Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Bu ödevi hocam Radikal 2'ye gönderebileceğimi söylemişti ben de burda yayımlamaya karar verdim: Decline of Happiness with the Decline of “Social Capital” and Search for Happiness in the Individualistic Life Many of us are looking for happiness nowadays as the humanity did for years and years. Some may call this luxury, ease that has come with technology, some call it a family, children and some call it being independent economically. Some call it being with the loved ones. Some call it earning good money. Some call it a good standard of living, some call it being amongst friends. There are many diverse understandings of happiness and there are many different ways of reaching it. But today’s world for sure tries to give answers to the questions like the Epicureans or the Cynics do. To clarify the answer, happiness today is understood more like “a negation of societal bonds” and replacement of it by self-sufficiency. To need people either as a part of civil society, or fami

Bendeki Obsesyonlar ve Fiksasyonlar

Bunu soyle cevirmek lazım... Rahmetli annem derdi ki: "İyisin güzelsin de şu ısrarların insanın kalbini yoruyor."  Israrlarım karşı tarafı zor duruma düşürdüğümün farkına varmamamdan kaynaklanır, inatçılığım tuttu mu karşı tarafı anlamak istemem. O kadar ben odaklı olurum ki o noktada kendi söylediğimi kabul ettirmek için o insanın üstüne üstüne gider, onu bunaltırım. Takıntılıyımdır. Feci halde. Son zamanlarda, son iki aydır daha ciddi sorunlar yaşadım denilebilir. Ağlama krizleri, kabuslar, yeter bırakıp gidiyorum artık bu diyarları muhabbetleri. İnsan ne kadar garip ne kadar huzursuz ne kadar tatminsiz bir yaratık kendimde gördüm. Küçükken de huzursuzdum elbet ama bir dinginliğim vardı. Bu kadar değildi, bir şey okuduğumda mutlu olurdum. Anlardım, anladıkça seviniyordum. Şimdi ise anladıkça üzülür oldum. Sanırım bunun yegane sebebi kendi fikirlerimi oluşturmamış olmam ve hala başkalarının fikirlerine sonuna kadar güvenmem. Eh insan artık 30'larına yaklaşınca böyl

Sizin de Varoluşsal Kaygılarınız Var mı?

Bugun tomografi çektirdim Feridun Düzağaç söyledi ben ağladım Vay anam dedim sen bunlardan mı geçtin Varoluşsal kaygılarım var, dedim. Şimdi erken gitsem o kadar iyilik de yapmadım Belki annemin yanına almazlar. Geç gitsem napacagım ki dedim Daha bilemedim pek ne işle iştigal edeceğimi Kıçı kırık bir yazar mı akademisyen mi yoksa bir çatlak anne Bir baskıcı eş mi? En güzeli bir tatlı anneanne olmaktı ama Ona da çok yol vardı daha. Benim varoluşsal kaygılarım istediklerimi yapamamaktan yana... ölmeden evvel. Ölümü düşünerek. Hayatın kısalığına atıf yaparak. Ve Camus ile devam edersek... size anlatacağım başkaldırmak ne demek... Sevgiler, Dın dın Sah Sah.

Bir Soru

Ben her zaman huysuz ve kararsız bir insan mıydım yoksa yıllar içinde mi böyle oldum?  Sulamadığım çiçeklere, ölen kaplumbağama ve ölen kedilerime sormam lazım. Bir de anneme sormam lazım. Bir de giden sevgililere sormam lazım. Ama yıllardır beni tanıyan dostuma sormadıktan sonra ne ise yarar? Kimseye sormaya gerek yok. Çocukken de huysuzdum, o zaman da kararsızdım. Aslında yedimde ne oldumsa yetmişimde de o olacağım. Yani değişen pek bir şey yok.

Çözülemeyen İki Sorun

Bende kıskançlık sorunsalı Bir de şiire erkeklerin gözleriyle bakma sorunsalı Benim öğrendiğim romantizm her ne kadar aşkın romantizmi olsa da belli ki ben erkeğin gözünden kendimi görüyorum şiirde. Şairlerin çoğu da erkek olduğuna göre hic tanımadığım bir taraf var bende. Sende, bizde. Biz kadınlarda. Anlıyor musunuz beni? Erkeklerin aşkı, erkeklerin gözleri, biz nerdeyiz? Bizim kalbimiz neden bu kadar kapalı? Neden üzülmekle yetinmişiz susmuşuz yıllardır? Neden içimden taşarken binlerce sözcük ben susmuşum. Sen susmuşsun. Biz de yazabiliriz. Bizim kalbimizi yazabiliriz. Kadın ve erkek kalbi yoktur edebiyatta. İnsan vardır, insanın istekleri ve duyguları ama şairler ah şu şairler hepsi erkek gözüyle severler. Kadın gibi ağlamazlar, gururlu ve merttirler. Analar gibi ağlayabilmenin şerefine, derler. Kadınları severler, kadınların avuçları terler... ne kadınlar severler yokturlar. Gözleri açılır bacaklarına sürseler gözlerini... Peki ya biz, geçen kadınlardan sadece biri miyiz? Biz ka

Kayserili bir Şair Keşfettim ama biraz geç oldu...

