Ana içeriğe atla

Neşe'li günler


“Bana ne senin Neşe ile geçen çocukluğundan? Kayda değer ve topluma mal olacak bir şeyler söyle bari” diyesiniz gelse de hemen lafınızı yutun. Çocukluk bu kolay unutulmaz.

İşten çıkıp da kafasını dağıtmak için beni seçmiş bu ufaklık arkadaşıma adansın bu yazı. (Bu arada süt kardeşim Merve’yi başka bir yazıya saklıyorum. Ayrıca Aysun’umla geçen yıllarımızı ki artık ne çocukluğu, ne ergenliği, ne üniversitesi, ne üniversite sonrası kaldı… yine başka bir yazıya saklıyorum. Sevgili Aysun Amerika’ya giderek yüreğimde derin sızılar bırakacaktır. O zaman bakacağım acılarımın icabına, Genç Şah'ın Acıları adlı bir kitap yazacağım)

Neşe’lerde kalmayı çok severdim, onun inceliğine özenirdim, yeni cicilerine bicilerine, sonra Ayşe ile “o bana alındı, bu sana alındı” tartışmalarını izlemeye… Ben tek çocuk sayılırdım, ağbim ve ablam çoktan İstanbul rüyasına dalmışlardı benden yaşça bir hayli büyük oldukları için. Çocukluğumuzda günlerimizi nasıl geçirdiğimizi hayal meyal hatırlar gibiyim. En eğlenceli zamanlarımız bileklik yaptığımız zamanlardı. Ne zaman ki düğüm atarak bileklik yapmayı öğrendik o zaman hayatımız kaydı. Bir de benim teyzemden öğrendiğim bir yöntem vardı, elle yapılan örgü gibi bir şey. Bu örgüyü teyzeme zamanında Ermeni asıllı bir akrabamız öğretmiş, bu gerçeği yıllar sonra öğrendim. Çok hanım hanım bir kadınmış, çok becerikliymiş. Ben ancak onun torunlarına yetişebilmişim.

Konuyu dağıttım. Ayşe Neşe’nin ablasıydı ama biraz “cool” olduğundan bizimle pek takılmazdı, takıldığında bizi çok feci eğlendirirdi. Kızdırır mıydı hatırlamıyorum ama türlü şaklabanlıklar yapar sonra odasına çekilir her akşam okuması gereken klasiklerinden belli bir sayfa okumadan yatmazdı, yalnız o zamanlar ortaokuldaydık zannedersem (zaman kayması yaşadım). Bir de Ayşe’nin ağaç kadar dallanmış budaklanmış bir anahtarlık koleksiyonu vardı. Onun her anlamda disiplinli ve istikrarlı oluşu bende büyük hayranlık uyandırmıştı. Ayşe bizde ciddi anlamda özenilesi abla profili çizerdi. O her şeyin üstesinden gelir, gözüyle bakardık hep.

Bilekliklerimizi Neşelerin eski evlerinin eski koltuklarında televizyon karşısında (küçük anneanneler gibi) yaparken, renk seçiminde hep zorlanan ben düzgün renk seçer seçmez ve düzgün bir şeyler örer örmez… değiş tokuşa girişirdik. O bana hediye ederdi, ben ona hediye ederdim. O günden bugüne anı olarak ne kaldı o bilekliklerden? Nereye kaldırdım onları kimbilir?

Neşe’nin bugün beni arayıp bu yazıyı yazmama vesile olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Telefonda itiraf etti ki “Küçükken en çok onda kalmak isteyen arkadaşı benmişim”. Evet, dedim o an ve onlarda kalma tutkumu hatırlayıverdim. Annem “kalma” derdi, ben ağlardım, söylenirdim, inatlaşırdım. Annem de inatlaşırdı. N’olurdu kalsamdı, zaten büyüyecektik eşek kadar olacaktık bir daha köpüklü banyolara giremeyecektik beraber ve orda saçmasapan çocukluk fotolarımız olmayacaktı. Yine de sık sık kalırdım onlarda. Ayrıca bizim evde bir problem olunca ben Neşelere transfer olurdum. Aysel Teyze’yi (annelerini) ayrı severdim. O belki de çevremizdeki en zarif kadındı. En kibar ve en güzel örgü ören… Muhteşem şeyler örerdi, bizler bileklik örerken annelerimiz bize merserize hırkalar örerlerdi o doktor halleriyle.

