Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Anneler Günü Beni Zorladı Yazmaya

Tam da şehit haberlerinin üzerine yazmışken, "ah bir anne olsam, ne kızardım şu devlete, şu askere, şu insanlara" diye, Anneler Günü geldi çattı. Bana sorarsanız, ki sormasanız da gevezelik edecek gibiyim, ben bugün hiçbir şey hissetmiyorum. Hiç de hissetmedim. Annemi her ayın ikinci haftasında düşünmekteyim ben zaten. Bugün özellikle düşündüm dersem yalan olur. Sanırım bunda hep yanımda olan arkadaşların da etkisi oldu: Aysun'um benimle kahvaltı yaptı, kahve içti, derken Botero'yu görmeye gittik Pera Müzesi'ne... Kalbim soğudu mu? Kalbim taş mı oldu? Yok olmadı da alışıyorum galiba yavaş yavaş. Belki de kendimi ve geleceğimi düşünmekten annemi düşünmeye vakit bulamadım. Annem yaşıyor olsaydı gelecek günler daha anlamlı ve güzel olacaktı, diye düşünmeme rağmen o olmadan da o varmış gibi geleceğimi çizebilecekmişim ve bu hayatta yaratıcılık adına bir şeyler yapabilecekmişim gibi bir hisse kapıldım. O olmadan da kızımın adını Ayşe koyabilirim. O olmadan da güzel işl

Bu artık bir "görev" değil

Kaç gündür şehit haberleri. Bitmeyen savaş. Özgürlük adına kimisi savaşıyor. Kimisi ölüyor. Evet "görev"lerini yaptılar. Genç yaşta ölmek bir görevin bir parçası ise, o kadar iyi yaptılar ki görevlerini artık bu yeryüzünde kimse için bir görevleri kalmadı. Kendileri için bile. Hayalleri ve gelecekleri yok artık onların. Çünkü "görev"lerini yaptılar. Artık onlar bu toprakları kurtarmak için savaşmıyorlar. Demokratik yollarla çözülemeyen bir sorunun şiddete başvurularak çözülmesi söz konusu. Onlar da bu demokrasisizliğin, bu çıkmazın, bu kavganın kurbanı. Milliyetçilik iğrenç bir biçimde tırmanıyor. Bir tarafta ben askerdeki sevgilimle konuşuyorum telefonda. Duyuyorum telefon kulübelerinde erkek sesleri birbirine karışıyor. Karışan seslerin arasında Kürtçe konuşanlar da var. Askerlik yapıyorlar beraber. Sonra bir Türk bir Kürt'ü öldürüyor, bir Kürt bir Türk'ü. Annelerin yüreği kan ağlıyor. Ne uğruna ölüyorlar? Hangi amaç için? 19'unda ölmemeli insan. Bence

En İyi Arkadaşım Evleniyor

Şaka maka önce en iyi çocukluk arkadaşım Sinem'i evlendirdim, sonra 7 senelik sıra arkadaşım ve sırdaşım ve kardeşim kadar yakın Esra'yı everdim, şimdi de 9 yaşından beri dibinden ayrılmadığım, yollarımızın öyle veya böyle kesiştiği dostum Aysun'u evlendiriyorum. Ben ona diyorum "gidiyorsun, boşluğa düşeceğim", o diyor "artık siz de kocalarınızla oturun". Ben diyorum "ilk defa yollarımız ayrılıyor", o bana diyor "kimse sizin gibi olmaz ama artık evli evine köylü köyüne". Eh diyorum eşek kadar olduk, eh diyor "artık vakti geldi". Haklı ne diyebilirim ki? Ben dostlar hep yakınımızda kalacak zannetmiştim. Büyümeyi kabullenemeyişim gibi bunu da kabullenmem pek kolay olmuyor sanırım. Esra'nın düğününde hüngür hüngür ağlamıştım. Ama insan duygulanıyor be kardeşim. Daha dün miniktik, diyorsun, daha dün lisede ergendik, sonra geldik üniversiteye çatlaklıklar konserler eğlenceler... O kadar büyüdük mü yaw? diyorsun. Bir bakmışsın

Marx'ın Dönüşü

Bu oyuna ancak iki hafta önce gidebilmiş olmama rağmen ancak şimdi yazabiliyorum. Marx’ın Dönüşü beni heyecanlandırdı. Dönmedi oysaki ideolojik anlamda. Hep vardı çünkü bir yerlerde. Teorik olarak söylediği bir gerçekti: Kapitalizm krizlerden beslenir. Fakat Genco Erkal’ın da en tatlı Marx haliyle söylediği gibi, Marx kapitalizmin bu kadar dönüşebileceğini, her türlü kılığa girebileceğini tahmin etmemişti. Onu çok ciddiye almıştı belki. Onun bir palyaço olduğunu görememişti. Dönüştürdü. Tropa de Elite’deki polislerin de kanıtladığı gibi polis bu sistemi öğrenir, yoz sistemi. Sistemde bazı boşluklar vardır. Bu boşluklar kapitalizme karşı kullanılabilir. Herkes bunu yapabilir. Ama sistemin bir parçası olmadan yine sistemin ürünleri olan bu boşluklar kullanılamaz. Tiyatro oyunu üzerine yazmak bana düşmez. Ama izin verin, Genco Erkal’a ne kadar hayran olduğumu binlerce defa söyleyeyim. Yıllar önce (2003 sanırım) Boğaziçi Üniversitesi’nde izlemiştik onu: “Memleketimde

