Dayım şöyle demiş tam İstanbul için yol alacağımız günün öncesinde ben eve geç gelince: "Benim anam da gezmeyi severdi, onun kızı da severdi, kızının kızı da seviyor". Evet gezmeyi seviyorum. İnsanlarla konuştukça açılıyorum. Kendimden kaçıp komşularıma ve dostlarıma sığınıyorum. Ve bu beni mutlu ediyor.
Annemle çok gezerdik. Annem gezmelere beni çanta gibi taşırdı. Her düğüne gitmeyi severdi, her geçmiş olsun'a. Yaşlılara özellikle hürmet gösterir, bırakın anneannemi ihya etmeyi, anneannemin kızkardeşini de sık sık ziyaret ederek favori torun statüsünü ısrarla korurdu.
Herkes severdi onu. O kadar çocuk (kardeş, kuzen ve uzak akraba) arasında çalışıp göz doktoru olan ve sonrasında tek başına bir "kadın" olarak sağlam duran, koşturan bir o vardı çünkü. Onun çalışkanlığı ve hareketliliği sayesinde biz de her gittiğimiz yerde baş köşede oturur ve tüm hoşgörüden ve saygıdan payımıza düşeni alırdık.
Gezmeler evet... annem yerinde oturamazdı. İşten gelir Kaniye Teyze'ye giderdi. Karşı köşemizde oturan Kaniye Teyze (bağ komşumuz) anneme o kadar alışmış ki, artık oturduğumuz sokak annem olmayınca ona dar gelmeye başlamış, öyle diyor. Kimseyi görmüyorum, kimse de beni çok sık görmeye gelmiyor, diyor. "Annen sık sık gelirdi, halimi hatrımı sorardı." Gözleri doluyor, yüzü ekşiyor, artık bu sokakta otursa da oturmasa da fark etmeyecekmiş gibi konuşuyor. Bağını satmak istiyor. Hep aklında vardı ama şimdi bu fikir daha da güçlenmiş.
Kediyi götürüyorum, diyorum, Kaniye Teyze'ye. Kaniye Teyze:
-Ah o kedi sana yük olacak.
-Ağbim de yardım eder.
-Erkek çocuğu bir yapar iki yapar. Sonrası sana kalır.
-Biliyorum ah, Kaniye Teyze, diyorum gülerek. Hemen elimi tutuyor, gülüşüyoruz.
Kaniye Teyze devam ediyor:
-Ben biliyorum ben de oğlan büyüttüm. Hem de bir iki laf söylesen hemen kabarır, sonra seni ağlatır. Sonra da özür diler ama ne fayda iş işten geçmiş.
Tam da anlattığı gibi. Aynı şeyleri yüz defa yaşadım belki. Erkekler bazen kırdıklarının hiç farkına varmazlar, bilmez miyim? Ağlarsın da umurlarında olmaz.
Elektrik direğine tırmanarak girdiğim bahçesinden (ne yüksek duvarmış o, hiç kısa bacaklara göre değil) kapıyı kullanarak çıkıyorum. Her çıkışın bir inişi var diye seviniyorum kendi kendime.
Sezaver Teyze'yi de ziyaret ettim, İhsan Amca ve Sezaver Teyze iki yanımız. Sezaver Teyze de benim gibi evin küçüğüymüş, "küçükler hiç büyümez diyorlar" diyorum. Ben 40 yaşına gelince anladım büyüdüğümü, diyor, o zaman anladım ki benden bir şeyler bekleniyormuş. Onunla küçük olmak nazlı olmakla eşdeğer mi, onu konuşuyoruz. Belki diyoruz nazlıyız ama o kadar da nazlı değiliz canım. Ben diyorum ki "ablam bana göre daha karatakım". Bir yandan da ben de az şeye göğüs germedim, diye düşünüyorum içimden. Sezaver Teyze bana güzel bir çay ikram ediyor, sonra da sütlaç. O kadar da tokum ama hayır diyemiyorum. Saçları ağarmış ve kısacık. Yüzünün bu sene daha da küçüldüğünü ama yanaklarının pembeliğini yitirmediğini görüyorum. Gelecek sene görüşürüz inşallah, diyoruz ayrılıyoruz.
