Boş bir kağıda yazıyorum. İçimizde bir sürü kutu var.
Beynimizde bir sürü kutu var. O kutularda saklıyoruz anıları. O kutularda
saklıyoruz o insanları. Aslında insanlar bir kutunun icine sığamaz. Aslında
insanlar çok daha büyük her şeyden. Anılardan kalanlar sığıyor kutuların içine. Ama biz sığamıyoruz.
Dolaplara kıyafetler sığıyor, raflara kitaplar. Anılar ise soyut olduğundan belki, yeri zamanı kişisi ve duygusu belirli olduğundan sığmıyor tek başına, o anıların yerleri, zamanları ve kişileri değiştirilemiyor.
Her şey çok garip. Hayat çok garip. Sevmek çok garip.
Kaybetmek çok garip.
Bazı şeyleri erken kaybediyor insan. Bunun acısını da uzun bir süre
duyuyor çoğu zaman.
Bazı şeyleri hiç kaybetmek istemiyor, derken ona sıkı sıkı
sarılıyor, o zaman boğuyor insan. Sevgi boğucu bir hal alıyor. Bu genelde bir insan kendini hiçe saydığında ve diğer insanla bir olmak istediğinde yaşanıyor. Başkasının hayatını yaşamaya başlıyor insan, o başkası oluyor, onun bir parçası olmak istiyor, bireyselliğini kendi arzularını ve geleceğe dair planlarını yitiriyor. Ama bu sonuç vermiyor. Çünkü iki insan bir olamıyor. İki insan bir kutuya sığamıyor. Hayatta herkes için sadece bir kutu var, yeraltında da (Seinfeld'in dediği gibi, "aha tam da kendime uygun harika bir kutu buldum derken insan kendisini o kutunun içinde buluyor.")
Bazen insan hiç anlaşılamıyor, yanlış anlaşılıyor. Bazen bir
insanla anlaşmak dünyanın en zor şeyi oluyor. Sevgi veya anlayış yetmiyor.
Bazen insan gerçekleri görmüyor, görmek istemiyor.
Ben kıskanç bir kadın gibi davrandım. Ama ben kıskanç bir
kadın değildim özümde. Ne yapsam oydum, o yüzden kıskançtım. Çok korktum
kaybetmekten o yüzden bocaladım.
İnsanlar kutulara sığmıyor. Acılar kutulara sığmıyor.
Herhalde öldüğümüzde de bir kutuya sığan bizden geriye kalanlar olmayacaktır.
Fikirler kitaplara sığıyor ama kitap bırakırsan geride.
İnadına isteriz bazen birilerini neden istediğimizi
bilmeden. Sonuçlarını düşünmeyiz bile, boyumuzdan büyük işlere kalkışırız,
sonra o insanı elde edip de onu tutmaktansa, onu kendimize uydurmaya çalışırız.
Neden kendimizin dışındaki her şeyi şekillendirmeye çalışıyoruz? Gereksiz bir
çaba değil bu ama acaba ne kadar anlamlı? Ne kadar yararlı?
Hayalleri çok severim, sık sık hayale kapılırım. Sık sık
özlem duyarım güzel günlere. Sık sık üzülürüm.
Hayal kurmayı çok severim, hayallere kapılmayı çok severim.
Ama bir işe yaramaz eğer o hayaller bir hayal olmuşsa artık. Gerçek, elimin
tuttuğu, gözümün gördüğü, kalbimin çarptığı, ruhuma hitap eden, aklıma konuşan,
anlayan ve dinleyen ve beni aşağılamayan, beni hor görmeyen bir hayal gördüm.
Bu hayal tuzla buz oldu. Gerek hak ettim gerek hak etmedim, haksızlığa da
gelemedim. Geçmişi bırak dedim, her şeyi kutulara doldurdum, kutuları
çekmecelere kaldırdım, çekmeceleri kapattım. Yürüdüm. Önüme baktım, önüme
bakacağım. Bir kere daha emin oldum: Doğru kararı vermişim.
Yorumlar
Yorum Gönder