Ana içeriğe atla

Denemeler: Yaşam Uzun Ama Biz Daha Geçiciyiz

-->
Uzun yaşıyoruz ama daha geçiciyiz...

Uzun zamandır yazışamadık. Aslında daha çok saggio yani deneme yazmak isterdim. O yüzden de son zamanlarda aklıma çok güzel şeyler gelmeyince yazmaktan vazgeçtim. Bir zamanların rüzgarı şimdi esinti oldu. Sanırım bunun sebebi de gelecek kaygıları ve işsizlik.

Şimdiki yazım geçici kontratlar üzerine olacak. Ve geçici olan her şey üzerine. Bizim çağımızda birçok insan geçici olmayı istiyor veya bunu seçmeden geçici kategorisine sokuluyor. Şimdiye kadarki tüm kontratlarım geçici idi. En uzun süreli olanı üç senelik olan doktora idi. Sonrasında  1 senelik IOM anlaşması. Sonrasında 8 aylık part-time olan Lüksemburg post-doktorası idi (doktora sonrası araştırma). Hepsinde de bir umut beni alırlar mı diye bekledim. Beklemedim değil. Tek tamamlayamadığım IOM oldu. O da içimde hep uhde olarak kalacaktır. Çünkü güzel insanlardı güzel bir ofisti ve tatlı bir işti. Açıkçası seviyordum işimi, çok zorlandığım zamanlar olsa da faydalı olduğumu hissettiğim bir işti benim için. Üzüldüğümü belirtmeden edemeyeceğim. Lüksemburg da güzeldi ama orda yaşamak biraz daha zordu, şartlar Türkiye veya İtalya gibi güneşli değil malum. Ve üniversite ortamı da özel şirket ortamını aratmıyordu, yarışma hat safhadaydı, insanların birbirine güveni zayıf ve birbirlerini yargılayışı üst seviyedeydi. Stresli bir çalışma ortamıydı. O yüzden de her şeyde bir ‘hayır’ vardır diyerek bunların üstesinden gelmek mümkün olsa gerek.

Fakat onun dışında uzun uzun geçicilik üzerine düşündüm. Üç dört ay kaldığım yerleri bile özleyebildiğimi, hiç sevmediğim insanları bile sevebildiğimi ve hiç beklemediğim anıların hafızama kazındığını fark ettim. Kısa süren fakat yoğun çalışmalarda insan hala güzel dostluklar inşa edebiliyor, kendine güzel uğraşlar bulabiliyor ve bir ülkenin yahut bir şehrin güzel taraflarından etkilenebiliyor. Tek geçici olmayı istemediğim şehir Lucca’da yerli olma aşamasına doğru ilerlediğimi hissediyorum. Tanıdık yüzler ve merhabalar bana ayrı bir huzur veriyor.

Neyse ... zamanların uzunluğundan (zaman uzun ve olanaklar sınırsız gibi geliyor insana) ve kontratların geçiciliğinden bahsediyorduk. Zamanlar uzun demek yerine artık insan ömrü daha uzun demek doğru olacaktır. İnsan ömrü uzadı, tecrübeleri arttı, tüketim arttı, dünya kirlendi, savaşlar azalmadı, politika daha demokratik olan ülkelerde daha az demokratik olmaya başladı. Belki de kıyametin habercisi gibi konuşmaktayım şu an. Ama inanın amacım bu değil. Görünün o ki hayata dair bir şeyleri kaybettik. Çok güzel ve önemli şeyleri. Geçicilik bize şu an burda gibi tutkulu addedilebilecek bir özellik kazandırdı. Ama bir yandan da elimizdekilerin kıymetini bilme ve eski dostlarımızı hatırlama (onları oldukları insanlar için takdir etme) yeteneğini elimizden aldı. Neden diye sorarsanız, yeni dostlar yeni ortamlar yeni arkadaşlar yeni iş arkadaşları yeni yerler yeni ağaçlar vs. Tanıdıkça aslında her şeyi daha  çok biliyormuşuz hissine kapıldık. Ama bu algıda bir yanılsamaydı. Aslında güzel bir dostta bilinenler bir dünyada bilinen her şeye bedeldir. Veya annemizin yüzü ve şehrimizin yüzü bize her zaman her şeyden daha fazla huzur verecektir. Buna Norveç fiyortları ve ormanları da dahil. Tabii annemizin yüzü ve ruhu o ormanların içinden bizi gözlemliyorsa o ayrı mesele... metafiziğe girmeden, şunu demeye çalışıyorum: tanıdık olduğumuz şeyler kendi içinde iyidir demiyorum ama tanıdık olup sevdiğimiz şeyler daimdir. Her yeni tanıdık ve her yeni sevilen her eski tanıdığın yerini tutmaz. Kimse kimsenin yerini tutmaz. Hatta yeni tanıdıklar eski tanıdıklara göre şekillenir. Bu ne demek? Şimdiye kadar kazandığımız güven duygusu ve sevdiklerimizden edindiğimiz tecrübeler bizim az çok yeni tanışıklıklar hakkındaki fikirlerimizi belirler. Biz gittikçe fosilleşen yaratıklarız, fikirlerimiz de fosilleşmekte.

