Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Roma'da Bir Gün

Üç aydır burdayım. Roma’nın tadını çıkaramadım. Kağıda kaleme dokunamadım. Havalar soğudu ama bugün güneşli. Largo di Librari’deyim. Kahve içiyorum. Uzun zaman oldu ilk defa buraya (şehre) tek başıma inip bir kahve içeli. Annem hastayken her gittiğimiz kafede sigara ve kahve içerdik, şimdi sigarayı hiç aramıyorum. En son Türkçe kitabımı bitireli 2 ay oldu. Mehmet Uzun “Ölüm kadar Karanlık, Aşk gibi Aydınlık”... Ufak endişelerle üç ayımı harcadım. Öğrendim, ilerledim. Belki daha akademik oldum ama hala insan ilişkilerim şüphelerle dolu. Kızlarla iyi geçiniyorum ama pek istediğimi gerçekleştiremedim bu dönem. Daha sıkı ilişkiler öngörmüştüm belki de. Hamurişi tatlılarından doğru olanı bulamadım. Bir tiramisu, bir Ricotta di Ravioli miydi neydi, denedim, yok mideme oturdu. Bir yerden sonra yediğin her şey (ne kadar lezzetli olursa olsun) yabancı gelebiliyor. İnsan memleketini özlediğini yediği şeyden tat almayınca anlıyor. Bir kadın memesine benzeyen vişneli bir ... Siciliano denedim, çok

Ölüm, Töre, Aşk, Din ve Milliyet

This picture is taken from http://hca.gilead.org.il/li_merma.html Wlodek PawlikGrand Piano Bu cd’yi az dinlemedim tez yazarken. Hala da dinlerim. Bu günler stresli günler, yazılacak 5 tane “paper” var ki bunlardan birisi araştırma projesi. Hepsi yazım aşamasında. Hiçbiri yürümüyor. Feci bir sıkışmışlık, kapasitesizlik ve son ana bırakma duygusu içindeyim. Mutluluk insanın içindeymiş, Roma’da da bulamadım. Rahatlığı buldum, yüksek standartları ama sanırım kendimi mutsuz etmeyi çok kolay başarabilen bir insanım. Kendime acısam mı, halime ağlasam mı gülsem mi bilemedim. Roma’yla Roma defterini kapatmadan önce biraz daha hüzünlü şeyler yazacağım. Dün sabah Radikal Gazetesi’nin sayfasına girer girmez ilk gördüğüm haber Ermeni bir kızla Türk bir gencin öldürüldüğü haberiydi. Ağlamaya başladım. Nasıl birbirlerine aşık olduklarını sonra nasıl gizlice evlendiklerini okudum, ailelerin neler söylediğini, onlardan neler beklediğini... Erkek tarafının annesinin tabutun kenarında kendinden

Güzellik ve Acımasızlık

The picture is taken from http://www.russian-women.net//ladies/ Napacagımı bilmeksizin bir seyler yapmaya calıstım. Bugun cok yorulmustum ve emindim ki vaktim boşa gitmeyecekti. Türkçeyi unutmak ve Türkiye’den uzak kalmak beni biraz yordu. Farklı insanları anlamak hep zordur ama benim beynim neden bu kadar yorgun peki? Bilmiyorum, biraz başım dönecek gibi geliyor. Bir sorunum hastalığım yoktur umuyorum. Nasıl çocuk doğuracağım nasıl bir evi geçindireceğim diye düşünüyorum çünkü. Onu gördüm bugün. Adını söylemeyeceğim. O da kadın bizim gibi. Sarı saçları incecik bir bedeni var. Benden çocuk benden kadın. Henüz genç bebek bir yüzü var. Bugün bana geldi ve dedi ki “Dün tek başıma yürüyüşe çıkmak istedim ama her çıktığımda 4-5 adam karşıma çıkıyor ve ben de rahat rahat gezemiyorum. Nerden geldiğimi soruyorlar, adımı soruyorlar.” Biz hep dedikosunu yapıyorduk. -Bu kızı evlat edineceğim. -Erkeklerin dikkatini çekmeye çalışıyor. -Neler giyiyor o öyle? -O çocuğa ne dedi biliyor mu

