Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Neden Göç?

Bu çok enteresan bir soru. E ne var yani insanlar burdan oraya gidiyorlar, bunun neyini çalışıyorsun? diyenini bile duydum. Bu bence garip bir soru ama cevap verilmesi gereken bir soru aynı zamanda. Nedense insanlar hep zayıf olanın yanında yer almak ister ama bir türlü rahatlarından vazgeçemezler ya. Bencil olduğumdan mıdır nedir, zayıfların yanında yer alıp aslında çok etliye sütlüye de bulaşmadığım için biraz da göç çalışıyorum. Aslında babaanne tarafım Bulgaristan göçmeni, 1. Dünya Savaşı'nın sonunda geliyorlar, dedelerimden biri Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşüyor. En yakın arkadaşım Selanik göçmeni, muhacir, idi. Sarışın ve yeşil gözlü idi. Onunla ikimiz en ön sırada oturduk 7 sene boyunca. Annesi Almanya'da büyümüştü, ev ekonomisi okumuş ve yine Selanik göçmeni olan fakat biraz geleneksel sayılabilecek bir kayınvalideye gelin gitmişti. Ağbimin en yakın arkadaşı olan Ömer Ağbi'nin babası bize her seferinde Almanya'dan kiloyla çikolata getirirdi, her çeşidinde

Hayal ve Gerçek

Boş bir kağıda yazıyorum. İçimizde bir sürü kutu var. Beynimizde bir sürü kutu var. O kutularda saklıyoruz anıları. O kutularda saklıyoruz o insanları. Aslında insanlar bir kutunun icine sığamaz. Aslında insanlar çok daha büyük her şeyden. Anılardan kalanlar sığıyor kutuların içine. Ama biz sığamıyoruz. Dolaplara kıyafetler sığıyor, raflara kitaplar. Anılar ise soyut olduğundan belki, yeri zamanı kişisi ve duygusu belirli olduğundan sığmıyor tek başına, o anıların yerleri, zamanları ve kişileri değiştirilemiyor. Her şey çok garip. Hayat çok garip. Sevmek çok garip. Kaybetmek çok garip. Bazı şeyleri erken kaybediyor insan. Bunun acısını da uzun bir süre duyuyor çoğu zaman. Bazı şeyleri hiç kaybetmek istemiyor, derken ona sıkı sıkı sarılıyor, o zaman boğuyor insan. Sevgi boğucu bir hal alıyor. Bu genelde bir insan kendini hiçe saydığında ve diğer insanla bir olmak istediğinde yaşanıyor. Başkasının hayatını yaşamaya başlıyor insan, o başkası oluyor, onun bir parçası olmak isti

İçmek İçmek İçmek

Küçük şehirde yaşayan insanlar biraz da baskı altında olduklarından olsa gerek, biraz göz önünde olduklarından, pek geniş alanlara yayılamadıklarından, çok fazla fırsat bulamadıklarından (kültürel ve sosyal anlamda) içmeye meyilli olabilirler. Doktora ile birleşince küçük şehir insanın yaptığı en büyük sosyal aktivitenin içinde içmek önemli bir yer edinir. Ben bir aralar çok içerdim bir şey olmazdı. 21 yaşındaydım. Ben bir aralar çok içtim, gastrit oldum, 25 yaşındaydım. Annem hastaydı, kedim de sakattı. Bir de bir sevgiliyi göndermiştik uzaklara, bir daha da dönmemişti. Çok kötü bir durumdaydık, hayatımız durmuştu. Annem öldü, çok içtim. Tüm paramı biraya harcadığımı bilirim. (tüm param derken kalan harçlığımı) İçmekten kastım daha çok bira. Kokteyl pek sevmiyorum zaten. Ya şarap ya da bira. Ya da rakı. Tek bir öğe olmalı içinde... Ama bu tek öğe çoklu bir muhabbete, güzel bir kafa dağıtma ortamına, yahut deniz kenarında balık ile eşlik edilecek güzellikte buzlu bir rakıya, arkada

