Ana içeriğe atla

Ölüm, Töre, Aşk, Din ve Milliyet


This picture is taken from http://hca.gilead.org.il/li_merma.html

Wlodek PawlikGrand Piano
Bu cd’yi az dinlemedim tez yazarken. Hala da dinlerim. Bu günler stresli günler, yazılacak 5 tane “paper” var ki bunlardan birisi araştırma projesi. Hepsi yazım aşamasında. Hiçbiri yürümüyor. Feci bir sıkışmışlık, kapasitesizlik ve son ana bırakma duygusu içindeyim. Mutluluk insanın içindeymiş, Roma’da da bulamadım. Rahatlığı buldum, yüksek standartları ama sanırım kendimi mutsuz etmeyi çok kolay başarabilen bir insanım. Kendime acısam mı, halime ağlasam mı gülsem mi bilemedim.

Roma’yla Roma defterini kapatmadan önce biraz daha hüzünlü şeyler yazacağım.

Dün sabah Radikal Gazetesi’nin sayfasına girer girmez ilk gördüğüm haber Ermeni bir kızla Türk bir gencin öldürüldüğü haberiydi. Ağlamaya başladım. Nasıl birbirlerine aşık olduklarını sonra nasıl gizlice evlendiklerini okudum, ailelerin neler söylediğini, onlardan neler beklediğini... Erkek tarafının annesinin tabutun kenarında kendinden geçerkenki halini gördüm. Daha çok ağladım. 10 dakka ağladım, kendimi tutamadım. Zaten sinirler laçka olmuş derken... Nasıl bir zihniyette yaşıyoruz dedim kendi kendime? 21. yüzyılda din için, millet için insanlar birbirlerine kıyabiliyorlarsa, geleneklerini korumadılar diye hayatlarını elinden almak an meselesi ise nasıl bir dünyada yaşıyoruz biz? dedim. Tarih nasıl değişmez? Nasıl bir şey öğrenilmez tarihten?

Hrant Dink de öldürüldü. Beyni yıkanmış genç bir adam tarafından. Öldürtüldü. Barış istemeyenler tarafından... Hrant Dink barıştan, insanlıktan ve her iki tarafın da kafalarındaki tabulardan kurtulmasından yanaydı. Takıntılarımızı bırakalım, dedi. Her iki taraf da kafalarındaki savaşı bitirsin, dedi. Bu topraklarda yetişti. Güleç yüzlü, insan. Onu da öldürdüler.

Beraber yaşayan halklar birbirlerinden güç almıyorlarsa, fikir alışverişinde bulunmuyorlarsa, birbirlerinin farklılıklarını (din, dil, kimlik, hürriyet haklarını) saygıyla ve anlayışla karşılamıyorlarsa, o halkların yaşadığı topraklar kurak kalır. Bazı güçler alır başını gider. Eşitsizlikten doğan fikir özgürlüğünün kısıtlanması, eşitsizliğin daha da körüklenmesi, güçlü olanın daha da güçlenmesi, zayıf olanın daha sessizleşmesi, ezilmesi... bunların hepsi bir kısırı döngü gibi devam eder gider.

Peki neden küçük deniz kızı? Bilmiyorum, küçük deniz kızı bana sadece sevdiği adam için aslında hiçbir zaman ait olamadığı fakat ait olmak istediği dünyayı düşleyen o güzelim aşık kızı hatırlatır. Dahası da var. Sevdiği adamın dünyasına sahip olmak için deniz kızı, kendinden ödün verir. Sesini verir, bacaklara sahip olabilmek için. Prense kavuşabilmek için. Prense kavuşur ama sesi yoktur. Prens bir baloda çok güzel sesli bir kızı dinler, ona hayranlıkla bakar. Aslında prens komşu krallığın prensesiyle evlenecektir. Ki o prensesle evlenirse, cadının bizim güzel küçük deniz kızına söylediği üzere, o gecenin sabahında küçük deniz kızı bir deniz köpüğü olup dalgalara karışacaktır. Prens onunla evlenmez. Her ne kadar onu kurtaranın deniz kızı olduğunu fark etse de, güzel bir aristokratla evlenir. Küçük deniz kızı sabahı bekler, kızkardeşleri gelirler "Saçlarımızı cadıya verdik senin için, bize bu hançeri verdi. Eğer bu hançeri prensin göğsüne saplarsan, akan kanla beraber balık kuyruğunu yeniden kazanacaksın, denize döneceksin" derler. Deniz kızı prensi öldürmeye kıyamaz, ölüme mahkum olur sonunda, sonra da göğe yükselir...

Ne zaman bu hikayeyi okusam ağlarım. Elinden kötülük gelmeyen bir insan, aşk dolu bir insan bir deniz kızı nasıl ölür... Ne suçu varmış ki deniz kızının? Prens ise hain oyuncu bir adam çıktı. Sen git hayatını kurtar, sesinden ol, ayaklarına hançerler batsın, o adamla olabilmek için her şeyi ver! Neymiş efendim komşu krallığın görgülü mavi gözlü kızıymış. Hem kızkardeşlerinden, hem denizdeki krallığından ve ailesinden, hem sesinden yüzme kabiliyetinden oldu. Sonra da hayatından...

Ne yazık ki küçük deniz kızının talihi bu ölen aşıkların talihinden farksızdı, masal kahramanı değildi onlar ama bazen düşünürüm, ne kadar çok küçük deniz kızı var bu dünyada, başka kimseye kötülüğü olmadan öldürülen?

Karıncayı öldürmeye kıyamayacak Hrant Dink gibi, sadece sevdikleri için öldürülenler gibi.

Can alma, diyordu dinler. Can alma, diyordu annemizin türküleri. Can alma, diye öğüt veriyordu atalarımız. Kieslowski “idam etme” diyordu, 19 yaşındaki genci. Kenan Evren hani cezalandırılacaktı 17 yaşındaki gençleri öldürttüğü için? Can alma diyordu her insancıl ses bize. Unut, can aldığın zamanları, unut canını alanları. Öldürme masum insanları. Masum olmayanları bile öldürme.

Hayat bu aralar pek iç karartıcı olsa da, hayat bu aralar şiddetle dolu olsa da, kızgın gençler yürüseler, taş fırlatsalar, bomba yapsalar da... ve kriz bitmese, garip başbakanlar başımızda garip bir şekilde yıllarca kalsa da (Berlusconi de dahil)... ve ben akıl sır erdiremesem şu teröristlerin işine, canlı bombalara, akıl sır erdiremesem şu dünyanın haline. SONUNA KADAR BAĞIRACAĞIM, AŞKIN ÖLÜMLE TÖREYLE MİLLİYETLE DİNLE İŞİ OLMAZ. MASUMİYETİN VE İNSANLIĞIN ÖLÜME MAHKUM EDİLMESİNE GÖZYAŞLARIMLA KARŞI GELEBİLSEM DE SADECE BİLİYORUM Kİ BU DÜNYA BİR GÜN DEĞİŞECEK, BELKİ BEN GÖREMEYECEĞİM.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s