Sade bir Umut

Bu dünyada nasıl mücadele edilir Savaşla, silahla, kinle, kanla Bu dünyada nasıl mücadele edilir Parayla, kasla, hileyle, zorbalıkla Bu dünyada nasıl mücadele edilir Aşkla, sanatla, emekle, umutla Beraber... Ama korkmadan Ama kaçmadan Ama üşütmeden kafayı Ama vazgeçmeden Hayal ederken Sen ve ben Başını kaldır Gözlerimin içine bak Orda korkuya yer yok Gözlerimin içine bak Orda sevgisizliğe yer yok Ama bırakmadan Ama kırmadan Ama durmadan Ve doğrudan şaşmadan Gözlerimin içine bak Orda umut var Yoku var yapan Ama boş değil Ama pembe değil Ama anlamsız değil Su gibi berrak Sade bir umut Bu kadarı yeter...

Sevdiğim Kadınlara Dair

Tüm ağladığım günleri hatırlıyorum Tüm kendime acıdığım zamanları Sevdiklerimi hatırlıyorum tek tek Unuttuklarımı ve unutamadıklarımı Düğünleri hatırlıyorum Hele sevdikleriminkileri Küçüklüğümün kına gecelerini Yerden paralar topladığımız ve Apartmanın kapılarında zilleri çalıp çalıp kaçtığımız Hatırlıyorum umutlandırdığım zamanları Umutları boşa çıkarıp güldüğüm zamanları Hatırlıyorum nasıl bir şeydi kaplumbağa olmak Sonra bir yarış atı Bazen akrep olmak Bazen yılan Hatırlıyorum gençliğimizi Sessiz ve sevecen geçen Biraz kabullenmiş Ama hep bir yerlere gitmek ister gibi Hatırlıyorum annemin yemeklerini Bir de babamın beyaz atletini ve güleç yüzünü Basket toplarımızı, pembe bisikletimi, kaldırımları Sonra Kayseri’de kimsenin gözüne bakmadan yürüdüklerimi Korkularımı hatırlıyorum Güvende hissettiğim zamanları Çok anıyla doldum Ama çok çöplükle de doldurdum kendimi Hepsini bir gün hatırlamak için biriktirdim Büyüttüm içimde Korktum birisi olamam diye Birisi kalamam diye Kendimi oluşturma

Geçmiş zaman olur ki

Geçmiş zamanlardan bir lise defterim var, Remzi Baykaldı Edebiyat Hocamız sağolsun bana edebiyatı sevdirdi. Benim edebiyata olan inancımı arttırdı. Her zaman onu severek ve hayranlıkla dinlerdim. Çok güzel bir el yazısı vardı. Eleştirdi mi güzel eleştirirdi, doğrusu ile eğrisi ile görürdük kendimizi her yazılan kompozisyonun sonunda. İşte ondan kalan en sevdiğim büyük çizgisiz Edebiyat defterim ve bu defterin başına Aydan Hanım tarafından yazılanlar: Şahizer Canım, Sen her zaman herkese iyi davrandın ve öyle yapmaya da devam edeceksin sanırım. Bu aslında çok güzel bir huy ama lütfen kendine dikkat et ve insanlar senin iyi niyetini suistimal etmesinler ve seni üzmesinler. O zaman ben de üzülürüm. Beni üzme tamam mı canım? İnatçı Keçi Aydan 21.12.1999 Salı Şimdi aynı defterden size en ilginç bulduğum ve sevdiğim hikayeyi (aslında gerçek bir olayı) aktarmak istiyorum. Neden ergenliğime döndüğümü sormayın, aslına bakarsanız sil baştan yaşamadan önce ben geçmişe dönmenin gerektiğini düşü

