Ana içeriğe atla

zaman hızla akıyordu

 Tam duba gibi olduğum hamilelik döneminde bir kere bile hastalanmadım. Süt verirken bir kere hastalandım ama hemen geçti. Şimdi halime bak her ay hastayım. Artık kan tahlilleri yaptırmanın vakti geldi de geçiyor. Hem de öksürürken akciğerlerim ağrıyor sanki kırk yıldır günde kırk sigara içiyorum. Kırk yıldır demişken ne de olsa kırk yaşına yaklaştığımdan aslında farkına vardım ki bu deyimi kullanmam çok da ters kaçmadı. 

Makalelere devam, iş aramalara devam, resme devam ama daha az resim yapıyorum. Bu aralar fazla yürümeye çalışıyorum çünkü kilolarımı veremedim. Sürekli bir açlık ama aslında aç da değilim. Çok garip bir ruh hali veriyor insana bu Haşimoto. 

Şikayetler bir yana ağbim sağolsun Beyaz Köpek isimli kitabını okuyorum Romain Gary'nin. Bir seferinde bir kitap istedim vermedi, ben de bu kitabı ona söylemeden aldım. Eğer bu satırları okuyorsa ki sanmıyorum bana kızacaktır belki de kızmayacaktır, ne de olsa ben onun güccük kardeşiyim her zaman, değil mi? 

Şimdi Carpaccio'nun diyeti devam ediyor. Onu odaya kapattım, kapıyı tırmalıyor, kapıya zıplamaya çalışıyor. Bu saatte yemesi mümkün değil daha bir saati daha var, ona da kendime de diyet yaptırıyorum, o obez ben ise overweight yani kiloluyum ve bundan hiç memnun değilim. Koşu ve yüzme ile haşrüneşir olmak istesem de tembellikte bir türlü yapamıyorum. Bir app var YOGA dersleri veriyor, Asana, çok güzeli bir aplikasyon ve düzenli takip edince insan gayet başka bir ruh haline giriyor ama düzenli takip edemiyorum. Bir de sürekli egzersiz yaptıran başka bir uygulama var 30 giorni gibi bir şey adı, şimdi bakamadım ama o da güzel... o da beni hareketli olmaya sevk ediyor fakat dediğim gibi tembellik, hastalık, yerinde oturmak ve evden çıkmamak gibi kötü huylar ruhumu sarmış sarmalamış durumda. 

Şimdi Carpaccio biraz pes etmiş gibi, arasıra bana bakıyor arasıra kapıya. Ne yapsam diye düşünüyor. Zavallı yavrucak, hiç diyet yapmaya alışık değil. Gak dese su guk dese mama yaşadı şimdiye kadar. 

Benim oğlana gelince, bir pilav yiyor etraf pilavdan kar yağmış gibi batıyor, ama pilavı çok seviyor. Anasına çekmiş, makarnaya tercih ediyor diyemem, onu da seviyor. Hem Avrupalı hem Asyalı bu yavrucak. Az yedi zannettim ama doymuş gibiydi, olayı yoğurt ve muz ile tamamladım. Nitekim dün hindi ve et yemeyi reddetmişti. Benim gibi kansız olursa gösteririm ona sonra. 

Bugün hep sevdiğim yerden yine şarap aldım, bana her seferinde 90 cent yahut 1 euro kadar indirim yapıyor. Ben de hep aynı şeyleri söylüyorum. Şarap bitti, eşim içmiyor, yoksa daha çok alırdım. Artık ne şaka yapsam ne sempatiklik gösterisinde bulunsam diye şaşırıyorum. Neyseki biraz ahbap olduk sayılır. 

