Ana içeriğe atla

Kayıtlar

En İyi Arkadaşım Evleniyor

Şaka maka önce en iyi çocukluk arkadaşım Sinem'i evlendirdim, sonra 7 senelik sıra arkadaşım ve sırdaşım ve kardeşim kadar yakın Esra'yı everdim, şimdi de 9 yaşından beri dibinden ayrılmadığım, yollarımızın öyle veya böyle kesiştiği dostum Aysun'u evlendiriyorum. Ben ona diyorum "gidiyorsun, boşluğa düşeceğim", o diyor "artık siz de kocalarınızla oturun". Ben diyorum "ilk defa yollarımız ayrılıyor", o bana diyor "kimse sizin gibi olmaz ama artık evli evine köylü köyüne". Eh diyorum eşek kadar olduk, eh diyor "artık vakti geldi". Haklı ne diyebilirim ki? Ben dostlar hep yakınımızda kalacak zannetmiştim. Büyümeyi kabullenemeyişim gibi bunu da kabullenmem pek kolay olmuyor sanırım. Esra'nın düğününde hüngür hüngür ağlamıştım. Ama insan duygulanıyor be kardeşim. Daha dün miniktik, diyorsun, daha dün lisede ergendik, sonra geldik üniversiteye çatlaklıklar konserler eğlenceler... O kadar büyüdük mü yaw? diyorsun. Bir bakmışsın

Marx'ın Dönüşü

Bu oyuna ancak iki hafta önce gidebilmiş olmama rağmen ancak şimdi yazabiliyorum. Marx’ın Dönüşü beni heyecanlandırdı. Dönmedi oysaki ideolojik anlamda. Hep vardı çünkü bir yerlerde. Teorik olarak söylediği bir gerçekti: Kapitalizm krizlerden beslenir. Fakat Genco Erkal’ın da en tatlı Marx haliyle söylediği gibi, Marx kapitalizmin bu kadar dönüşebileceğini, her türlü kılığa girebileceğini tahmin etmemişti. Onu çok ciddiye almıştı belki. Onun bir palyaço olduğunu görememişti. Dönüştürdü. Tropa de Elite’deki polislerin de kanıtladığı gibi polis bu sistemi öğrenir, yoz sistemi. Sistemde bazı boşluklar vardır. Bu boşluklar kapitalizme karşı kullanılabilir. Herkes bunu yapabilir. Ama sistemin bir parçası olmadan yine sistemin ürünleri olan bu boşluklar kullanılamaz. Tiyatro oyunu üzerine yazmak bana düşmez. Ama izin verin, Genco Erkal’a ne kadar hayran olduğumu binlerce defa söyleyeyim. Yıllar önce (2003 sanırım) Boğaziçi Üniversitesi’nde izlemiştik onu: “Memleketimde

İç açıcı yazıların başlangıcı

Dünkü yazımın üzerine doğumgünü 25 Ocak olan ve çok yakında evlenip Amerika’ya gidecek olan dostum bana feci halde darıldı. -Noldu sana? -Bir şey olmadı. -Niye asık suratın? -Bir şey yok. -Niye böylesin ki o zaman? -Ya tamam üstüme gelme Redwockaneva Sevgili Yellowska bana çok kızmıştı. Vay efendim dertlerimle uğraşmaktan bıkmış da, neden hala şikayet ediyormuşum da, hayattan ne bekliyormuşum da... Sağlığıma ve bu halime şükretmeliymişim. Tatminsizmişim. Dostluğumuzda beraber geçireceğimiz son 4-5 ayımızı ziyan etmemeliymişim. Her şeyi bu şekilde daha da zorlaştırıyormuşum. Hiç çözüm aramıyormuşum. Sadece şikayet ediyormuşum. Üstüne üstlük doğumgünü hediyesi olarak da yaza yaza ona bunu mu yazmışım? Yüzünden düşen bin parçaydı gerçekten de. Onu hiç bu kadar öfkeli ve gergin görmemiştim. Kahverengi gözleri baktığı noktaya odaklanmış, kızgınlıkla daha da parlamış, dağınık siyah saçları tel tel olmuştu. Sigarasının dumanını üflüyor muydu yoksa sigarayı yiyor muydu belli değildi. Asabiyet