Çok muhafazakar bir yazı yazdığımı düşünüyor olabilirsiniz. Ne demek yeniler eskilerin yerini tutmaz mı? İnsan geçici olsa da bulunduğu yerde mutlu olamaz mı? dediğinizi duyar gibiyim. Alabilir, sevebilir, mutlu olabilir ama sadece ve sadece bir şartla gittiğiniz yerdeki komünitenin bir parçası olmayı istediyseniz eğer kimyanız o yerle ve o insanlarla uyuştuysa, o insanlar sizi aralarına almak istediyse ve siz de bunun için çaba sarf ettiyseniz ve sizi arasına almak isteyen insanlar orda kalıcı olmak isterken sizin geçici olmanıza üzülüyorlarsa... işte o zaman gerçek bir bağlantı, dostluk, arkadaşlık, iş arkadaşlığı, ve bir şehri aklımızda sevdiğimiz bir yer haline getiren unsurlar ortaya çıkacaktır. Ama bu unsurlar yoksa ve herkes geçici olduğu sürede ben bu sinekten ne kadar yağ çıkarırım? diye düşünüyorsa (buna siz de dahilsiniz) o zaman işte o gerçek bağlar oluşmaz. O bağlar oluşsa bile kalıcı olmaz. Siz tehditsinizdir, onlar ise sizin için güvenilmez insanlardır. Neden bundan bahsediyorum? Geçicilik gerçekten büyük bir sınavdır. Hep bir kalıcı olma umudu vardır geçici olanın. Kalıcılık ise görecelidir, çünkü kalıcı olsanız bile daha iyi bir fırsat bulup gidebilirsiniz. Geçici olan bir an bile mutlu olsa kaldığı yerde kalmayı dileyebilir, fakat bundan emin olmayabilir. Kalıcı olan geçici olanın aklından ne geçtiğini asla ama asla bilemeyecektir. Başkalarının istihbaratına güvenmek zorunda kalacaktır. Aslanlara yem olabilirsiniz, saçmasapan işlere koşulup yorulabilirsiniz, kendinizi kullandırtabilirsiniz, en sonunda canınızdan bezebilirsiniz. İşte kalıcı olmanın da böyle bir güzelliği vardır, tüm bunlar olsa bile biliyorsunuz ki siz o yerin bir parçası haline geldiniz ve bu da size ayrı bir güven duygusu verir. Bu güven duygusunda hata yapmaktan daha az korkarsınız ve kendinizi daha cesur hissedersiniz. Kalıcı değilseniz aynı cesareti göstermeniz gerçekten zor olacaktır.

Kalıcılık ve geçicilik hakkında daha çok yorumda bulunacağım, bunu serinin ilk parçası olarak kabul edelim...