1944'te Kayseri'de doğdu. Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı'nı bitirdi. Kısa süre memurluk yaptı, gazetelerde uzun yıllar köşe yazıları yazdı. İmge yoğunluğu, kelime ekonomisi ve söyleyişteki vuruculuğuyla 1960 kuşağının en öne çıkan şairlerinden biri sayılmaktadır. Kanla Kirlenmiş Evrak Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında Aşklarım, inançlarım işgal altındadır Tabutumun üstünde zar atıyorlar Cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır Toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar Denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları Geçmiş günlerimi aşağılamaktadır. Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında  Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını Kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar Bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden Çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar Denizin satırları arasında Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin Küfre yaklaştıkça inancım artıyor Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında  Öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı ta

Annem Kitabın Sonuna Bakmış

Eğer mümkün olsaydı daha iyi bir insan olurdum. Ölmeden önce çok şey yapmak istedim. Onun beğendiği rujdan aldım, aradım bir gün söyledim ona. Annem benim beğendiğim rujdan almış, allah allah... Şaşkınlığımı gizledim ama ondaki değişimi de hissettim. Yalnız kaldım. Yapayalnız. Bir evde. 35 sene sonra eşimden boşandım. Çocuklar beni aramıyordu. Depresyona girdim. Eski günlüklerime baktım, bir daha da bakamam herhalde. Annemi hep ötelemişim, hep kendime düşman bilmişim. Ne biçim bir çocuk, ne biçim bir ergenmişim. Sabrımı zorladın ama iyi atlattık. Annemin kızı olmayı çok isterdim ama acaba onunla yaşamayı mı daha çok mu isterdim? Annemin kızı olup onu daha çok göremez miydim? Bilemezsin hiçbir zaman ben hep en iyisi için uğraştım. Size birer ev bıraktım. Guzel anılar, guzel huylar, iyi niyet bıraktım, biri hakkında dedikodu yapmak yerine çalışmayı bıraktım, gözleri körleşen bir hasta için ağlamayı bıraktım. Vicdan bıraktım. Romanları severdim bilirsiniz. Gece yatmadan ok

Bertol Brecht'ten Sevdiğim Şiirler

Zulümler Yağmur gibi Yağmaya Başlayınca Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi: Gişe çoktan kapalıdır Yaklaşan bir sel felaketi karşısından kenti uyarmak isteyen biri gibi: Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır Onu. Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı beşinci kez çalan bir dilenci gibi: Kan durmaz, hep boşanır. Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber veriyoruz. İlk kez arkadaşlarımızın katledildiğini bildirdiğimizde çığlıklar göklere ağdı. Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik kapladı ortalığı. Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca "dur!" diyen olmaz artık, Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez oluverirler. Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık hiçbir çığlık. Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar. Çevirenler: A.Kadir-Gülen Fındıklı Her Yıl Eylülde Okullar Açılırken Her

Ataerkil Söylem ve Ataerkil Politika: Kadınların Düşünceleri ve Hisleri

Maalesef görüyoruz ki erkek egemen söylem yine kazanıyor. Ece Temelkuran'ın da dediği gibi Nuray Mert'e "namert" diye seslenebilen, kadın bir gazeteciyi bu şekilde kolayca hedef gösterebilen ve etrafa hakaretler savuran bir başbakanın partisi gücü yeniden eline geçirmek için kolları sıvadı. AKP güce doymadı, doyacak gibi de görünmüyor. Yoksa kadınlar mıydı güce doymayan? Yoksa kadınlar mıydı güce doymadığı halde ikinci planda kalan? Hangisi doğruydu? Kafalar karıştı değil mi? Kadınlar gücü seviyor evet, ama erkeklerinin gücünü seviyorlar. Kendi güçlerini değil. Erkeklerin gücü altında var olduklarından mı, adam yerine konduklarından mı? Yoksa erkekler sayesinde omuzlarda yükseldiğimizden mi? Biz kendi kendimize yükselmeyi öğreneli yıllar oldu. Bunu bir kendimize kabul ettiremedik. Kafanız karıştı mı? Benim kafam hiç karışmadı. Güç insanları çirkinleştirir. Paylaşılmayan güç, kontrol altında tutulmayan güç insanı kabalaştırır, insan daha çok bağırmak daha haklı olmak i

Hiperaktif Ruh Halleri...