İçsel Konuşmalar ve Gündüz Yalanları

Bundan sonra daha düzenli çalışacağım. Birilerinden bir şey beklemektense kendim için mum yakacağım. Mumları yaktıktan sonra da insanların peşinden koşmayacagım. Her şeyi bıraktım, bırakacağım. İnsan kardeşlerini, canlarını ailesini bırakamaz. Ama her şey geride kaldı artık, kimisini unuttum, herkesi unuttum. Hepsini hayatımdan ittim. Bana gereken sevgiyi gostermediklerini gördum çoğu zaman. Ve bu garip bir hal aldı. Belki de bazı gerçekleri görmezden geldim. İstenmediğim, uyamadığım. Uymaya calıştım olmadı İstenmedim olmadı, uğraştım olmadı Artık hayatta bana uygun olmayan şeyleri zorlamaktan sıkıldım. Başkalarına iltifat etmekten ve onların gururlarını okşamaktan sıkıldım. Bunu yaparım yüceltirim insanları ama bir noktadan sonra bıktım. Artık böyle devam etsin istemiyorum. Kavga gürültü yaşıyorum, sakinlik istiyorum. Kendime kapanmak ve anlamak... Anlayamadığımda hırçınlaşıyorum, zavallı bir çocuk gibi. Disleksik bir cocuk gibi. Birçok şey zor geliyor. Ama bun

Bir Gün Thomas Kuhn

Nilüfer Kuyaş'ın Thomas Kuhn'un "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" adlı eserinin çevirisine yaptığı sunuşta, Bertolt Brecht'tin bilim-toplum üzerine yazdığı yazıdan alıntı yapmıştır. Galileo' nun Yaşamı adlı oyunda Engizisyon tarafından görüşlerini inkar etmeye zorlanan ve boyun eğen Galielo şöyle der: "Benim düşünceme göre, bilimin tek amacı insan varlığının çilesini hafifletmektir. Eğer bilim adamları... kendilerini yalnızca bilgi için bilgi toplamaya sınırlarlarsa, bilim sakat kalacak ve yeni buluşlar yalnız yeni dertler getirecektir. Zamanla keşfedebilecek her şeyi keşfedebilirsin, fakat ilerlemen insanlıktan uzaklaşan bir ilerleme olacaktır. Seninle insanlık arasındaki uçurum bir gün o kadar büyüyebilir ki senin yeni bir buluş üzerine duyduğun coşkunun karşılığı, evrensel bir dehşet haykırışı olabilir." Oda arkadaşımın söylediği, ben telaşlıymışım. Çok hareketliymişim, ve papatya çayına ihtiyacım varmış. Desem ki ona benim yedi ceddimi papatya

Kadınlar Günü

İnsanların bazılarını kaybetmemek için yalan söylediği olmuştur Kendisini başkasıymış gibi gösterdiği zamanlar Beyaz yalanlar olmuştur Kırmızı yalanlar belki Unuttum denir Önemli değil denir kaçılır Biz ise bir iki tatlı söz bekleriz ama o sözler hiçbir zaman gelmez Neden gelmez bilmiyorum bekleriz Sanki o sözler belirler değerimizi Kadınların değerini Kimse kutlamaz artık Kadınlar Günü'nü Kadınsın insansın hayvansın erkeksin Sen her şeysin Ama kimse kutlamaz kadınlığını Kimse kutlamaz kadınlığını Herkes unutur unutturur sana kadınlığını Sonra da derler ki ne var şu kadınlar gününde İnsanların içinden gelmez kutlamak Kadın mısın ki sen? Nasıl bir kadınsın ki sen? Ne biçim kadınsın sen? Sen de kadın mısın be? Kutlamazlar. Kutlamazlar Kutlamazlar Kadınlığını unuttururlar Yemek yapamazsın Kadın mısın sen? Gülümsersin Kıskandırır mısın? Cilveli misin? Rahat olma bu kadar Ağır ol Kaldıramasınlar Elinin hamurunu unutma Başka işlere bulaşma Saçın uzun a