Bir başka indirim yapan  yer de Cafe Elisa, o da kahveyi falan tek alınca değil ama çok şeyi birlikte alınca güzel indirim yapıyor. 10 senedir yatırım yapıyorum o kafeye. Çok güleryüzlü değildirler, barlarını yenilemezler, ama eski bir bar havası oraya çok yakışır. Kahvenin tadı güzeldir. Tatlılar güzeldir, sandviçler güzeldir, zuppa inglese güzeldir, Noel kurabiyeleri güzeldir, kızartılmış kremalı tatlı güzeldir, her şey güzeldir, her şeyin tadı yerindedir. Ekstra insanlara yalakalık yapma ihtiyacı hissetmezler. Ayrıca orda çalışan bir hayli yaşı olan ve adı sanırım Giovanni olan amca, ki kendisi yetmişi geçkindir, çakı gibidir. Bana hep 'bella' der. Ama herkese derse alınırım, umarım herkese 'bella' demiyordur. Sadece güzel olanlara ve hak edenlere diyordur. Gerçi herkese 'bella' dese ne olur ki... İnsanlar mutlu olur işte. Kendisi bana bir defasında çok az yemek yediğini, sabah kahvaltı edip sonrasında tüm gün bir şey yemediğini ve hatta akşam yemeğini dahi abartmadığını ifade etmişti. Tüm gün ayakta, ve bir gıdım yorgun görünmüyor. Hep o güzel kahvesini yapıyor. Benim en sevdiğim kahve orda. Ama Amerikalılara söylemem. Onlar beğenmezler, onlar güleryüz ister, şov ister, ben şov istemiyorum. Ben on üç sene sonra kazanılan bella ve 90 sentlik indirim, ve daha gerçekçi olan ilişkileri seviyorum. Çok da gerçekçi olmasın aman sonra mahvoluruz. Yine de işte benim için burası çok özel. Tek korkum ordaki herkesin yaşının ilerlemiş olması. Dilerim uzun yaşarlar, yaşadıkça da çalışırlar. Çalışkan insanlar. 

Başka ne anlatayım, saçlarımı kestirdim yine, uzun saçla nasıl yaşamışım anlamıyorum, artık uzun saç hiç sevmiyorum, kendisini çekemiyorum, uzun saçın ne gereği var diye kendi kendime hala sorular soruyorum. 

Bir de Calabria'ya merak sardım ama onu sonra anlatırım. 

Bu aralar telefonu odanın dışında bırakıp gece kitap okumaya çalışıyorum. Ne fayda... az okuyorum az. Çok az okuyorum. Daha eşimin kitabını okumayı bitiremedim, yüz karası bir eşim ben yüz karası. 

Yine son zamanlarda vellutata yapmaya taktım kafayı, sürekli bezelye idi kabak idi rezene idi onların vellutata'sını yapıyorum. Hem light hem besleyici oluyor ama benim oğlan yemiyor. Sadece sebze çorbası yer gibi, onu da çekmem gerekiyor, içinde mercimek olmalı, çorba da çorba olmalı güzel olmalı ki  yesin. Yeşili gördü mü yemiyor. Bugün gerçi brokoli yemiş hayret. 

Kış geldi bu oğlanın kazağı yok. 

Büyüse de ayağına büyük aldığımız ayakkabıları giyse. 

Ah annem bana her seferinde bir numara büyük alırdı ama en son ayaklarım büyümedi ben ayakkabılar çıka çıka okula gittim geldim. Ah anneciğim benim. Bugün yine seni andım gözlerim dolar gibi oldu. Yorgancılara giderdik terzilere, esnaf ile konuşurdun. Onlara akıl verirdin, onlar da Ayşe Hanım biz işimizi biliriz, derlerdi. Hiç kendini bozmadan, moralini bozmadan mağazadan çıkardın. Nasıl olsa söylemen gerekeni söylemiştin için rahatlamıştı. Bu tavsiye uzun süredir düşündüğün bir şeydi, değil mi? 

Canım benim kıyamam sana. 

Bu oğlana resmini gösterdim de hemen öptü seni. 

Seni çok seviyor daha tanımadan. 

Analar da her zaman özleniyormuş, çaktırmayın. Benim oğlum da beni özler mi acaba? Aman bana çok düşkün olmasın istemem ama halimi  hatrımı sorsun ara sıra hediye alsın, ara sıra şımartsın ama yapışmasın. Eşi de olursa çok karışmam diye umuyorum. Daha neler. Bir büyüsün de görelim. 

Hadi benden bu kadar... geyik de bir yere kadar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s