Bu hallere girmemin sebebi ya sabah içtiğim kahve ya da yapacak binlerce şeyim varken benim aslında "gelecekle ilgili paniğe kapılmış olmam". En son başarısızlığım aslında Koç Üniversitesi Doktora Programı'ndan aldığım red oldu. Bu başarısızlık beni beklediğimden daha fazla şaşırttı ve üzdü, fakat trajedize etmek gerekirse şunu söylemeliyim: Tüm bu başarısızlıklar bana karakterimi başka bir şeymiş gibi göstermem gerektiğini öğretti. Arsız, huysuz, inatçı, hırslı ve mümkünse utanmaz bir insan olmaya karar verdim. O yüzden başka başvurular yapıyorum. Başka denizlere yelken açıyorum. Bir yandan da hikaye yazmaya devam edeceğim kötü de olsa. İtalyanca konuşmaya devam edeceğim aksanlı da olsa. Aynı yemekleri yapacağım sıkılsam da ve yeni yemekler deneyeceğim başaramasam da. Annemi özleyeceğim ağlayacağım her seferinde o da benim hatrım için rüyalarıma girecek. Bir iki gündür tüm dünyaya küsmüştüm, şimdi yine açıldım. Her tokat yediğinde devam etmek lazım Nermin Hocam'ın de

Öylesine

Üretmek isterdim. Bir şeyler. Ne olursa olsun. İçinden geldiği gibi davranmak, kelimenin tam anlamıyla. Kelimelerin kalabalığından kaçmak. Aynı manaya gelen iki cümleyi kullanmamak. Kaçmak, konuşmaktan. Yazmak. Sevmek ve yeniden sevmek. Anlamak ve anlamaya çalışmak. Sana elini veren, omzunu uzatan, senin için ara sıra telaşlanan bir yürek. Yürümek. Bu sıcakta. Uzun cümleler yazmaya üşenmek. Kızmak kendine. Bundan sonra yapmayacağım, demek. Emek, yemek. En tatlı iki şey. Anneyi hor görmek, kendini hiçe saymak. En büyük iki hata. İşte hayatım bu sıcak mayıs gününde. Senatonun kütüphanesinde, Piazza Minerva'da. Ve ben karışmak isterim şarkısına gülüşlerinin yaşlı Fransız çiftlerin...

Roma'da Son 1.5 Ay

Roma’daki son günlerim yaklaşırken biraz hüzün çöktü. Sicilya ve Napoli gezilerimi de anlatmak isterdim ama şimdi iç yolculuğum ağır basıyor. Fark ettim ki burda mutluyum. Deli gibi her yere başvuruyorum, Hollanda, Almanya, İtalya ve Türkiye. Pek ne yaptığımı bilmediğim oluyor. Bazen çok yorgun oluyorum ve çalışıyorum ama çalıştığımdan bir şey anlamadığım oluyor. Şimdi yine zor bir dönem geldi çattı. Bu dönemki sınavlar ve paper’lar beni daha çok zorlayacak gibi görünüyor. Fakat yapabileceğim bir şey yok, çalışmakta geç kalsam da oturmam gerekiyor başına. Burada en çok neyi özleyeceğim bilmiyorum. Pasticceria mı? Yoksa Tabachhi’de bana çok nadiren gülen yaşlı amcayı ve bana bir merhaba bile demeyen yaşlı eşini mi? Yoksa köşedeki barı mı her sabah kahvaltı yapmak istediğim bir krosan ve kahveyle? Master arkadaşlarımı mı hepsi birbirinden renkli? Aşağı inip spinning yaptığım küçücük havasız spor salonunu mu? Gitmeden Romalı ve suratsız satıcılara ve de mağaza sahiplerine “Bu kadar

