Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

The Sadness of an Aboriginal

The Sadness of an Aboriginal I cannot describe how sad they look In the shopping mall Or on the street With their faces looking meaninglessly To the crazy lights and shops around them. As if looking for the river once was there Looking at the meaninglessness of consumption And people in the shops The way westerners entertain themselves by shopping Whenever I see an Aboriginal sad I feel that I am meaningless That I am a part of it Of which they are not part of The great sadness of an aboriginal Is enough to make the whole world sad They are so small, so numb but sad, and lost They look unhappy They look like they are just there Cause they have to be there My mother would cry if she had seen a young man becoming blind slowly She would have cried if she had seen the aboriginals Like the imaginary characters You bump into them in an underground In a shopping mall On the street After the supermarket What happens is that when you s

Tepem Attı

they want you to grow cold they want you to stay lonely they want you to be like themselves not liking any imagination or phantasy they want to keep distance they want to have a serious face they would like cold smiles and sarcastic jokes to hurt you not knowing who you are really they want to generalize  they want to numerize they really want to achieve and you are a weird creature for them cold cold people with cold cold hearts they want you to grow cold they want you to grow old they want you to be sad they enjoy from the sufferings and yet they are the best criticizers of what you have not adapted to they want you to change and become like a tree in winter rather than green and warm and shining lonley and freezing they freeze your blood they stimulate your thoughts they want you to be lonely and get used to silence book clubs feminism solidarity friends beer going out cheap talk good laughs you miss them terribly and you miss the wi

Ottawa'da Lesvos'u Özlerken - Bölüm 1

O yüzden bunu verimli bir döneme dönüştürmeye karar verdim. İçim kıpır kıpır, deniz kıpırtısız Bülent Ortaçgil'in söylediği gibi. Ottawa kocaman ve soğuk bir deniz. Dümdüz ve dalgasız, çok güzel bir deniz ama deniz ve ben ayrı düştük... O yüzden işte şimdi ben sıcak bir adadaki anılarımı anlatacağım sizlere. Orda gittiğim bir müzeyi ziyaret edeceğiz. Anılar müzesi, babası İzmir'den zorla göç etmek zorunda kalmış olan bir kadının hikayesini, babasına hasretini, babasının ülkesine hasretini ve kendisinin babasının hasretini yorumlayışıyla ilgili bir hikaye bu. Babalar ve kızlar arasındaki ilişki özeldir. Nasıl erkek çocuklar ile anneler arasındaki ilişki özelse... Nasıl anlarlarsa birbirlerini. Bir kitapta bir yazar der ki "Ben hep babalarını çok seven kadınları sevdim..." Ben de galiba hep annelerini çok seven adamları seviyorum. Sevmeyi bilen insanlar belki, belki benim gibi haddinden fazla duygusal ve toz kondurmaz. Bu yazı İngilizce fakat dikkat çekmek istediğim

Mine ile Yazımız

http://www.hurriyetdailynews.com/Default.aspx?pageID=449&nID=54068&NewsCatID=396 Mine olmasaydı benim asla yazamayacağım bir yazı... Bu arada çok güzel bir kitap öneri ve eleştiri sitesi: http://begenmeyenokumasin.blogspot.ca/

Satılık mıyız?

Bir gün bizim de bir fiyatımız olacak mı Satılacak mıyız dine Satılacak mıyız politikaya Satılacak mıyız rütbeye Ailemize ve çocuklarımıza Satılacak mı ruhumuz Delik deşik olacak mı anılar Bizim de bir fiyatımız olacak mı bir gün Bizi de satın alacaklar mı? Merak ediyorum sadece Her şey satılıksa          bir gün          geriye ne kalacak satılamayan?

Neden Göç?

Bu çok enteresan bir soru. E ne var yani insanlar burdan oraya gidiyorlar, bunun neyini çalışıyorsun? diyenini bile duydum. Bu bence garip bir soru ama cevap verilmesi gereken bir soru aynı zamanda. Nedense insanlar hep zayıf olanın yanında yer almak ister ama bir türlü rahatlarından vazgeçemezler ya. Bencil olduğumdan mıdır nedir, zayıfların yanında yer alıp aslında çok etliye sütlüye de bulaşmadığım için biraz da göç çalışıyorum. Aslında babaanne tarafım Bulgaristan göçmeni, 1. Dünya Savaşı'nın sonunda geliyorlar, dedelerimden biri Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşüyor. En yakın arkadaşım Selanik göçmeni, muhacir, idi. Sarışın ve yeşil gözlü idi. Onunla ikimiz en ön sırada oturduk 7 sene boyunca. Annesi Almanya'da büyümüştü, ev ekonomisi okumuş ve yine Selanik göçmeni olan fakat biraz geleneksel sayılabilecek bir kayınvalideye gelin gitmişti. Ağbimin en yakın arkadaşı olan Ömer Ağbi'nin babası bize her seferinde Almanya'dan kiloyla çikolata getirirdi, her çeşidinde

