Karantina'da bir ay bitti. Biz de bittik. Verimsizliğin dibine vurduk desem yeridir.
Her şey sağlık olsun derken kedimiz de hastalandı. Geçmesini bekliyoruz.
Yemek
Dün çok güzel bir yemek tarifi keşfettim, Refika sağolsun. Elinde sebzeleri büyük büyük doğrayıp atıyor bir düdüklüye, içine kırmızı mercimek ve su koyuyor. Harika oluyor gerçekten de bu sebze çorbası.
Şimdi ben ne yaptım onu anlatayım ama ondan önce Refika'nın tarifini vereyim...
Ben onun kullandığı malzemeleri kullandım fakat elimde mesela Brüksel lahanası ve kırmızı pancar yoktu, o yüzden elimde olanları kullandım: tatlı kabak ve patates, gayet güzel oldu. Karabiberini biraz fazla kaçırmışım geçmiş olsun. Bir soğan, dört sarımsak, bir patates, iki havuç, birazcık balkabağı ve brokoli. Toz zencefilim vardı ondan ekledim, biraz da zerdeçal ekledim açıkçası. Gayet güzel oldu. Çok besleyici bir çorba, herkese tavsiye ederim.
Bir de ablamın bana verdiği harika bir ıslak kek tarifi var, çikolatalı, buna kesin hayran kalacaksınız.
Kakaolu Islak Kek Tarifi
4 yumurta
2 bardak şeker
2 bardak un
3 kaşık kakao
1 bardak süt
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilin
Yarım bardak sıvıyağ
Yumurta ile şekeri çırpın; kakao, süt ve yağ ekleyin. Bu karışımdan bir bardak kenara ayırın. Sonra unu, kabartma tozunu ve vanilini ekleyin. Karıştırın. Son olarak önceden ısıtılmış fırında 180 derecede 40-45 dakika kadar kabarmasını ve göz göz olmasını bekleyin.
Sıcakken üstüne önceden ayrımış olduğunuz bir bardaklık karışımı eklemeyi unutmayın, keke harika bir tat verecek bu.
Bu aralar gerçekten içimiz dışımız yemek oldu.
Ne zaman biterse bu virüs, derhal dışardan birer pizza isteyeceğiz. Hayalimiz bu! Yine yemek düşüneceğiz anlaşılan.
Filmler
Karantinada kalınca film izleme şansı da buluyor insan. Clint Eastwood'un yönettiği Changeling (2008) filmini geçtiğimiz cumartesi izleme şansım oldu. Film harika fakat kimseye şu sıralarda bu filmi izlemeyi tavsiye edemem çünkü çok üzücü ve insanın hayatını birkaç gün kararttığı yetmezmiş gibi bir de araştırmacı bir kişiliğiniz varsa ve Eastwood'un bu filmi hangi haberden esinlenerek yaptığını araştırırsanız elbette büyük bir hayal kırıklığına uğrarsınız. O yüzden bunu başka daha güçlü olduğumuz dönemlere saklamanızı tavsiye ederim.
İkinci film biraz daha hafif kaldı diyebilirim. O da insanı ağlatmaktan geri durmuyor. Filmin adı Ladybird (2017), bu filmi kesin duymuşsunuzdur. Bir anne ile kızının fırtınalı tartışmalarını, annenin hayat mücadelesini, gençlikte yapılan çılgınlıkları ve karman çorman duyguları, nasıl iki aynı kandan insanın birbirini çok iyi anlamak istediği halde anlayamadığını gözler önüne seriyor. Çok duygusal bir film. Anneleriyle çatışma yaşayanlar da yaşamayanlar da bu filmden zevk alacaklardır eminim. Yönetmeni ve yazarı Greta Gerwig, filmin çekildiği Sacramento şehrinde doğmuş. Yani bildiği güzel bir hikayeyi anlatmış sanki. İnsan ister istemez Amerika'da bir çocuğu üniversiteye göndermenin ne kadar zor olduğunu, bunun için ailelerin ayrı bir bütçe ayırmasının nerdeyse bir ayrıcalık sayıldığını görüyor.
Her iki film de birbirinden güzeldi. Oyuncular da harikaydı. Birinciyi başka zaman izlemenizi yine de salık veriyorum, çünkü yürek parçalıyor.
Spor
Bu aralar hiç ama hiç spor yapmadım, ne pilates ne yoga. Sadece şu 20 dakikalık yürüyüşü yapıyorum, o bile insanın yüzüne biraz olsun renk getiriyor. Hiçbir şey yapamıyorsanız bunu yapın, hiç fena değil. Biraz tembel işi ama neyse benden duymuş olmayın.
Kitap
Sema Kaygusuz'un 'Yere Düşen Dualar' kitabına başladım ve bu kitabı çok ilginç ve güzel buldum. Daha 46. sayfadayım fakat belirtmeliyim ki karakterleri şimdiden aklıma kazınmaya başladı. (Ben biraz yavaş ve nazlı bir okuyucuyum.) Anlatımı duru ve o da benim gibi ölüm ile kafayı bozmuş, o yüzden kendimi yazara yakın hissettim.
