Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Barbara adlı Film

Bugünlerde evden çıkasım yok. Buna bunalım takılmak derler. Geçen gün Barbara isimli filme gittik. Yeşilçam Sineması'nda. Eski mi eski bir sinema, bilirsiniz, Beyoğlu'nda. Her yerde yüzü var Türkan Şoray'ın, Cüneyt Arkın'ın, Kartal Tibet'in, eski filmlerden kareler ve resimler asılı duvarlarında. Bu sinemayı severim. Vizyona girmiş ve çabuk gitmiş, kıymeti yarı anlaşılmış yarı anlaşılmamış filmleri gösterirler. Ben eğer ki kaçırmışsam o filmi bilirim ki Yeşilçam o filme bir şans daha verir. Barbara Doğu Almanya'dan gitmeyi düşünen bir kadının hikayesini anlatıyor. http://www.youtube.com/watch?v=q_Pn9zwhJtI Kadınlar hep bu iki hal içindedir zaten: Gitmek ve kalmak. Gitmeli mi kalmalı mı? Belki erkekler de aynı ruh hali içindedirler. Kiminle gitmek kiminle kalmak? Başını alıp gitmek mi yoksa kalmak mı? Gitmek kalmadığına değecek mi? Burda gitmek istiyor çünkü: Doğu Almanya'da rejimle yaşadığı ihtilaf nedeniyle tutuklanıp küçük bir taşra kasabasına

Kalbini Katılaştırma Soyut Sözcükleri Buharlaştır

Neden mi bu başlığı koydum? Ben de bilmiyorum. Bugün çok şey yazasım var. Mesela ne kadar cok Schubert Impromptu D9 Klavierstücke dinlediğimden bahsedebilirim... Ama bu çok elitist bir başlangıç olur bunu istemem. Klasik müziği hiç bu kadar uzun süre dinleyeceğim aklıma gelmezdi. Aklın ve müziğin bu kadar rafine olduğu hiçbir şeye katlanamam oysaki. Bugün kadınların erkeklere nasıl kontrol ettirilmeye çalışıldığını düşündüm yine. Maaşların eşitliğini geçtim. Sığınma evleri açılmamasını geçtim. Hamilelik izninden dönüp işten atılan kadınları geçtim. Öldürülen kadınları geçtim. Ben bunları geçerken etrafta kan gövdeyi götürüyordu. Sonra kürtaja takıldım. Devlete takıldım. Hükümete takıldım. Ataerkilliğe takıldım. Utanın. Sözlerinizden ve sözlerinizin ne kadar kadının hayatıyla oynadığından utanın, istedim. Söylendim. Şikayet ettim. Bana hep şikayet ediyorsun, dediler. Memurlar maaşlarını almak içindi, hükümdarlar yönetmek için, halk uyutulmak içindi, bense susmak içindim. Ben susma

Nasıl Özledim Öyle Böyle Değil

Lucca Questura

Since I am not very good at my mother tongue anymore, I am writing in English. It has been a long time I read a book in Turkish, almost 3 months and I forgot very easily (which means that I am not as good as I want to be in Turkish writing and literature anymore.) Not that I am self-confident in English. Let's see. I got my permesso di soggiorno (residence permit) after three months. Actually things evolved really fast because some people have not even given their fingerprints in the questura. What does questura mean? questura / kwesˈtura / f. = offices responsible for police force, public order and relative administrative services. I could not recognize myself in the police office where you receive your residence permit card. Basically we went there at 9.30 which was late, as we all had appointments for that day. Only saturdays they are working now which is making things more complicated. We got in the queue. Actually there were no queues. There were different lines of pe

Bugün Benim Söylemek İstediklerimi Nazım Söylesin

Seni Seviyorum (İnsanların İçinde)   İnsanların içindeyim Seviyorum insanları Hareketi seviyorum Düşünceyi seviyorum Kavgamı seviyorum Sen kavgamın içinde Bir insansın sevgilim Seni seviyorum Aydınlığın içindeyim Seviyorum aydınlığı Paylaşmayı seviyorum Eşitliği seviyorum Kavgamı seviyorum Sen kavgamın içinde Bir insansın sevgilim Seni seviyorum Nazim Hikmet Ran  not: Benim bir kavgam yok, kişisel kavgam dışında. Ama bir gün büyük bir kavgaya dahil olmak istiyorum. Bir yazarlık kavgasına. Vakti geldiğinde. 

Lucca ve Sokaklar

İlk geldigim zaman sabah kalkıp Via Elisa'da bu yoldan yürümüştüm... Sonra Yeşim ile tanıştım, onun evinden bu manzarayı gece gündüz görme fırsatım oldu... Her zaman bana açık kapısıyla sabah akşam kahveye davet etti beni, ben de hiç ikiletmedim.Her seferinde Duomo'ya bakarken, zaman duruyordu, sanki o sırada yaşlanmıyorduk, zaman geçmiyordu. Şehir gece erkenden uyuyordu, biz şarap içiyorduk. La Dolce Vita diyorlar ya bir yerden sonra kalbi zorluyordu, ama manzaranın bir suçu yok. "Bu benim suçum." Hmm çamaşırlarını dışarıya asmak zorundalar bence de, çünkü evler eski ve nemli. Çamaşırlar kurumak bilmiyor çünkü evler güneş almıyor (kendi adıma konuşayım) benim ev her daim buz gibi.  Bir sabah erkenden kalkıp fotoğraf çekmek için yollara döküldüm. Daha afyonum patlamamıştı, ama erken kalkmışken bir daha bu fırsatı bulamam dedim. Sokaklar boştu, kiliselerin önünü süpürüyorlardı. Daha kapıları açılmamıştı. Dar sokaklardan ilerledim. Küçük şeh

Günah Çıkarma

Evet insan bazen iki üç sene önceki sorunlarına bakıp yeni yeni düşünebiliyor. Yanlış olan neydi? Ben hep düşündüm, düşünerek geleceği yönlendirmek istemedim bir yandan da. Ama şu var, ben iki üç sene önce çok kötü bir haldeyken, annem hastayken, kedimiz sakatken, biz ölümü beklerken, dünya malı kıymetsizdi. Öylece sürükleniyorduk sağdan sola, hiçbir şeyi bilmiyorduk, hiçbir şeyi kestiremiyorduk. Kendimizi anlamıyorduk. Annemi kaybetmenin ne demek olduğunu biliyordum ama anlamıyordum, yaşadığı sürece her şey o kadar normaldi ve her şey o kadar tıkırındaydı ki. Onunla kavga etsem kaçardım, onu özler yanına giderdim, o bana bir sürü güzel tavsiyede bulunur egomu oksardı. Sonra anladım ki annemsiz yaşamak bir cehennem. Sonra anladım ki ben çok kötü bir evlattım kimi zaman. Sonra anladım ki onsuz ben güçsüzüm... Sonra sonra her şeyde onu bahane ettim. Çok ağladım, çok kaçtım gerçeklerden, değişik savunma mekanizmaları geliştirdim, bireyselleştim, çünkü tek başıma ayakta kalamamaktan kor