İç açıcı yazıların başlangıcı

Dünkü yazımın üzerine doğumgünü 25 Ocak olan ve çok yakında evlenip Amerika’ya gidecek olan dostum bana feci halde darıldı. -Noldu sana? -Bir şey olmadı. -Niye asık suratın? -Bir şey yok. -Niye böylesin ki o zaman? -Ya tamam üstüme gelme Redwockaneva Sevgili Yellowska bana çok kızmıştı. Vay efendim dertlerimle uğraşmaktan bıkmış da, neden hala şikayet ediyormuşum da, hayattan ne bekliyormuşum da... Sağlığıma ve bu halime şükretmeliymişim. Tatminsizmişim. Dostluğumuzda beraber geçireceğimiz son 4-5 ayımızı ziyan etmemeliymişim. Her şeyi bu şekilde daha da zorlaştırıyormuşum. Hiç çözüm aramıyormuşum. Sadece şikayet ediyormuşum. Üstüne üstlük doğumgünü hediyesi olarak da yaza yaza ona bunu mu yazmışım? Yüzünden düşen bin parçaydı gerçekten de. Onu hiç bu kadar öfkeli ve gergin görmemiştim. Kahverengi gözleri baktığı noktaya odaklanmış, kızgınlıkla daha da parlamış, dağınık siyah saçları tel tel olmuştu. Sigarasının dumanını üflüyor muydu yoksa sigarayı yiyor muydu belli değildi. Asabiyet

İç karartıcı bir yazı

Nefes alamamaya başladı. Geçmiş ağır geliyordu. Geçmiş çok fazlaydı. Gelecek ise belirsizdi. Oturduğu yerde ofiste yavaş yavaş çevirilerini yapmaya devam etti. Bazen gözleri doluyordu. Konsantrasyonu çok zayıftı. Biliyordu ki hayatında daha önceden kavgasını verdiği her şey anlamını yitirmiş gibiydi. Yok yok bugün pek normal değildi. Ayrılıkların hepsi gururlu bir kadının ayrılıklarına sahip çıkmasındandı. Şimdi anlamsız geliyordu hepsi ona. Sonra 1 Mayıs’ta yediği biber gazı, o da anlamsızdı. Afrika’ya gidişler. Onlar da mı anlamsızdı? Ne kadar anlamıştı yaşadıklarından? Napmıştı o kahve gözle kahve tenli güzel gülüşlü çocuklar için? Ne yapmıştı ki? Hep bir şeylere araç olmaktan ve rastgele yaşamaktan başka. Annesinin gidişi ağır geliyordu. Güç geliyordu. Ona ihtiyacı vardı. Çocuk da değildi ya bunu kaldırmalıydı. Yoksa hocasının dediği gibi yavaş mı koşmalıydı, sonradan mı vurmuştu bu travma? Ağır geliyordu. 4 aydır stajyer olmak. Ağır geliyordu. Dostunun Amerika’ya gitmesi. Ağır gel

İki bin on iki bin dokuzu silsin süpürsün unuttursun

Yeni yıl bana ne getirdi benden ne götürdü. Bize neler yaptı, bizden neler çaldı… Tartış tartış, konuş konuş bitmez. Benim bir annem vardı. Artık yok. Mesela benim bir kedim vardı. Artık yok. Ben daha umutluydum geleceğe dair. Şimdi pek umutlu olasım da yok. Ama umutsuz yaşayamaz ya insan. Değişime dair inancım vardı. Hala da var. Yenilenmeye inancım vardı. Hala da var. Güzel bir dünyaya inancım vardı, hala var. Güzel insanlar oldukça. Çok şeyi yıktık yaktık. Kriz bizi sildi süpürdü. Paralarımız üç kuruş oldu. Asgari ücret 30TL arttı insanlarla alay eder gibi. Gençler öldü, gözaltına alındı. Grevler yapıldı. Protestolar. Demokratik temsil aracı partilerden biri kapatıldı. Değişmeyecek çok şey var bu sene de: Özelleştirmeden nasibini alan işçiler cepleri delik çocuklarını üniversitede nasıl okutacaklarını düşünmeye devam edecekler kara kara. Yeni yılda GDO’lu ürünler yemeye devam edeceğiz, bunda 25 sene önce yaptığımız ama farkına varmadığımız gibi. Sonra başbakanımız diplomatik olmamay