Almanya'dan gelen Sevdiye Teyzeler var, onlar teraviye gitmişler. Sadece babaanne ile torun kalmış evde. Babaanne de çok tatlı ama hastalıktan bir hayli çökmüş. Gel otur, diyor ama çok geç kaldığımdan toparlanmak için (dayım panik bir adam, beni bekliyor elbet) gelmeyeyim diyorum. Babaannenin gözünün içine bakarken hasta olduğunu düşünüyorum, onunla bir bağ kurduğumu hissediyorum ve bu bağ beni korkutuyor. Oysa ne güzel konuşuyor, hiç hastalığından haberi yokmuş gibi. Hem Şaban Amca'yı "sende de ne çene varmış hanım" dedirtecek kadar. Ben onları ararım olmadı, hoşçakal demek için geldim, diyorum. Sonunda eve dönüyorum.
Demet Ablalar tatilde, onlara uğrayamıyorum. Olsa bir de onlarla hoşbeş edeceğim.
Fatma Teyze gitmiş mi ne ona da uğrayacağıma söz vermiştim. Beni de bekler, hep ziyaret ederdim onu. Gözü yolda kalmıştır. İçime sinmeyen bir gidiş. Hangi gidiş insanın içine siner ki?
Gel gelelim... Tüm bunlardan önce Gülfem ile buluşmuştum, beraber çay içmiştik ve karanfilli sigara. Onla da çenem düşmüştü. Hayat hikayemi ona da anlatmıştım, daha da oturup konuşacaktık eğer ki ben komşulara veda edecek olmasaydım.
Gündüz de Tülin Teyzelerle vedalaştık. Gel gör ki annemin teyzesini göremedim gitmeden, onlara ayıp oldu işte.
Kayseri'nin havasını seviyorum, suyunu severdim (musluktan içtiğimiz zamanlarda), dostları seviyorum, annemin sevdiği her şeyi... annemin eski muayenehanesinin caddesini ve bağımızı. Kayısı ağaçlarını ve güzel soğuğunu bahçenin. Serinliğini evimizin. Geniş odalarını ve duvarda asılı karakalemleri, Bahadır'ın yaptığı resmi ve teyzemin benim için yaptığı trabzandan kayan kızın resmini. Her şeyi o reklamdaki gibi cebime koyup gitmek isterdim ama cebe koyup gitmek ile orda bulunmak arasında çok büyük fark var.
Annem yoksa buraların da bir anlamı yok. Anne uzakta da olsa, orda olduğunu bilmek yeğdir. Fakat anne olmadan o anıları bırakıp gitmek sanki bir çeşit ihanet. Oysa ihanet de değil ya olacağı bu. İstanbul'da bir hayat kurulu. Kayseri'de ise annemin kurduğu hayat var. Şimdi öznesi olmayan bir nesneler zinciri ve bizim dolduracağımız bir fiiller bütünüdür Kayseri. Daha bana ne ifade etsin ki doğduğum büyüdüğüm yer olsa da?
Velhasıl kelam anneannem de gezmeyi sever, annem de sever, ben de severim. Bu özelliğimi de çocuğuma aşılamayı düşünüyorum onu çanta gibi yanımda taşıyarak. Ta ki "anne yeteeeeeeeeeeer!" diyene kadar. Olsun anneannem inat, annem inat, ben de inatım. Kızıma inat "eger .. nın düğününe gitmezsen kimse senin düğününe gelmez" diyerek korkutmaya çalışırım kızımı. O da "amaaan gelmesin" derse sinir krizi geçirir ne yapar ne eder onu da gezdiririm. Ta ki o benden sonra gezmeci olarak anılana dek...
