Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İki bin on iki bin dokuzu silsin süpürsün unuttursun

Yeni yıl bana ne getirdi benden ne götürdü. Bize neler yaptı, bizden neler çaldı… Tartış tartış, konuş konuş bitmez. Benim bir annem vardı. Artık yok. Mesela benim bir kedim vardı. Artık yok. Ben daha umutluydum geleceğe dair. Şimdi pek umutlu olasım da yok. Ama umutsuz yaşayamaz ya insan. Değişime dair inancım vardı. Hala da var. Yenilenmeye inancım vardı. Hala da var. Güzel bir dünyaya inancım vardı, hala var. Güzel insanlar oldukça. Çok şeyi yıktık yaktık. Kriz bizi sildi süpürdü. Paralarımız üç kuruş oldu. Asgari ücret 30TL arttı insanlarla alay eder gibi. Gençler öldü, gözaltına alındı. Grevler yapıldı. Protestolar. Demokratik temsil aracı partilerden biri kapatıldı. Değişmeyecek çok şey var bu sene de: Özelleştirmeden nasibini alan işçiler cepleri delik çocuklarını üniversitede nasıl okutacaklarını düşünmeye devam edecekler kara kara. Yeni yılda GDO’lu ürünler yemeye devam edeceğiz, bunda 25 sene önce yaptığımız ama farkına varmadığımız gibi. Sonra başbakanımız diplomatik olmamay

Anneanneler ve Torunlar

Ays'ımın anneannesi vefat etmiş, Kayseri'ye gitti şimdi o. 1 hafta da orda kalacakmış. İyi ki de gelmiyor. Ana-kız vakit geçirsinler azcık. Zaten hatunum Amerika'ya gidecek. Yüzünü de göremedim ama kader ağlarını örüp de bizi ayırır gibi. Bu cümlem de pek Kerime Nadir romanından alıntı gibi. 2.5 aydır anneannemi ziyaret etmiyordum ben de. Sanırım bu vefat haberinden sonra düşünüp anneanneme haksızlık ettiğimi ve bu konuda ne kendi aklımla ne de kendi duygularımla hareket etmekte olduğumu anladım. Başka etkenler de vardı benim ziyaret etmeyişimde (meşguliyet, yenilikler, kurslar, yorgunluk vs.)ama şu da vardı: Ben birçok kişide kızdığım davranış şeklini edinmiştim. Gereksiz bir tepkisellik ve o tepkiselliğin getirdiği "zaten annem de yok" gibi bir cümlenin insanda uyandıracağı umursamazlık hissi. Haksız bir umursamazlıktı bu. Anneannemin içi çok yandı. Belki seksen küsür yaşında ve kimsenin yaşayamayacağı kadar çok acı yaşadı. Çok küçük yaşta yetim ve öksüz kalmış

Dostlarıma...

Sevgili Dostlarım, Çeyrek asrı devirmiş bulunmaktayım. Bu çeyrek asırda neler gördüm ve yaşadım. Neler bana fazla geldi, neler vız gelip tırıs gitti, bilirsiniz az çok. Hep güçlü gördünüz beni ya da en azından öyle göründüğümü düşündünüz. Dertlerimi sizlerle paylaşmaktan, mutlu olduğumda yersiz şakalarla sizi şaşırtmaktan hiç çekinmedim. Bana güvenmeniz hep hoşuma gitti, fikrimi sormanız, aramanız ve ağırlamanız. Sizin yanınızda ölümsüzmüşüm gibi hissettim hep. Ciddi ciddi değil ya. Ölümün lafı olmazdı biz hayatımızı paylaşırken, kendimizi ve yaşananları yahut yaşanmasını istediklerimizi konuşurken. Yalnız kalmaktan hep korktum ve eminim bu benim en büyük zayıflığım olageldi. Ve belki de diyalektik bir biçimde bu zayıflık bana en çok güç veren şey oldu aynı zamanda. Sizinle olmak bana hayat veriyor, sizi yanımda hissetmek, dilerseniz bunlar duygusal bir çıkar ilişkisi diyin, bana güç ve güven veriyor. Yanınızda kendimi ilk defa bağ şarabımızla sarhoş olduğumuz zamanki kadar saf, ilk be

“Hayat Seks Yoluyla Bulaşan bir Hastalıktır” (Zanussi) / Yazmak Hayat Yoluyla Bulaşan bir Hastalıktır