Renoir

Kitap okuyan çiçekli şapkalı kız... çiçekler vazo da mıydı kızın hasır şapkasının üstünde mi? Kitap okuyan kızın yanında bir vazoda rengarenk çiçekler var. Kızın saçındaki renkler daha kırmızımsı tonlarda, çiçekler ise daha pembe daha yeşil... Bu tablonun aslını gördüğüm vakit hayatım biraz daha tamam oldu. Bağımızın giriş katındaki köşedeki odada (orası eskiden ağbimin odasıydı sonra misafir odası oldu) duvarda asılı dururdu. Bir gece anneannemle yattım o odaya ve uyuyamadım. Anneannemin yanında uzanırken karanlıkta resme baktım durdum. Uyuyamıyorum. Hayallere daldım. Kötü bir taklitmiş bizimkisi. Renkleri koyu ve solukmuş. Beni korkutan tarafları vardı bu tablonun. Çocuksun ya korkacaksın illaki. Kızın yüzünü hayal etmeye çalışırdım. Sadece şapkası, dudakları, çenesi, burnu görünürdü. Frankfurt Müzesi'nden buraya Roma National Gallery of Art'a getirilen tablonun gerçeğini ancak 27 yaşında görebildim. Bu dedim işte, meğersem Renoir'mış. Ve renkleri ne kadar canlıymış.

Gece Yalanları

Ne yazacağımı bilmeden geldim buraya. Uğraşmak için, çabalamak için. Bir özür kağıdı olsun bu. Bir kendini bilirlik ve bilmezden gelirlik. Belki de kendime itiraf etmem gereken şeyler var. Acaba bende kişilik bozukluğu mu var? Neden olmasın? Ya migren? Ya yüksek tansiyon? Ya boyun düzleşmesi fıtık başlangıcı? Neyse ... bunlara başlamadan evvel... ne demek istiyorsam onu diyeyim. Hep baskıcı bir kadın oldum ben. Hep ısrarcı idim. Annem rahmetli "ısrar edince insanın kalbini yoruyorsun ya, o olmasa..." derdi. Bir de şöyle derdi "kısa değilsin ama biraz topuklu giy, saçını topla, en güzel kız sensin". Bir de şöyle derdi "kız da kız milyonlar az." Dediklerinde çoğu kez haklıydı. Yumuşak huylu, bakımlı bir hatun olsam, kendime güvenim olsa dört dörtlük olmayacak mıydım? Kendime güvenim hiçbir zaman çok yerinde olmadı ama insan kendine güvenince ışık saçıyor istese de istemese de, en azından biraz öğüt dinleyerek bunun farkına varabilecek yaştayım. Hadi gö

Sounds of Italy

Sometimes I hear voices, sometimes sounds, sometimes the noise of the outside, cars passing by and ambulances. The old population in Italy certainly makes me worried as my room has a balcony without any sufficient protection from the outside noises such as these ambulances passing by so many times and I am now accustomed to hear them. Sometimes the guy upstairs starts shouting at this wife, I do not know at whom exactly but he is certainly sick in the head and I believe that if he is shouting at the dog which I hear bark sometimes, he should be the most cruel man on earth. Sometimes in the morning a lady starts singing opera, at 10.00 AM when I had my second coffee. And although her voice is fascinating, it gives me a slight headache and I cannot distinguish if it is a lady’s voice or if it is a TV. I asked my housemates if they heard it and they are positive that there is not an opera singer in our apartment. Sounds are amazing in Italy, when you go to Via Del Corso at 22.00 y

Şimdi Roma

Burda havalar ısınıyor. Roma yeşil ve büyüleyici. Tek başıma olduğumdan bol bol geziyorum. Plenatorio'ya gittim geçen, antik Yunan heykellerini gördüm, Afrodit saçlarını tutmuştu ama kafası yoktu, yüzünü hayal etmeye çalıştım, nasıl dururdu diye. Yine de ellerine odaklandım, saçlarını iki yandan tutmuş ve kaldırmış. Sonra Herakles'i gördüm, çok mahzun duruyordu, "sen koca Herakles neden bu kadar üzgünsün?" diye soramadım, dilim varmadı. Çünkü Herakles'in hikayesini bilmiyordum. Wikipedia soyle diyor Herakles hakkında: "Yunan mitolojisinde Herakles, Roma Mitolojisi'nde Herkül, Zeus ile Miken kralının kızı Alkmene'nin oğludur. Kadına aşık olan Zeus ona kocası kılığında yaklaşmıştır. Herakles'in Zeus'un çocuğu olduğunu anlayan Hera onunla sürekli uğraşmış ve ölümüne neden olmuştur. Herakles doğduğu günden itibaren tanrısal bir kuvvete sahiptir." Velhasıl kelam, tek başıma olmak benim sanat aktivitelerimi arttırdı. Her gün dışarı çıkmazsam de