Ana içeriğe atla

La frontière de l'aube

                                                                Frontier of the Dawn


Yıllar önce "Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk" demişti... Şimdi aslında aşktan daha kıymetli olduğunu düşündüğümüz şeyler olduğunu "bilerek" yaşıyoruz. Yahut artık hiçbir şey hayattan daha kıymetli değil. Kimse de aşk için ölmüyor. Ölecekmiş gibi oluyor ama ölmüyor.

İşin komik tarafı benim anneannemin annesi Ayşe aslında bir şairmiş, ozanmış o zamanın deyimiyle. Hemen her konuda bir dörtlük uydurur söylermiş. Çok güzel tekerlemeler bilirmiş. Anneannem annesinin bir şair olduğunu söyledi. Ben inanıyorum, kadın bir şair 1910'larda mı 1920'lerde mi bir şair kadın Türkiye'de Kayseri'de inanılmaz (Buna bu gözle baktığım için kendime de inanamıyorum). Mehmet büyük dedem, anneannemin babası ölmüş. Hastalıktan. Ayşe Anneanne dağa çıkar çıkar ağlarmış, "Beni de kırkına al Mehmet Mehmeet!" diye. 1 sene sonra o da ölmüş. Anneannem Ganimet ile kızkardeşi Mürüvvet hem yetim hem öksüz kalmışlar. İki küçük kızkardeş, sonra onlara dayıları ile yengeleri bakmış.

Bizim ailede aşık kadın çok. Türk kadınlarından hangisi kocacı değildir ki? Sırf Türk kadınları arasında yaygın olan bir şey değildir ya elbet bu, insan sevmek ister, tek kişiyi sevdi mi ömür boyu sevmek ister, bırakmak istemez elbette. Yeter ki insanın kalbi sevmeyi bilecek kadar büyük olsun. Genlerine işler bu insanın. Bazı insanlar ise sevmeyi gerçekten bilmezler. Sadece kendilerini sevdikleri için değil elbette... bilmem işte... nedense.

Annem de rahmetli, babama çok aşıkmış zamanında.

Carole evli bir kadın, François'e aşık olur. O kadar ki kocası onları yakaladığında, François bunu gururuna yediremeyip de Carole'un mektuplarına cevap vermez ve Carole tımarhanelik olur. Tımarhaneden çıkan Carole öğrenir ki François artık onu sevmemektedir, başkasını sevmektedir. Carole intihar eder. François ara sıra onu düşünür fakat Eve ile mutludur. Ta ki Eve'in bebek beklediğini öğrenene kadar. Onunla evlenmek ister... ve olaylar böylece gelişmeye devam eder. Fakat sıradışı bir şey olur: François halüsinasyon görmeye başlar, Carole rüyalarına girer ve ona aynadan görünüp, onu yanına çağırır. Seni seviyorum, sana ihtiyacım var, der. Sen benimsin, der. Sen beni seviyorsun, ben de seni seviyorum, yanıma gel, der. Beni her zaman seveceğine söz vermiştin, der.

François çok korkar. O kadar korkar ki arkadaşına danışır en sonunda. Arkadaşı onun halüsinasyon gördüğünü ve bunun geçici olduğunu söyler "Umutsuz insanlara kimse yardım edemez. Sen kendini suçluyorsun, senin bir suçun yok."der. Mutlu olmaktan korkuyorsun, burjuva mutluluğundan, der. Evlenmek ve çocuk sahibi olmak burjuva mutluluğudur evet işte bu, işte bunun korkusu güldürdü beni.

François giyinir kuşanır, tam düğün günü. Aynaya bakar, bir süre görünmez Carole, Carole'ı bekler. Carole görünür. Sana aşık olduğumu düşünüyorum, der. Carole "O zaman benim yanıma gel" der.

İnsanın kanını donduran bir film, bir noktada aşkın bu kadar korkunç olabileceğini düşünemiyor insan. Aşkın mektupları, gözyaşları, kansız bir devrim, tüm insanların bir yere yürüdüğü ve barış ile sağlanan bir devrim... evet Carole bunun hayalini kurmuştu ama aslında tam tersi oldu. Aşkın karşılıksızlığı, insanın karşısında aynı aşkı bulamaması, tutulmayan sözler... peki neden Carole'u aynada görüyordu François? Kendisinden mi korkuyordu, suçluluk mu duyuyordu? Yoksa burjuva mutluluğundan mı korkuyordu gerçek anlamda? Yoksa Eve o Newyork'taki adama aşık olduğunu itiraf ettikten sonra kimsenin onu Carole gibi sevmediğini mi anladı? Bebekten korktu, bebek sahibi olan arkadaşlarının söylediği sözlerden korktu, "yeni bir hayat, bir sürü harcama" bunlar belki de gözünü korkuttu François'in. Belki de böyle bir yaşantının ardından normal bir hayat süremedi. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi.

Kalabalıklar arasında yalnız olan Carole'du. Eve'in güzel bir ailesi vardı, Carole hiçbir zaman François'i bırakmadı. Eve ise Newyork'a gidiverdi. Bu sefer François idi aşk mektupları yazan, senden sonra aşkı tanıdım diyen oydu. Peki aşk neydi? Biri kaçar diğeri kovalar, diğeri kaçar bu sefer ötekisi kovalar. Bu kadar basit mi?


Philippe Garrel bir konuşma yaptı filmden önce. Siyah beyaz çekmenin tekniğinden bahsetti. Hiç Fransızcam olmadığından anlamakta güçlük çektim. İtalyanca tercüme de çok açık değildi (kendi bahanelerim bunlar). Filmi çekmeden önce doğaüstü şeylere hayranlık duyduğunu söylerken, filmden sonra tek gereken şeyin gerçekler olduğuna karar verdiğini söyledi. Önceden doğaüstünden çok etkileniyormuş ama filmden sonra fikri değişmiş.


Bir kadının bir adamı ölecek kadar sevmesi bugün bile düşünülür bir şey. Fakat ölenin yalnızlığı ve o yalnızlığın paylaşılmaması çok korkunç bir şey. Kimsenin kimseye dayanmadığı ve güvenmediği ve sadece kendisine dayanıp güvenmesi gerektiği gibi zırvalarla dolduk hepimiz. Bu yüzden birbirimizi dinliyor ama dinlemiyoruz. Her şeyin ölçüsü kendi bireyselliğimiz ve bilgimiz oldu. Ben bile bu satırları başkasıyla tartışmadan yazıyorum. İşte bu yüzden tek sesliyim.

Eğer François Carole'u tımarhaneden kaçırabilseydi işte o zaman her şey farklı olurdu.

Eğer geri dön diye mektup yazılanlar geri dönseydi işte o zaman her şey farklı olurdu. Yoksa olmaz mıydı?

Babası Eve'e şöyle der: "Annen aslında başkasına aşıktı, onun peşinden gitti her yere. Büyük bir aşktı, Kanada'ya, vs.'ye peşinden gitti. Fakat beni seçti çünkü benim çocuklarına iyi bir baba olacağımı düşündü." Eve babasına şöyle der "doğru düşünmüş".

Bu da bir soru işareti...

Soru işaretleri kafa yorgunluğu ve şoklarla hoşçakalın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s