Anne hatırlıyor musun Aysunların evinde ne demiştin? "Hiç bu kadar mutlu olmamıştım"
Gezmelerde dünyanın en mutlu insanı olan anneme sevgilerimle...
Annemle çok gezerdik. Annem gezmelere beni çanta gibi taşırdı. Her düğüne gitmeyi severdi, her geçmiş olsun'a. Yaşlılara özellikle hürmet gösterir, bırakın anneannemi ihya etmeyi, anneannemin kızkardeşini de sık sık ziyaret ederek favori torun statüsünü ısrarla korurdu.
Herkes severdi onu. O kadar çocuk (kardeş, kuzen ve uzak akraba) arasında çalışıp göz doktoru olan ve sonrasında tek başına bir "kadın" olarak sağlam duran, koşturan bir o vardı çünkü. Onun çalışkanlığı ve hareketliliği sayesinde biz de her gittiğimiz yerde baş köşede oturur ve tüm hoşgörüden ve saygıdan payımıza düşeni alırdık.
Gezmeler evet... annem yerinde oturamazdı. İşten gelir Kaniye Teyze'ye giderdi. Karşı köşemizde oturan Kaniye Teyze (bağ komşumuz) anneme o kadar alışmış ki, artık oturduğumuz sokak annem olmayınca ona dar gelmeye başlamış, öyle diyor. Kimseyi görmüyorum, kimse de beni çok sık görmeye gelmiyor, diyor. "Annen sık sık gelirdi, halimi hatrımı sorardı." Gözleri doluyor, yüzü ekşiyor, artık bu sokakta otursa da oturmasa da fark etmeyecekmiş gibi konuşuyor. Bağını satmak istiyor. Hep aklında vardı ama şimdi bu fikir daha da güçlenmiş.
Kediyi götürüyorum, diyorum, Kaniye Teyze'ye. Kaniye Teyze:
-Ah o kedi sana yük olacak.
-Ağbim de yardım eder.
-Erkek çocuğu bir yapar iki yapar. Sonrası sana kalır.
-Biliyorum ah, Kaniye Teyze, diyorum gülerek. Hemen elimi tutuyor, gülüşüyoruz.
Kaniye Teyze devam ediyor:
-Ben biliyorum ben de oğlan büyüttüm. Hem de bir iki laf söylesen hemen kabarır, sonra seni ağlatır. Sonra da özür diler ama ne fayda iş işten geçmiş.
Tam da anlattığı gibi. Aynı şeyleri yüz defa yaşadım belki. Erkekler bazen kırdıklarının hiç farkına varmazlar, bilmez miyim? Ağlarsın da umurlarında olmaz.
Elektrik direğine tırmanarak girdiğim bahçesinden (ne yüksek duvarmış o, hiç kısa bacaklara göre değil) kapıyı kullanarak çıkıyorum. Her çıkışın bir inişi var diye seviniyorum kendi kendime.
Sezaver Teyze'yi de ziyaret ettim, İhsan Amca ve Sezaver Teyze iki yanımız. Sezaver Teyze de benim gibi evin küçüğüymüş, "küçükler hiç büyümez diyorlar" diyorum. Ben 40 yaşına gelince anladım büyüdüğümü, diyor, o zaman anladım ki benden bir şeyler bekleniyormuş. Onunla küçük olmak nazlı olmakla eşdeğer mi, onu konuşuyoruz. Belki diyoruz nazlıyız ama o kadar da nazlı değiliz canım. Ben diyorum ki "ablam bana göre daha karatakım". Bir yandan da ben de az şeye göğüs germedim, diye düşünüyorum içimden. Sezaver Teyze bana güzel bir çay ikram ediyor, sonra da sütlaç. O kadar da tokum ama hayır diyemiyorum. Saçları ağarmış ve kısacık. Yüzünün bu sene daha da küçüldüğünü ama yanaklarının pembeliğini yitirmediğini görüyorum. Gelecek sene görüşürüz inşallah, diyoruz ayrılıyoruz.