Hayal ve Gerçek

Boş bir kağıda yazıyorum. İçimizde bir sürü kutu var. Beynimizde bir sürü kutu var. O kutularda saklıyoruz anıları. O kutularda saklıyoruz o insanları. Aslında insanlar bir kutunun icine sığamaz. Aslında insanlar çok daha büyük her şeyden. Anılardan kalanlar sığıyor kutuların içine. Ama biz sığamıyoruz. Dolaplara kıyafetler sığıyor, raflara kitaplar. Anılar ise soyut olduğundan belki, yeri zamanı kişisi ve duygusu belirli olduğundan sığmıyor tek başına, o anıların yerleri, zamanları ve kişileri değiştirilemiyor. Her şey çok garip. Hayat çok garip. Sevmek çok garip. Kaybetmek çok garip. Bazı şeyleri erken kaybediyor insan. Bunun acısını da uzun bir süre duyuyor çoğu zaman. Bazı şeyleri hiç kaybetmek istemiyor, derken ona sıkı sıkı sarılıyor, o zaman boğuyor insan. Sevgi boğucu bir hal alıyor. Bu genelde bir insan kendini hiçe saydığında ve diğer insanla bir olmak istediğinde yaşanıyor. Başkasının hayatını yaşamaya başlıyor insan, o başkası oluyor, onun bir parçası olmak isti

İçmek İçmek İçmek

Küçük şehirde yaşayan insanlar biraz da baskı altında olduklarından olsa gerek, biraz göz önünde olduklarından, pek geniş alanlara yayılamadıklarından, çok fazla fırsat bulamadıklarından (kültürel ve sosyal anlamda) içmeye meyilli olabilirler. Doktora ile birleşince küçük şehir insanın yaptığı en büyük sosyal aktivitenin içinde içmek önemli bir yer edinir. Ben bir aralar çok içerdim bir şey olmazdı. 21 yaşındaydım. Ben bir aralar çok içtim, gastrit oldum, 25 yaşındaydım. Annem hastaydı, kedim de sakattı. Bir de bir sevgiliyi göndermiştik uzaklara, bir daha da dönmemişti. Çok kötü bir durumdaydık, hayatımız durmuştu. Annem öldü, çok içtim. Tüm paramı biraya harcadığımı bilirim. (tüm param derken kalan harçlığımı) İçmekten kastım daha çok bira. Kokteyl pek sevmiyorum zaten. Ya şarap ya da bira. Ya da rakı. Tek bir öğe olmalı içinde... Ama bu tek öğe çoklu bir muhabbete, güzel bir kafa dağıtma ortamına, yahut deniz kenarında balık ile eşlik edilecek güzellikte buzlu bir rakıya, arkada

İçsel Konuşmalar ve Gündüz Yalanları

Bundan sonra daha düzenli çalışacağım. Birilerinden bir şey beklemektense kendim için mum yakacağım. Mumları yaktıktan sonra da insanların peşinden koşmayacagım. Her şeyi bıraktım, bırakacağım. İnsan kardeşlerini, canlarını ailesini bırakamaz. Ama her şey geride kaldı artık, kimisini unuttum, herkesi unuttum. Hepsini hayatımdan ittim. Bana gereken sevgiyi gostermediklerini gördum çoğu zaman. Ve bu garip bir hal aldı. Belki de bazı gerçekleri görmezden geldim. İstenmediğim, uyamadığım. Uymaya calıştım olmadı İstenmedim olmadı, uğraştım olmadı Artık hayatta bana uygun olmayan şeyleri zorlamaktan sıkıldım. Başkalarına iltifat etmekten ve onların gururlarını okşamaktan sıkıldım. Bunu yaparım yüceltirim insanları ama bir noktadan sonra bıktım. Artık böyle devam etsin istemiyorum. Kavga gürültü yaşıyorum, sakinlik istiyorum. Kendime kapanmak ve anlamak... Anlayamadığımda hırçınlaşıyorum, zavallı bir çocuk gibi. Disleksik bir cocuk gibi. Birçok şey zor geliyor. Ama bun