Kerim Amca bizi Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlarken az ter dökmemişti. Neşe’ye çeşit çeşit defter tuttururdu, onu yazları bile çalıştırırdı. Hiç bu kadar çalışkan bir baba görmemiştim ve gözlerim faltaşı gibi açılmıştı onun bu azmi karşısında. Ha bir de Kerim Amca’nın ağbimle yaptığı basket maçları vardı ki ağbimi de hiç bu kadar azimli görmemiştim. Bizler ise 9 aylık oynardık, Kerim Amca bizi götürürdü Talas’ta bir yerde basket sahasına. Oyun oynatırdı. Her şeyimizle birebir ilgilenirdi. İngilizce bilgimizle bile. Almanca çalıştırdığı (bizimle öğrendikten sonra) gün de dün gibi aklımda. Sıfatları tarif etmek için zıplayıp hopluyorduk. Aysun da bizimleydi. O da hatırlar eminim.

Sonra bir gün Neşe büyüdü, önce Kayseri’den uçtu, sonra yuvadan. Kayseri’den gidişini hala çok iyi hatırlamıyorum. Bir anda gitmiş gibi gelir bana hep. O A sınıfındaydı, ben C sınıfındaydım ortaokuldayken. Ankara’ya taşındılar. Çok da iyi yaptılar. Fakat bizim en son lise mezuniyet balosunda çekilen fotoğrafımızdan anlıyorum ki uzun yıllar sonrasına kadar görüşememişiz, kopmuşuz. Ta ki bir gün Neşe beni bulup arayana kadar. Annemin hastalığını duymuştu. Konuştuk bir iki defa. İstanbul’a geldiğinde de görüşmek kısmet olmadı. Sonra o “evleneceğim, davetiyemi size elden vereceğim” diyinceye kadar… onu göremedim. Annemin ölümünden iki hafta sonra da Neşe’nin düğünündeydim. Daha kırkı çıkmadan eğlenceye gitti, derler ya. Ben onlardanım. Kayseri’de ne derlerse desinler umurumda değil. Çünkü düğünden üç gün önce annemi gördüm rüyamda, bana kıyafet seçiyordu. Hiç konuşmuyordu. Hem annem benim tüm sevdiklerimin düğününe gitmem taraftarıydı ki Aysel Teyze’yi de kızları da çok severdi. Eminim yaşasaydı benimle gelmek isterdi yahut beni gönderirdi. Ve derdi ki “sen kimsenin düğününe gitmezsen kimse de senin düğününe gelmez”. Gezenti kadınlarız biz, malum.

İyi ki Neşe’nin düğününe gitmişim. O çok güzel bir gelin olmuştu. Yine çok zarif ve zayıftı. Uzun saçlarını sağ omzundan asmanın yaprakları gibi beyaz dantellerle süslemiş, örerek sarkıtmıştı. Bir de çocuklar gibi şendi. O benim gözümde zaten gelinlik giymiş bir çocuktu. Ben en çok onun küçüklük halini hatırlarım ki. Benim için hiç değişmemiştir. O da benim konuşma biçimimin bile değişmediğini söylüyor zaten. Çocukluktan beri hiç değişmemiş olmamız mümkün değil ya. Yoksa vay halimize!

Hep çocuk kalanlardandı ta ki düğünde tango yaparken çiçeği fırlatana kadar. Sonra “evet” diye bağırdı ve yine eski Neşe oldu. Sonra kanunun başına geçti ve yine eski Neşe’ydi. Sonra dans etti, yanaklarımı sıktı. Eskisi gibi, hep yanaklarımı sıkardı zaten. Ve bugün de dediği gibi “ben en çok onların evine gitmeyi severdim, en çok orda kalmayı”. Küçüklüğümden beri dostlarım konusunda çok muhafazakarımdır. Onları bir an yalnız bıraksam başkasını daha çok seveceklermiş gibi gelirdi. Ve belki de haklıyımdır bu konuda. Ama bugün Choke’u izlerken striptizci kızın İncil’den yaptığı alıntı gibi “sevilmek değil sevmektir insanı o kutsal yolculuğa çıkaran”. (Tam sözler bunlar değildi ama idare edin.) Zamanında sevdiğim bu dostumla paylaştığım her şey, ilkokul aşkı da dahil (o aşık oldu diye aşık olmuşumdur kesin) ve onlara karşı duyduğum tüm sevgi, beni her yolculuğa çıkardı, annemin vefatından iki hafta sonraki Ankara yolculuğu da dahil olmak üzere. Ruhani yolculuklara gelince, büyüsek de küçük kaldığımızı görmek bana geleceğe dair umut veriyor.

Ne demiştin Neşe? "Benim kimseye ilgi duyduğumu hatırlamıyormuş" Ne demek istiyorsun sen bakayım? :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s