Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Zürih

Bu şehirle ilgili çok fazla söyleyebileceğim bir şey yok. Caddelerin güzelliği, düzenliliği, temizliği, her şeyin insanın elinin altında olması, üniversitenin harika bir yerde konumlanmış olması... insanı cezbediyor. İlk gün karanlık ve yağmurlu gelen bu şehrin aslında insana ilham veren de bir havası var. Her ne kadar Oslo kadar gelişmiş, İtalya kadar sıcakkanlı olmasa da, entelektüellerin buluşma noktası olabilecek yegane şehirlerden. Zürih Üniversitesi'nin ortamı çok güzel, ETH Zürih binasındaki heykellerin de güzelliği tartışılmaz. Pergamon Anıtı'nın taklitleri Zürih Üniversitesi'ndeki giriş katındaki masaların baktığı duvarları süslüyor. Güzel bir mimari, açık bir toplanma ve tartışma alanı yaratılmış sanki. Şehir karamsar gibi biraz, ama Lucca da öyle... Bir sabah hava çok güzeldi ve evlere düşen ışığa, gökyüzüne ve havanın temizliğine hayran kaldım. Fakat en son gün maalesef yine kapalı bir hava vardı. Bu şehir de Ankara gibi, yalnız yaşamak zor olsa gerek.

Barbara and Amor

I watched the movie in the end. Please read these things after watching the movie but you will not miss anything if you do not read these comments while the song above of Barbara is strongly recommended for some feeling of melancholia of the French and also to have an understanding of the dialectic of love a bit more.... It is very hard to make comments on the movie. It is a complicated story. I cannot keep on interpreting it from the eyes of a person who is grown up in Turkish society and who has lost her mother in a similar way. The first Turkish comment: The attitude of the daughter bothered me so much, coming a few times, crying, making a mess and leaving. And that she left all the responsibility to the father. When I think about it we were trying to be there all the time with mom. As I had written before when my mom was sick, my brother (and his Spanish girlfriend Natalia) stayed with her for 6 months or so. It was very difficult. I sometimes would go and make m

Deprem, Dostluk ve Digerleri

İtalya saati ile en yakın arkadaşımın doğumgünü geçmiş bulunmakta, kendisi bilmem kaç yaşına girdi ama bilmesini istiyorum hangi yaşta olursa olsun. Onu seviyorum. Daha da duygulanmak isterdim, onun için şarap içecektim. Ama vazgeçtim. Limon suyunu tercih ettim. Nasıl duygulanmam diye sordum kendime. Garip bir şekilde Pınar Selek hakkında çıkan karar, hakarete uğrayan, saldırılan Ermeniler, en iyi araştırmacı ve barışçı gazetecilerin ölümlerinin yıldönümleri, askerlerin intiharları, bugün ben kütüphanedeyken gerçekleşen ve kanımı donduran deprem. Hiçbir şey moralimi bozamaz. Bozmayacak. Hatta ve hatta geleneksel yaşanışların bugüne tezahürü de buna dahil. Bu sabah kalktım erkenden uyuyamadım, Lucca'nın duvarları üzerinde dolandım. Her şeyin rengi ayrı güzeldi. Dağlar ve bulutlar mor, pembe, ağaçların gövdeleri sarı ve yeşil, sarı ve açık pembe binalar, çan sesleri eşliğinde.... yürüdüm. Ağzım açık gökyüzünü izledim. Demek ben uyurken bunları kaçırıyormuşum, dedim kendi kendime

Kaderden Sıyrılmış

Ne zaman sevsem başım belaya girer Ne beyaz atlı bir prens Ne de Sindrellayım ben Ne zaman beklesem başım derde düşer Yollar bitmez Zaman geçmez Giden gelmez Ne zaman elini tutsam Üşürüm ben Hiçbir sahiplendiğim Bana ait olmaz Yine de değişmez bu kafa Yine de tükenmez bu hayat Yaşlansam da bağlanırım İnandığım o şey her ne ise Akıl gider Aşk gider Geriye kala kala Kaderden sıyrılmış ama Tam da yalınlaşmamış Bilinmeyen Yabancı mı yabancı Bir his kalır. 

Ingmar Bergman - Scenes from a Marriage (1973)

Sometimes it is too much love that we do not know what to do with it. Use it for good purposes or bad purposes. What kind of reaction does our body and mind give to too much love? Or let's say when a feeling is too much what is its difference from the other extreme feelings such as jealousy, hate, passion and wanting to possess a person? It is very hard to distinguish in a relationship, in a marriage, between men and women who plays (acts) more and who is more real. Who can understand who is lying less and who is more honest? The answers to these questions are never given. But one thing can be said about the extreme feelings: They do not contain so much empathy and compassion. And there are times that a person needs compassion but finds passion instead and there are times that a person needs protection and finds pity instead. It is too often the case that we are so cruel, we are so totalitarian in our nation-state (as Vonnegut would say) to our only citizen, our partner. Since th

Kış

Rüzgar onun sesini götürdü Alın bu sesi leşlere verin dedim Ceketini aldım sahile gömdüm Sonra sahil boyunca yürüdüm Ağaçlar onun gözlerini götürdü Kumlar harelerini Deniz kızları gülüşünü götürdü Bense sahil boyunca yürüdüm Gülüşünden deniz köpüğü yapmışlar Deniz kızları ellerini uzatmış Ama tutamamışlar Kokusu vardı hala eski eşyalarda Eski eşyaları hurdacı götürdü Bense sahil boyunca yürüdüm Alın dedim leşi budur İsmi eskali budur Geçmişi geleceği budur Sen onu bize bırak dedi karanlık adamlar Bense sahil boyunca yürüdüm...

Bugün bir Pazar Günü Masa Başındayım

Masa da Masaymış Ha Adam yaşama sevinci içinde Masaya anahtarlarını koydu Bakır kâseye çiçekleri koydu Sütünü yumurtasını koydu Pencereden gelen ışığı koydu Bisiklet sesini çıkrık sesini Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu Adam masaya Aklında olup bitenleri koydu Ne yapmak istiyordu hayatta İşte onu koydu Kimi seviyordu kimi sevmiyordu Adam masaya onları da koydu Üç kere üç dokuz ederdi Adam koydu masaya dokuzu Pencere yanındaydı gökyüzü yanında Uzandı masaya sonsuzu koydu Bir bira içmek istiyordu kaç gündür Masaya biranın dökülüşünü koydu Uykusunu koydu uyanıklığını koydu Tokluğunu açlığını koydu Masa da masaymış ha Bana mısın demedi bu kadar yüke Bir iki sallandı durdu Adam ha babam koyuyordu. Edip Cansever