Yeni bir seriye başlıyorum.
Şehirler ve bize hissettirdikleri olacak tema.
Gezdiğim, gördüğüm ve yaşadığım tüm şehirleri anılar ve hatıralarla ve biraz da günlüğümün yardımıyla size anlatmaya çalışacağım.
Kimisi çok eskide kaldığından anlatmak zor, hatırlamak da zor. Ama ilginç bir şekilde şehirlerin bize hissettirdikleri kalıcı duygular ve düşünceler var. Ordaki atmosferi unutmak çok zordur. Kimi zaman şiir okuruz, yazarız ve anlatırız. Fakat tam da bu Demir Özlü'nün kitaplarında olduğu gibi, o şehirde yürürken ister istemez farklı farklı şeyler düşünürüz... binbir şey aklımızdan gelir geçer: insanlar, sevdiklerimiz, ailemiz, ilişkilerimiz, çocukluğumuz, dertlerimiz, dermanlarımız, yabancılığımız...
Bir yandan da tarihimizden ve coğrafya bilgimizden bir şeyler seçer onlara atıf yaparız. Şehirler her ne kadar herkese aynı görünüyormuş gibi olsa da çok subjektif bir yanları vardır.
Roma'daki Piazza della Minerva mesela. Nedense, burası benim en sevdiğim meydanlardan birisi olageldi.
O zamanlar şu cümleleri yazmışım (Sene 2011, Temmuz):
Bugün Senatonun kütüphanesine gittim. Piazza della Minerva'daydı. En sevdiğim ufak meydanlardan biri. Çünkü orda Bernini'nin fili var.
Şimdi ise şunları ekledim: Tüm sadeliği ve aynı zamanda ihtişamıyla orda durmaktaydı bu fil.
Filleri zaten severdim Romain Gary'den ötürü. Roma'da olduğundan ve kütüphanenin de tam önünde yer aldığından daha çok sevdim.
Şu ana tekrar dönecek olursak, yani 13 Kasım 2019'a size bu rüyamı anlatmak isterim:
Geçenlerde bir rüya gördüm. Bir köprüden bir anne ve bir çocuk fil düşüyordu. Çocuk fili kurtardım, ona öptüm ve sarıldım. Yardım çağırdım ama kimse gelmedi. Bekledim ve ona baktım. Belki de en güzel rüyalarımdan birisiydi çünkü fil çok küçük ve çok tatlıydı ve onu kurtardığımdan kendimi iyi hissetmekteydim. Oysaki bu rüya bir yandan da çok acıklıydı çünkü kimse ilgilenmedi ve filin annesinin nerde olduğunu bilmiyordum.
Filleri hep sevmişimdir. Neden mi? Bilmiyorum. Şans getiren bu küçük cam filler insanların evlenmesini sağladığından mı? Yoksa hafızaları güçlü olduğundan mı? Birbirlerini kurtarmak için bir nehre düşüp tek tek öldüklerinden mi? Yoksa büyük ve heybetli olduklarından mı? Yoksa o film mi Jumbo aklımda kalmış, gözlerindeki hüzün kafama kazınmış?
Çocuğundan ayrılmak zorunda kalan bir annenin hüznünü taşıyan Jumbo'nun annesini deli diye kapatırlar ya bir yerlere, gönderirler uzaklara... yoksa zamanında duygularını yaşayan herkes deli sayıldığından mı? Bilmem işte filleri severim. Piazza della Minerva da benim için bu sevginin taşa bürünmüş halidir.
Şehirler ve bize hissettirdikleri olacak tema.
Gezdiğim, gördüğüm ve yaşadığım tüm şehirleri anılar ve hatıralarla ve biraz da günlüğümün yardımıyla size anlatmaya çalışacağım.
Kimisi çok eskide kaldığından anlatmak zor, hatırlamak da zor. Ama ilginç bir şekilde şehirlerin bize hissettirdikleri kalıcı duygular ve düşünceler var. Ordaki atmosferi unutmak çok zordur. Kimi zaman şiir okuruz, yazarız ve anlatırız. Fakat tam da bu Demir Özlü'nün kitaplarında olduğu gibi, o şehirde yürürken ister istemez farklı farklı şeyler düşünürüz... binbir şey aklımızdan gelir geçer: insanlar, sevdiklerimiz, ailemiz, ilişkilerimiz, çocukluğumuz, dertlerimiz, dermanlarımız, yabancılığımız...
Bir yandan da tarihimizden ve coğrafya bilgimizden bir şeyler seçer onlara atıf yaparız. Şehirler her ne kadar herkese aynı görünüyormuş gibi olsa da çok subjektif bir yanları vardır.
Roma'daki Piazza della Minerva mesela. Nedense, burası benim en sevdiğim meydanlardan birisi olageldi.
O zamanlar şu cümleleri yazmışım (Sene 2011, Temmuz):
Bugün Senatonun kütüphanesine gittim. Piazza della Minerva'daydı. En sevdiğim ufak meydanlardan biri. Çünkü orda Bernini'nin fili var.
Şimdi ise şunları ekledim: Tüm sadeliği ve aynı zamanda ihtişamıyla orda durmaktaydı bu fil.
Filleri zaten severdim Romain Gary'den ötürü. Roma'da olduğundan ve kütüphanenin de tam önünde yer aldığından daha çok sevdim.
Şu ana tekrar dönecek olursak, yani 13 Kasım 2019'a size bu rüyamı anlatmak isterim:
Geçenlerde bir rüya gördüm. Bir köprüden bir anne ve bir çocuk fil düşüyordu. Çocuk fili kurtardım, ona öptüm ve sarıldım. Yardım çağırdım ama kimse gelmedi. Bekledim ve ona baktım. Belki de en güzel rüyalarımdan birisiydi çünkü fil çok küçük ve çok tatlıydı ve onu kurtardığımdan kendimi iyi hissetmekteydim. Oysaki bu rüya bir yandan da çok acıklıydı çünkü kimse ilgilenmedi ve filin annesinin nerde olduğunu bilmiyordum.
Filleri hep sevmişimdir. Neden mi? Bilmiyorum. Şans getiren bu küçük cam filler insanların evlenmesini sağladığından mı? Yoksa hafızaları güçlü olduğundan mı? Birbirlerini kurtarmak için bir nehre düşüp tek tek öldüklerinden mi? Yoksa büyük ve heybetli olduklarından mı? Yoksa o film mi Jumbo aklımda kalmış, gözlerindeki hüzün kafama kazınmış?
Çocuğundan ayrılmak zorunda kalan bir annenin hüznünü taşıyan Jumbo'nun annesini deli diye kapatırlar ya bir yerlere, gönderirler uzaklara... yoksa zamanında duygularını yaşayan herkes deli sayıldığından mı? Bilmem işte filleri severim. Piazza della Minerva da benim için bu sevginin taşa bürünmüş halidir.
Yorumlar
Yorum Gönder