine daha fazladır, kadın çalışsa dahi daha fazladır. O yüzden de burda çok yabancılık çektiğimi söyleyemeyeceğim. Ne de olsa hiç alışık değilim böylesine demek geldiğim yeri bilmemek olur. Biliyorum ki birçok kadın oğlunu rahat ettirmek ister, kızlar nasılsa kendi başlarını becerirler, oysaki kadınlar bunun getirdiği yalnızlıkla baş etmek zorunda kalabilirler. Kendi tercihlerini yaparken daha özgür olsalar da ailede ikinci planda kaldığı için üzülen çok kadın vardır. Bunun da bir sebebi yine çok yaygın olan anlayışlardır, erkek çocuğundan olan torun daha tatlı olur, vs. gibi inanışlar ve fikirler ve yerleşmiş meseleler bizim erkek çocuklarını ne kadar sevdiğimizi ve onlarsız yaşayamadığımızı bize o kadar iyi anlatır. Tabii ki bu durumların erkeklere de büyük handikaplarla döndüğünü söylemeden edemeyiz. Maalesef her sistemde bir kazanan bir kaybeden olduğu kadar, o kaybedenin kazandığı güçlü karakter, kazanının asla cesaret edemediği özgürlük gibi konular daha başka bir makalenin konuları, oralara asla dalmak istemiyorum. 

Kendini Erkeğin Gözünden Gören Kadın

Biz insanlar sosyal yaratıklarız, birbirimizin sözlerinden ve gözlerinden ırak yaşayamayız. Bu bilinir fakat bunun biz kadınların üzerinde yarattığı etkiler çok da fazla tartışılmaz. Kadınlar zamanla birçok şeyi erkeklerin gözlerinden görmeye başlarlar. Onların beğenilerine uygun hareket etmeye çalışırlar. Yıllar önce Julia Roberts’ın Runaway Bride diye bir filmi vardı belki de hatırlarsınız. O kadar ki tüm erkek arkadaşlarına göre zevklerini ve yaptıklarını değiştirmiş en sonunda da evliliği göze alamadığı için kaçmış bir kadının hikayesidir. Aslında yumurtayı rafadan mı seviyor yoksa 'scrambled' mı seviyor, onu bilememektedir. Çünkü kendisine ben kimim, diye sormaktansa hep başkalarının onun kimliğini belirlemesine izin vermiştir. İşte bu durumda yıllar sonra birisi terk edip giderse ‘ben kimdim ki?’ sorusuna cevap vermek daha zordur. Çünkü artık giden gitmiştir ve zaman geçmiştir ve bu zaman boyunca hep başkalarının isteklerine uyum sağlanmış ve başkalarının istediği şekilde yaşanmıştır. Anna Karenina hatırlarsanız Vronsky’ye bağımsız bir kadın olduğunu göstermek için çok güzel sohbetler düzenler, değişik konularda kitaplar okur ve dimağını geliştirir. Fakat bunların hiçbiri Vronsky’nin umrunda olmaz, Anna Karenina onun için ceptedir ve geçip gitmekte olan bir tutkudur. İşte biz tutkularımızı kaybedip de başkalarının tutkularına ayak uydurduğumuz zaman zamanın nasıl geçtiğini anlayamayız ve bir de bakmışız ki kendimizi tanıyamadan bir ömür geçirmişiz. Başkalarının gözünden kendine bakmak iyidir, insan kendine çeki düzen verir ve bir şeyler öğrenir. Ama özünde ne ve kim olduğunu bilmeden dallanıp budaklanmak ve kendin olmak mümkün değildir. Her ağacın bir kökü bir gövdesi vardır, yaşayabileceği bir iklim ve ölmeye mahkum olacağı topraklar... 

Son Sözler 

Bu yazıda birçok konuya yer verdim. Kendim gözlerime de yer vermenin yerinde olduğunu düşündüğümden bu gözlemleri de sizinle paylaşmanın doğru olduğunu düşündüm. Eminim ki siz de günlük hayatınızda birçok kez ayrımcılık yaşıyor ve garip bir şekilde üzülüp içinize bile kapanıyor olabilirsiniz. Fakat biz kadınlar dik durmak zorundayız, dik yürümek zorundayız, vazgeçemeyiz ve vazgeçmemek zorundayız. Çünkü sistem bize karşı, yasalar bize karşı, toplum bize karşı, maaşlarımız yetersiz, anneliğimiz umursanmaz, özgürlüğümüz inkar edilmekte. Çok korkunç bir biçimde eşitsizliğin şiddete dönüştüğü, her yaştan kadının büyük travmalar yaşadığı bir toplum olmanın eşiğinde olduğumuzu belirtmemiz ve buna karşı durmamız gerekmektedir.

Filmler, Kitaplar ve Hayat

Belki de incinen ruhumuza iyi gelecek, düşüncelerimizi besleyebilecek birkaç film ve kitap önerisinde bulunmak isterim. Öncelikle kitaplarla başlamak istiyorum. Fakat şimdilik yazıma ara veriyorum... 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s