Kitap
Sema Kaygusuz'un 'Yere Düşen Dualar' kitabına başladım ve bu kitabı çok ilginç ve güzel buldum. Daha 46. sayfadayım fakat belirtmeliyim ki karakterleri şimdiden aklıma kazınmaya başladı. (Ben biraz yavaş ve nazlı bir okuyucuyum.) Anlatımı duru ve o da benim gibi ölüm ile kafayı bozmuş, o yüzden kendimi yazara yakın hissettim.
Boş Vakit
Artık çok boş vakit var ama benim bu boş vakitte yaptığım en önemli şeylerden birisi Türk yemeklerini özlemenin ve denemenin dışında (humus, mercimek çorbası, bulgur, vs.) İngiltere, Lüksemburg, Türkiye ve İtalya'dan topladığım yemek tariflerini bir deftere geçirmek oldu. İlk etapta elle yazıyordum sonra yapıştırmaya başladım, sonra tembelliğimi bir dosya ile taçlandırdım. Zımbalayıp dosyaladım. Gayet de kabarık bir dosya oldu, patates yemeklerini bir araya koydum, tatlıları bir araya getirdim. Çok az et yediğimizden en lezzetli et yemeklerini en arkaya attım, ama sevmediğimden değil, özel oldukları için ve az tüketildiğinden.
Balıklı tariflerim de var ama balık en zayıf olduğum konu, etli yemekler neyse, bir yere kadar becerebiliyordum.
Tabii ki en güzeli de faydalı vejetaryen tarifler bulmak. Bu tariflerin en güzel tarafı sağlıklı olması, daha kolay olması, yanılma ihtimalinin zayıf olması. En zor tarafı ise maalesef lezzet katarken çok fazla baharat koyup da sebzelerin tadını bastırmamak. Çok zor bir ayar o işte... O noktada kimseyi görmemenin ve sosyalleşmemenin büyük bir yan faydası şu oluyor: sebze yemeklerine eklenen bol sarımsak. Bas sarımsağı, lezzet getirmezse bana da boş atmayan blogger demesinler. Sarımsağı hafife almayın, bakın Friends dizisinde yıllar önce Monica'nın yemekleri nasıl da sarımsak yüzünden eleştirilmişti, ve fakat restoranındaki kuyruklar asla tükenmemişti.
Hatta Monica restoranının çok lüks bir restoran olduğunu belirtip Phoebe'nin orda şarkı söylememesi gerektiğini hatırlattığında, Phoebe Monica'ya şöyle demişti "en azından benim şarkılarım sarımsak kokmuyor; daha farklı malzemeler de var Monica!" Her ne kadar Phoebe'ye katılsam da sağım sarımsak solum soğan diyor bu geyikle blog yazımı sonlandırıyorum.
Hatta Monica restoranının çok lüks bir restoran olduğunu belirtip Phoebe'nin orda şarkı söylememesi gerektiğini hatırlattığında, Phoebe Monica'ya şöyle demişti "en azından benim şarkılarım sarımsak kokmuyor; daha farklı malzemeler de var Monica!" Her ne kadar Phoebe'ye katılsam da sağım sarımsak solum soğan diyor bu geyikle blog yazımı sonlandırıyorum.
Diğer sefere sizlere en sevdiğim yemek tariflerini yazmak gibi bir niyetim var ama liste biraz uzun, daha sistematik ve daha renkli olmam şart. Sonrasında da sevdiğim şaraplara geçebiliriz, şaraplar için de ayrı bir defter tutuyorum fakat bir sürü şarabı kayıt edemedim. O yüzden o repertuarın biraz daha gelişmesi şart (onu bir altı ay ileriye atsam iyi olur).
Şimdilik böyle olsun... sevgiler...
ps. Ben uzun bir süredir zaten işsiz olduğum için eve kapandığım zamanlarda nerdeyse tüm sitcomları bitirdim denebilir. Scrubs, Friends, How I met your Mother... Şimdi de Nanny'nin sonuna gelmek üzereyim. Seinfeld'i zaten bitirmiştik eşimle. Bir de the Office var ki o da harika bir dizi! Ona da sardık fakat yavaş gidiyoruz. The Lost dizisini de hiç şikayet etmeden ve gözümüzü kırpmadan izledik.
Şimdilik böyle olsun... sevgiler...
ps. Ben uzun bir süredir zaten işsiz olduğum için eve kapandığım zamanlarda nerdeyse tüm sitcomları bitirdim denebilir. Scrubs, Friends, How I met your Mother... Şimdi de Nanny'nin sonuna gelmek üzereyim. Seinfeld'i zaten bitirmiştik eşimle. Bir de the Office var ki o da harika bir dizi! Ona da sardık fakat yavaş gidiyoruz. The Lost dizisini de hiç şikayet etmeden ve gözümüzü kırpmadan izledik.
Yorumlar
Yorum Gönder