Şu an dahi çok stres altındayım. Stres altındayken hep yazarım. Beni okuyanlar daha çok stres olsun diye. Perşembe günü tezimi sunacağım fakat sunum hazır değil, profesörümün değişiklik yapmamı istediği birkaç nokta daha vardı ve gördüm ki o değişiklikleri not aldığım kağıdı kaybetmişim. Stresim iki kat daha arttı, baş ağrım da stresime eşlik etti. Yazmaya koyuldum hemen. Yapmam gereken şeyin ne olduğunu anladım: Daha planlı bir yaşam tarzına kendimi alıştırmak. Mesela odam bir memur odası gibi çeşit çeşit dosyalarla dolu olmalı. Her şeyi sınıflandırmalıyım. Eski mektuplar, üniversitede okuduğum makaleler, faturalar, lisansüstünde okuduğum makaleler, tezim için kullandığım kaynaklar, edebiyat dergileri, İtalyanca notlarım... Gezdiğim şehirler ve eski sevgililer için de birer dosya oluşturulmalı (Koleksiyon yaptığımı düşünenler olabilir, yok o kadar değil). Herkes ve her şey dosyalarda olmalı ki içim rahat etsin. Bir "masumiyet müzesi" kurayım kendime. (Bu paragrafta yazılan

Bir Yığın Laf-ü Güzaf

Önceki Meseleler: Pati ve Apartman Sakinleri Zannedersem Pati'nin akıbetini herkes merak etmektedir. İki tane izleyicim var zaten. Onun dışında dostlar da hatır olsun, üzülmeyeyim hevesim kırılmasın diye okuyorlar zaten. Şaka yapıyorum. Geliştireceğim kendimi aşacağım, hiç telaşe etmeyin. Yavaş yavaş. Pasiflora ile, rakı ile, sigara ile, şiir ile, biraz aşk kırıntısı, biraz üzüntü, biraz umut ve biraz bıkkınlık ile aşacağım. Dilediğiniz seviyede bir yazar olacağım zevzek olmayan. Özete gelelim öze gelelim. Pati hakkında o yazıyı yazdıktan sonra onu kucağıma aldım ve fark ettim ki üzerinde pireler cirit atıyor. Eyvah, dedim, yıkamak lazım. İki defa yıkadım. Olmadı. Hayvancağız titriyor. Hemen havluyla kuruladım. Çarşafın altına aldım. Ayaklarımın dibinde titreye titreye uyudu. Tekrar baktım. Pireler suratında gezinmeye devam ediyordu. Zaten kulaklarını da temizlemeye çalışmış ama o kadar başarılı olamamıştım. Sonra, dedim "ben bunu bırakayım". Aldım elime koliyi içinde gaz

Pati'nin gelişi

Hayır hayır olamaz, bir kedi daha bakamam. Hem de bu çok küçük ve salak. Biraz önce klavyenin üzerine çıkmaya çalıştı. Beni de annesi zannediyor. Patileriyle hala o süt emmek için yapılan açıp kapama refleksine takmış durumda. Kapının önünde buldum. Geçen gün de çocuklar acımasızca oynuyorlardı bununla. Bu da hiç sesini çıkarmıyordu. Ayaklarıma dolandı. Deneme amaçlı aldım, hem de karnını doyurmak için yoksa Carlos bunalıma girer "üstüme kuma getirdiler" der. "Ben bacağı yok bir kediyim diye pabucum dama atıldı, kullanılmış bir mendil gibi beni bir kenara attılar" der. Hem ben iki kediye birden bakamam. Tez yazmam lazım. Daha çok işim var. Hele ki birbirleriyle hiç anlaşamadılar. Carlos o derin bir hava yollama ve kızma ibaresi olan tıshıslamasını yaptı. Bizim Pati de (aklıma ilk gelen isim buydu) hemen hazırol konumuna geçti, patilerini açtı, bir pandomim gibi sanki cam varmış da bu oraya tırmanıyormuş gibi (Bu arada da kucağımda horluyor, allahım nasıl horluyor bu

Neşe'li günler

“Bana ne senin Neşe ile geçen çocukluğundan? Kayda değer ve topluma mal olacak bir şeyler söyle bari” diyesiniz gelse de hemen lafınızı yutun. Çocukluk bu kolay unutulmaz. İşten çıkıp da kafasını dağıtmak için beni seçmiş bu ufaklık arkadaşıma adansın bu yazı. (Bu arada süt kardeşim Merve’yi başka bir yazıya saklıyorum. Ayrıca Aysun’umla geçen yıllarımızı ki artık ne çocukluğu, ne ergenliği, ne üniversitesi, ne üniversite sonrası kaldı… yine başka bir yazıya saklıyorum. Sevgili Aysun Amerika’ya giderek yüreğimde derin sızılar bırakacaktır. O zaman bakacağım acılarımın icabına, Genç Şah'ın Acıları adlı bir kitap yazacağım) Neşe’lerde kalmayı çok severdim, onun inceliğine özenirdim, yeni cicilerine bicilerine, sonra Ayşe ile “o bana alındı, bu sana alındı” tartışmalarını izlemeye… Ben tek çocuk sayılırdım, ağbim ve ablam çoktan İstanbul rüyasına dalmışlardı benden yaşça bir hayli büyük oldukları için. Çocukluğumuzda günlerimizi nasıl geçirdiğimizi hayal meyal hatırlar gibiyim. En eğl