Anneler Günü Beni Zorladı Yazmaya

Tam da şehit haberlerinin üzerine yazmışken, "ah bir anne olsam, ne kızardım şu devlete, şu askere, şu insanlara" diye, Anneler Günü geldi çattı. Bana sorarsanız, ki sormasanız da gevezelik edecek gibiyim, ben bugün hiçbir şey hissetmiyorum. Hiç de hissetmedim. Annemi her ayın ikinci haftasında düşünmekteyim ben zaten. Bugün özellikle düşündüm dersem yalan olur. Sanırım bunda hep yanımda olan arkadaşların da etkisi oldu: Aysun'um benimle kahvaltı yaptı, kahve içti, derken Botero'yu görmeye gittik Pera Müzesi'ne... Kalbim soğudu mu? Kalbim taş mı oldu? Yok olmadı da alışıyorum galiba yavaş yavaş. Belki de kendimi ve geleceğimi düşünmekten annemi düşünmeye vakit bulamadım. Annem yaşıyor olsaydı gelecek günler daha anlamlı ve güzel olacaktı, diye düşünmeme rağmen o olmadan da o varmış gibi geleceğimi çizebilecekmişim ve bu hayatta yaratıcılık adına bir şeyler yapabilecekmişim gibi bir hisse kapıldım. O olmadan da kızımın adını Ayşe koyabilirim. O olmadan da güzel işl

Bu artık bir "görev" değil

Kaç gündür şehit haberleri. Bitmeyen savaş. Özgürlük adına kimisi savaşıyor. Kimisi ölüyor. Evet "görev"lerini yaptılar. Genç yaşta ölmek bir görevin bir parçası ise, o kadar iyi yaptılar ki görevlerini artık bu yeryüzünde kimse için bir görevleri kalmadı. Kendileri için bile. Hayalleri ve gelecekleri yok artık onların. Çünkü "görev"lerini yaptılar. Artık onlar bu toprakları kurtarmak için savaşmıyorlar. Demokratik yollarla çözülemeyen bir sorunun şiddete başvurularak çözülmesi söz konusu. Onlar da bu demokrasisizliğin, bu çıkmazın, bu kavganın kurbanı. Milliyetçilik iğrenç bir biçimde tırmanıyor. Bir tarafta ben askerdeki sevgilimle konuşuyorum telefonda. Duyuyorum telefon kulübelerinde erkek sesleri birbirine karışıyor. Karışan seslerin arasında Kürtçe konuşanlar da var. Askerlik yapıyorlar beraber. Sonra bir Türk bir Kürt'ü öldürüyor, bir Kürt bir Türk'ü. Annelerin yüreği kan ağlıyor. Ne uğruna ölüyorlar? Hangi amaç için? 19'unda ölmemeli insan. Bence

En İyi Arkadaşım Evleniyor

Şaka maka önce en iyi çocukluk arkadaşım Sinem'i evlendirdim, sonra 7 senelik sıra arkadaşım ve sırdaşım ve kardeşim kadar yakın Esra'yı everdim, şimdi de 9 yaşından beri dibinden ayrılmadığım, yollarımızın öyle veya böyle kesiştiği dostum Aysun'u evlendiriyorum. Ben ona diyorum "gidiyorsun, boşluğa düşeceğim", o diyor "artık siz de kocalarınızla oturun". Ben diyorum "ilk defa yollarımız ayrılıyor", o bana diyor "kimse sizin gibi olmaz ama artık evli evine köylü köyüne". Eh diyorum eşek kadar olduk, eh diyor "artık vakti geldi". Haklı ne diyebilirim ki? Ben dostlar hep yakınımızda kalacak zannetmiştim. Büyümeyi kabullenemeyişim gibi bunu da kabullenmem pek kolay olmuyor sanırım. Esra'nın düğününde hüngür hüngür ağlamıştım. Ama insan duygulanıyor be kardeşim. Daha dün miniktik, diyorsun, daha dün lisede ergendik, sonra geldik üniversiteye çatlaklıklar konserler eğlenceler... O kadar büyüdük mü yaw? diyorsun. Bir bakmışsın