Bu arada Iskarta Hayatlar (Zygmunt Bauman) kitabını da okumayı sakın ihmal etmeyin.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

her şey ara verince güzel

 Şimdi eski günlerdeki gibi yine kütüphaneye geldim. Kendi kendime çalışmaya çalışıyorum.  Çalışmadan bir yazayım dedim, ne de olsa uzun zaman oldu.  Akademik alanda ufak projelerde çalışıyor, makaleler üretmeye devam ediyorum. Beynimin eskisi gibi keskin bir şekilde işlemediğini fark etsem de böyle biraz yalnız kalıp bir şeyler yapmak beni rahatlatıyor, hem daha iyi konsantre oluyorum.  Her şey ara verince güzel. Annelik bile öyle.  Geçenlerde Lost Daugther'ı izledim, zaten kitabını da okumuştum yıllar önce, herhalde 2015 yılıydı yahut 2014 yılıydı. Filmi de güzel olmuş, aktristler de harika. Çok beğendim. Sanırım film ile kitabı daha iyi anladım bile diyebilirim. Olivia Colman zaten harika bir iş çıkarmış her zamanki gibi. Bir bakışı bin kelimeye bedel.  Doğal olarak anne gibi hissetmemekten öte sanırım, anne gibi hissetmeyi çok sevmekle beraber belki bu yükün altında biraz ezilmek söz konusu olabilir birçok kadın için. Yahut annelik öyle baskın hale gelir ki ilişkimizi unuturuz.

Biten Arkadaşlıklar

Helal olsun sana Şah artık açık açık yazabilirsin. Biten arkadaşlıklarını, çıkar için ideoloji için. Kıskançlık için ve sevgisizlik için. Gerçekten sevmemiş olmak için, biten tüm arkadaşlıklara gelsin bu yazı. Bir dostumu kaybettim çünkü ayrı fikirlerdeydik Bir dostumu kaybettim çünkü bana kızdı Bir dostumu kaybettim sebebini bile bilmiyorum Gerçekten bilmiyorum neden böyle oldu Kaybolup gittiler düşen yıldızlar gibi Oysa güzeldi günlerimiz Aydınlıktı sözler Paylaşırdık her şeyi Kınamazdık canım o kadar Yoksa kınar mıydık Ben kimseyi aptal bulmadım Ya da tembel Uyardığım olmuştur Belki kimi zaman Çok şey istemişimdir Ne de olsa vermeyi de severim Ama ya hesap yaptılarsa ve dedilerse Ben ona daha çok verdim kim bilebilir ki insanlar neden gelir hayatımıza neden gider neden kırar dökerler giderken güzel güzel gidilmez hiçbir zaman kimisi de geri döner ama yürek kabul etmez kimisi rüyana girer ama aramazsın bir kere bile koparsın zamanla bilemezsin bilemezsi

Goodreads

Goodreads  Son zamanlarda sabahları erken kalkıp birkaç saat boyunca beynimi çalıştırdıktan sonra tekrar uykuya dalma ihtiyacı hissettiğimi görüyorum. Gerçekten de sabah insanın zihni daha bir net çalışıyor. Ben genelde hesap kitap yaparak ve email yazarak geçiriyorum bu zamanı, oysaki yazmalı çizmeli okumalı.  Bu sene ilk defa goodreads'te amaçladığım kitap okuma sayısına erişmiş bulundum. Sayı düşüktü, sadece 15 kitap okuyabildim. Ama o da hiç yoktan iyidir, bu arada yarıda bıraktığım on kitabı saymıyorum, Puslu Kıtalar Atlası, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Bobbi Brown Makeup Manual, ve bir sürü kedilerle ilgili İtalyanca kitap, Alda Merini'nin denemelerinin olduğu harika bir kitap. Bu kitapların hepsi yarım kaldı. Okuyamadım bitiremedim fakat başucumda duruyor. Hadi Alda Merini kısa kısa yazmış bölünse de kitabın sürekliliğine bir zarar gelmiyor fakat romanlarda tabii ki ciddi bir unutma sürecine giriyorum. Mesela Puslu Kıtalar Atlası'nı nedense sevemedim halbuki herkes s