Roma’daki son günlerim yaklaşırken biraz hüzün çöktü.
Sicilya ve Napoli gezilerimi de anlatmak isterdim ama şimdi iç yolculuğum ağır basıyor.
Fark ettim ki burda mutluyum. Deli gibi her yere başvuruyorum, Hollanda, Almanya, İtalya ve Türkiye. Pek ne yaptığımı bilmediğim oluyor. Bazen çok yorgun oluyorum ve çalışıyorum ama çalıştığımdan bir şey anlamadığım oluyor. Şimdi yine zor bir dönem geldi çattı. Bu dönemki sınavlar ve paper’lar beni daha çok zorlayacak gibi görünüyor. Fakat yapabileceğim bir şey yok, çalışmakta geç kalsam da oturmam gerekiyor başına.
Burada en çok neyi özleyeceğim bilmiyorum. Pasticceria mı? Yoksa Tabachhi’de bana çok nadiren gülen yaşlı amcayı ve bana bir merhaba bile demeyen yaşlı eşini mi? Yoksa köşedeki barı mı her sabah kahvaltı yapmak istediğim bir krosan ve kahveyle? Master arkadaşlarımı mı hepsi birbirinden renkli? Aşağı inip spinning yaptığım küçücük havasız spor salonunu mu? Gitmeden Romalı ve suratsız satıcılara ve de mağaza sahiplerine “Bu kadar gururlu olma bak bu dünya ne Cesare'e kaldı ne Süleyman'a” mı desem acaba? Pek iyi bir fikir değil belki. En iyisi herkesle dostça ayrılayım. Beni "cici bir Türk kızı vardı" diye hatırlasınlar.
Bazen her şeye uzak, geleceğe yakın. Şimdiden uzak ve uykuya yakın. Sevgilimden uzak, çalışma masama yakın. Geçiyor günler. Yakında ağbim gelecek. Onunla gezeceğiz. O gelmeden sunumumu hazırlamam gerekiyor. Ama artık hiçbir şeyi ekstra stres konusu yapmamalıyım. Yalnızlığım dışında... o da bu tempoyla unutulur gider aslında. Artık kavuşmak istiyorum bir düzene, bu düzen doktora olur, bu düzen sevdiklerimin yanında olmak olur, hepsi bir arada olur bilemem... ama isterim ki öyle olsun...
En son İstanbul’a dört gün için gittiğimde yollarda geçen günlerimde Heybeliada hariç hiç tadına varamadım İstanbul’un, hiç kıymetini bilemedim. Balık yedim, rakı içtim Heybeliada’da. Manzaraya baktım geceleyin... Belki de öyle anladım İstanbul’da olduğumu. Evet ordaki his çok farklı. İstanbul çok farklı. Bir de trafiği olmasa, stresi olmasa, politik gerginlikler olmasa. Ah insanlarım ve kadınlarım bir uyansa!
Ülkemin düzlüğe çıkmasını istiyorum. 15 yaşında Amerika’ya gittiğimde “çok çalışmamız lazım” diyerek dönmüştüm. ÖSS için çalışmalarım memlekete hiçbir şey kazandırmadı halbuki. Şimdi de “çok çalışmamız lazım” diyorum. Ama bu iki dönemin arasında çok şey yaşadım, çok içtim, çok boş vakit geçirdim, çok koşturdum. Şimdi ise en verimli dönemimdeyim ve pes etmemem gerekiyor. Hani son bir 100 metre vardır ya onu koşmam lazım. Hani ara sıra sıçrar ya bacaklardan biri, öyle sıçramam lazım. Sevmem lazım, sevmeden yaşayamam. Özlemem lazım, özlem benim çocukluktan beri arkadaşım. İstanbul’daki ağbimi ve ablamı özlemekle başladı her şey. Annemi özlemekle devam ediyor. Memleketimi, ailemi, çocuklarımı, arkadaşlarımı ve sevgilimi... Hepsini bıraktım. İtalya için, Roma için, gelecek için, eğitim için, İtalyanca için ve doktora için. Şimdi hiçbir şeyi araya veremem, Kayserili bir deyimle. Hiçbir şeye yarım bir gönüllülükle veda edemem. Koşmam lazım. Son 100 metreyi, her ne kadar ben kısa mesafe koşucusu olsam da...
Hani o salyangoz gibi tırmanacaktım yavaş yavaş tepeyi, belki de ıhlaya tıslaya. Belki şikayet ederek. Her ne kadar kısa mesafe koşucusu olsam da sabrım yerindeydi hep. Öfke patlamalarım olsa da, ruhum yıpransa da, karakterimde iniş çıkışlarla mücadele etsem de sağlıklı kalmak için çabalamalıyım. Koştuğum en güzel 100 metrelerden biri olmalı Roma’daki bu son 1.5 ay. Gerisi iyilik, sağlık ve güzellik.
Yorumlar
Yorum Gönder