Marx'ın Dönüşü

Bu oyuna ancak iki hafta önce gidebilmiş olmama rağmen ancak şimdi yazabiliyorum. Marx’ın Dönüşü beni heyecanlandırdı. Dönmedi oysaki ideolojik anlamda. Hep vardı çünkü bir yerlerde. Teorik olarak söylediği bir gerçekti: Kapitalizm krizlerden beslenir. Fakat Genco Erkal’ın da en tatlı Marx haliyle söylediği gibi, Marx kapitalizmin bu kadar dönüşebileceğini, her türlü kılığa girebileceğini tahmin etmemişti. Onu çok ciddiye almıştı belki. Onun bir palyaço olduğunu görememişti. Dönüştürdü. Tropa de Elite’deki polislerin de kanıtladığı gibi polis bu sistemi öğrenir, yoz sistemi. Sistemde bazı boşluklar vardır. Bu boşluklar kapitalizme karşı kullanılabilir. Herkes bunu yapabilir. Ama sistemin bir parçası olmadan yine sistemin ürünleri olan bu boşluklar kullanılamaz. Tiyatro oyunu üzerine yazmak bana düşmez. Ama izin verin, Genco Erkal’a ne kadar hayran olduğumu binlerce defa söyleyeyim. Yıllar önce (2003 sanırım) Boğaziçi Üniversitesi’nde izlemiştik onu: “Memleketimde

İç açıcı yazıların başlangıcı

Dünkü yazımın üzerine doğumgünü 25 Ocak olan ve çok yakında evlenip Amerika’ya gidecek olan dostum bana feci halde darıldı. -Noldu sana? -Bir şey olmadı. -Niye asık suratın? -Bir şey yok. -Niye böylesin ki o zaman? -Ya tamam üstüme gelme Redwockaneva Sevgili Yellowska bana çok kızmıştı. Vay efendim dertlerimle uğraşmaktan bıkmış da, neden hala şikayet ediyormuşum da, hayattan ne bekliyormuşum da... Sağlığıma ve bu halime şükretmeliymişim. Tatminsizmişim. Dostluğumuzda beraber geçireceğimiz son 4-5 ayımızı ziyan etmemeliymişim. Her şeyi bu şekilde daha da zorlaştırıyormuşum. Hiç çözüm aramıyormuşum. Sadece şikayet ediyormuşum. Üstüne üstlük doğumgünü hediyesi olarak da yaza yaza ona bunu mu yazmışım? Yüzünden düşen bin parçaydı gerçekten de. Onu hiç bu kadar öfkeli ve gergin görmemiştim. Kahverengi gözleri baktığı noktaya odaklanmış, kızgınlıkla daha da parlamış, dağınık siyah saçları tel tel olmuştu. Sigarasının dumanını üflüyor muydu yoksa sigarayı yiyor muydu belli değildi. Asabiyet

İç karartıcı bir yazı

Nefes alamamaya başladı. Geçmiş ağır geliyordu. Geçmiş çok fazlaydı. Gelecek ise belirsizdi. Oturduğu yerde ofiste yavaş yavaş çevirilerini yapmaya devam etti. Bazen gözleri doluyordu. Konsantrasyonu çok zayıftı. Biliyordu ki hayatında daha önceden kavgasını verdiği her şey anlamını yitirmiş gibiydi. Yok yok bugün pek normal değildi. Ayrılıkların hepsi gururlu bir kadının ayrılıklarına sahip çıkmasındandı. Şimdi anlamsız geliyordu hepsi ona. Sonra 1 Mayıs’ta yediği biber gazı, o da anlamsızdı. Afrika’ya gidişler. Onlar da mı anlamsızdı? Ne kadar anlamıştı yaşadıklarından? Napmıştı o kahve gözle kahve tenli güzel gülüşlü çocuklar için? Ne yapmıştı ki? Hep bir şeylere araç olmaktan ve rastgele yaşamaktan başka. Annesinin gidişi ağır geliyordu. Güç geliyordu. Ona ihtiyacı vardı. Çocuk da değildi ya bunu kaldırmalıydı. Yoksa hocasının dediği gibi yavaş mı koşmalıydı, sonradan mı vurmuştu bu travma? Ağır geliyordu. 4 aydır stajyer olmak. Ağır geliyordu. Dostunun Amerika’ya gitmesi. Ağır gel