Almanya'dan gelen Sevdiye Teyzeler var, onlar teraviye gitmişler. Sadece babaanne ile torun kalmış evde. Babaanne de çok tatlı ama hastalıktan bir hayli çökmüş. Gel otur, diyor ama çok geç kaldığımdan toparlanmak için (dayım panik bir adam, beni bekliyor elbet) gelmeyeyim diyorum. Babaannenin gözünün içine bakarken hasta olduğunu düşünüyorum, onunla bir bağ kurduğumu hissediyorum ve bu bağ beni korkutuyor. Oysa ne güzel konuşuyor, hiç hastalığından haberi yokmuş gibi. Hem Şaban Amca'yı "sende de ne çene varmış hanım" dedirtecek kadar. Ben onları ararım olmadı, hoşçakal demek için geldim, diyorum. Sonunda eve dönüyorum.
Demet Ablalar tatilde, onlara uğrayamıyorum. Olsa bir de onlarla hoşbeş edeceğim.
Fatma Teyze gitmiş mi ne ona da uğrayacağıma söz vermiştim. Beni de bekler, hep ziyaret ederdim onu. Gözü yolda kalmıştır. İçime sinmeyen bir gidiş. Hangi gidiş insanın içine siner ki?
Gel gelelim... Tüm bunlardan önce Gülfem ile buluşmuştum, beraber çay içmiştik ve karanfilli sigara. Onla da çenem düşmüştü. Hayat hikayemi ona da anlatmıştım, daha da oturup konuşacaktık eğer ki ben komşulara veda edecek olmasaydım.
Gündüz de Tülin Teyzelerle vedalaştık. Gel gör ki annemin teyzesini göremedim gitmeden, onlara ayıp oldu işte.
Kayseri'nin havasını seviyorum, suyunu severdim (musluktan içtiğimiz zamanlarda), dostları seviyorum, annemin sevdiği her şeyi... annemin eski muayenehanesinin caddesini ve bağımızı. Kayısı ağaçlarını ve güzel soğuğunu bahçenin. Serinliğini evimizin. Geniş odalarını ve duvarda asılı karakalemleri, Bahadır'ın yaptığı resmi ve teyzemin benim için yaptığı trabzandan kayan kızın resmini. Her şeyi o reklamdaki gibi cebime koyup gitmek isterdim ama cebe koyup gitmek ile orda bulunmak arasında çok büyük fark var.
Annem yoksa buraların da bir anlamı yok. Anne uzakta da olsa, orda olduğunu bilmek yeğdir. Fakat anne olmadan o anıları bırakıp gitmek sanki bir çeşit ihanet. Oysa ihanet de değil ya olacağı bu. İstanbul'da bir hayat kurulu. Kayseri'de ise annemin kurduğu hayat var. Şimdi öznesi olmayan bir nesneler zinciri ve bizim dolduracağımız bir fiiller bütünüdür Kayseri. Daha bana ne ifade etsin ki doğduğum büyüdüğüm yer olsa da?
Velhasıl kelam anneannem de gezmeyi sever, annem de sever, ben de severim. Bu özelliğimi de çocuğuma aşılamayı düşünüyorum onu çanta gibi yanımda taşıyarak. Ta ki "anne yeteeeeeeeeeeer!" diyene kadar. Olsun anneannem inat, annem inat, ben de inatım. Kızıma inat "eger .. nın düğününe gitmezsen kimse senin düğününe gelmez" diyerek korkutmaya çalışırım kızımı. O da "amaaan gelmesin" derse sinir krizi geçirir ne yapar ne eder onu da gezdiririm. Ta ki o benden sonra gezmeci olarak anılana dek...
Anne hatırlıyor musun Aysunların evinde ne demiştin? "Hiç bu kadar mutlu olmamıştım"
Gezmelerde dünyanın en mutlu insanı olan anneme sevgilerimle...
Yorumlar
Yorum Gönder