İç karartıcı bir yazı

Nefes alamamaya başladı. Geçmiş ağır geliyordu. Geçmiş çok fazlaydı. Gelecek ise belirsizdi. Oturduğu yerde ofiste yavaş yavaş çevirilerini yapmaya devam etti. Bazen gözleri doluyordu. Konsantrasyonu çok zayıftı. Biliyordu ki hayatında daha önceden kavgasını verdiği her şey anlamını yitirmiş gibiydi. Yok yok bugün pek normal değildi. Ayrılıkların hepsi gururlu bir kadının ayrılıklarına sahip çıkmasındandı. Şimdi anlamsız geliyordu hepsi ona. Sonra 1 Mayıs’ta yediği biber gazı, o da anlamsızdı. Afrika’ya gidişler. Onlar da mı anlamsızdı? Ne kadar anlamıştı yaşadıklarından? Napmıştı o kahve gözle kahve tenli güzel gülüşlü çocuklar için? Ne yapmıştı ki? Hep bir şeylere araç olmaktan ve rastgele yaşamaktan başka. Annesinin gidişi ağır geliyordu. Güç geliyordu. Ona ihtiyacı vardı. Çocuk da değildi ya bunu kaldırmalıydı. Yoksa hocasının dediği gibi yavaş mı koşmalıydı, sonradan mı vurmuştu bu travma? Ağır geliyordu. 4 aydır stajyer olmak. Ağır geliyordu. Dostunun Amerika’ya gitmesi. Ağır gel

İki bin on iki bin dokuzu silsin süpürsün unuttursun

Yeni yıl bana ne getirdi benden ne götürdü. Bize neler yaptı, bizden neler çaldı… Tartış tartış, konuş konuş bitmez. Benim bir annem vardı. Artık yok. Mesela benim bir kedim vardı. Artık yok. Ben daha umutluydum geleceğe dair. Şimdi pek umutlu olasım da yok. Ama umutsuz yaşayamaz ya insan. Değişime dair inancım vardı. Hala da var. Yenilenmeye inancım vardı. Hala da var. Güzel bir dünyaya inancım vardı, hala var. Güzel insanlar oldukça. Çok şeyi yıktık yaktık. Kriz bizi sildi süpürdü. Paralarımız üç kuruş oldu. Asgari ücret 30TL arttı insanlarla alay eder gibi. Gençler öldü, gözaltına alındı. Grevler yapıldı. Protestolar. Demokratik temsil aracı partilerden biri kapatıldı. Değişmeyecek çok şey var bu sene de: Özelleştirmeden nasibini alan işçiler cepleri delik çocuklarını üniversitede nasıl okutacaklarını düşünmeye devam edecekler kara kara. Yeni yılda GDO’lu ürünler yemeye devam edeceğiz, bunda 25 sene önce yaptığımız ama farkına varmadığımız gibi. Sonra başbakanımız diplomatik olmamay

Anneanneler ve Torunlar

Ays'ımın anneannesi vefat etmiş, Kayseri'ye gitti şimdi o. 1 hafta da orda kalacakmış. İyi ki de gelmiyor. Ana-kız vakit geçirsinler azcık. Zaten hatunum Amerika'ya gidecek. Yüzünü de göremedim ama kader ağlarını örüp de bizi ayırır gibi. Bu cümlem de pek Kerime Nadir romanından alıntı gibi. 2.5 aydır anneannemi ziyaret etmiyordum ben de. Sanırım bu vefat haberinden sonra düşünüp anneanneme haksızlık ettiğimi ve bu konuda ne kendi aklımla ne de kendi duygularımla hareket etmekte olduğumu anladım. Başka etkenler de vardı benim ziyaret etmeyişimde (meşguliyet, yenilikler, kurslar, yorgunluk vs.)ama şu da vardı: Ben birçok kişide kızdığım davranış şeklini edinmiştim. Gereksiz bir tepkisellik ve o tepkiselliğin getirdiği "zaten annem de yok" gibi bir cümlenin insanda uyandıracağı umursamazlık hissi. Haksız bir umursamazlıktı bu. Anneannemin içi çok yandı. Belki seksen küsür yaşında ve kimsenin yaşayamayacağı kadar çok acı yaşadı. Çok küçük yaşta yetim ve öksüz kalmış

Dostlarıma...

Sevgili Dostlarım, Çeyrek asrı devirmiş bulunmaktayım. Bu çeyrek asırda neler gördüm ve yaşadım. Neler bana fazla geldi, neler vız gelip tırıs gitti, bilirsiniz az çok. Hep güçlü gördünüz beni ya da en azından öyle göründüğümü düşündünüz. Dertlerimi sizlerle paylaşmaktan, mutlu olduğumda yersiz şakalarla sizi şaşırtmaktan hiç çekinmedim. Bana güvenmeniz hep hoşuma gitti, fikrimi sormanız, aramanız ve ağırlamanız. Sizin yanınızda ölümsüzmüşüm gibi hissettim hep. Ciddi ciddi değil ya. Ölümün lafı olmazdı biz hayatımızı paylaşırken, kendimizi ve yaşananları yahut yaşanmasını istediklerimizi konuşurken. Yalnız kalmaktan hep korktum ve eminim bu benim en büyük zayıflığım olageldi. Ve belki de diyalektik bir biçimde bu zayıflık bana en çok güç veren şey oldu aynı zamanda. Sizinle olmak bana hayat veriyor, sizi yanımda hissetmek, dilerseniz bunlar duygusal bir çıkar ilişkisi diyin, bana güç ve güven veriyor. Yanınızda kendimi ilk defa bağ şarabımızla sarhoş olduğumuz zamanki kadar saf, ilk be