O koşuyu çok iyi hatırlıyorum. En hızlı koşumdu benim. Ta ki boynuma dolanana kadar zincir ama zincirden önce kordon dolandı tabii. Onu hatırlamıyorum. Orda ölmüş ve dirilmiş olabilirim.
O koşuyu çok iyi hatırlıyorum 300-400 m kadardı herkesi geçtim fakat diğer altılık gruptakileri geçemedim. Ben iki grubun da değerlendirmeye alınacağını bilseydim daha da hızlı koşardım, yine de kendi grubumda birinci oldum.
Yüz metrede de birinci oldum ve o daha zordu hatırlıyorum ama yine de en hızlı idim.
Henüz 18 yaşında idim. Yahut 19 olsun en fazla.
Ben kısa mesafeleri koşarım. Uzun mesafelerde canım sıkılıyor ve motivasyonumu kaybediyorum.
Ben yüz metre koşucusuyum ve ben bir yarış atıyım. Boğaziçi’ni kazanışım da boşuna değil, kısa zamanlarda da çok ciddi işler başardım diyecek kadar iddialıyım. Fakat uzun mesafelerde hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim.
Kısa mesafe koşucusu olmak biraz da 100 metreden sonra yorulmak demektir. Çünkü kaslar fazlasıyla şişer ve bir kinetik enerji sonucudur ki o hıza kısacık sürede ulaşılır.
Kimi cüce desin kimi başka bir şey, doğrudur bastıbacakların hızlı gittiği.
Fakat en güzel anılarımdan birisi odur. O yumurtaya koşuşumu hatırlıyorum. Diğerleri arasında en hızlıydım. Binlerceden bir tanesi idim. Aradan geçtim ve oraya ulaştım. Oraya ulaşmam gerektiğini biliyordum. Anneme kavuştum ve onunla bütünleştim. Bundan dokuz ay sonra boynuma kordon dolanmış. Belki de ondan yavaşladım. Üstüne üstlük doğduğumda yanağımda kocaman bir et beni varmış, o zamanki doktor demiş ki alalım ki ilerde sorun olur güzelliğine laf edilmesin. İşte o zamanlar almışlar hemen o et benini ve şimdi sağımda mı solumda mı onu bile hatırlamıyorum.
İlkokulda hoca sorardı dörtte bir demem gerekirdi ama diyemezdim. Korkardım okuldan ve otoriteden ve eleştiriden. Hep annemin eteğine sığınırdım. Bazen uyumak için okul yolundan geri dönerdim. Okula gitmeyi hiç istemedim. Nasıl boğaziçi’ni kazandığım ise tamamen ineklemekle alakalı bir durum. Bir yandan da matematik zekasının gelişmesi ile tabii ki. Geometriyi de severdim yalan olmasın. Bir fizik hocam vardı, ne harika bir insandı. Bir yandan da Türkçeyi çok severdim, annem benimle övünürdü ben de sever ve sevinirdim. Daha çok severdim edebiyatı. Annem romanlara ağlardı ben de kitap okurdum. Annem kitapların sonunu okurdu ben hepsini okurdum.
İlkokuldan beri başkalarının arasında
kaybolmayı dilerken başkalarının arasında kaybolduğumda da yarışmayı bıraktım.
İsterdim ki hep koşayım. Kısa mesafe koşayım ve diğer yarışlara katılayım. Ama işte o yarışlarda dirsek ve çimdik atanlar var ya, onlardan olamadım. Basket hocasının sesi kulaklarımda çınlar: çimdik atmayı da mı bilmiyorsun?
Ama bıraktım. Kısa mesafeyi de bıraktım... hayatımda bir şeyler eksik gitti bu noktadan sonra... birileri için bir şeyleri bırakmanın acısı hep var oldu. Eminim ki olmaya da devam edecekti. Fedakarlık nedir bilmezdik o zaman yine de fedakarlık işte koşuyu bırakmak vs. Üzerine kuruluydu ister istemez. Bir yandan da bakıyorum. Nasıl geçmiş zaman insan hala bir şeyleri feda ediyor. Ne kadar sürecek bu süreç ben de bilmiyorum. Kendimizi tamamen feda ediyoruz başkaları için ve bunun doğru olmadığını elbette biliyoruz. Yine de yapıyoruz değil mi? Aynı şeyleri yapıyoruz! Aynı yollardan geçiyoruz.
Aynı hatalar...
insanlık asla öğrenmiyor. Üstüne üstlük ağaçları kesiyoruz. Üstüne üstlük güce tutunuyoruz. Bu hayattaki tek gücümüzün insan olduğumuzu anlamak olduğunu bildiğimiz halde.
Yorumlar
Yorum Gönder